Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Alelade bir pazartesi sabahı



Vasat
Toplam oy: 145
Günce, deneme, hikâye, değini gibi pek çok isimle tanımlayabileceğimiz, en uzunu dört sayfayı geçmeyen metinler, Tokyo-Montana Ekspresi’nin başından sonuna, sanki bir hayatı yeniden inşa ediyor.

Richard Brautigan ile ölümünden otuz yıl sonra, 2013’te tanıştım. Altıkırkbeş’in bastığı Karpuz Şekerinde, Kürtaj, Talihsiz Kadın, Babil’i Düşlemek, Çimlerin İntikamı, Japonya Günlükleri ve Big Sur’un Güneyli Generali kitaplarını yayınlanma tarihlerinin üzerinden çok zaman geçmeden edinip bir çırpıda okuduğumu anımsıyorum. Kimilerine göre yazarın “magnum opus”u olan Amerika’da Alabalık Avı’nın eski bir Can Yayınları edisyonunu bulduğumda bundan böyle daha müreffeh bir hayat süreceğimi sandım! Öyle olmadı elbet ama şunda şüphe yok: Riçi’nin kurmacaya bakışımı değiştirdiğini itiraf etmeliyim... Şiirsel dili düzyazının içine gömme işini böylesine kotarabilen bir yazarın var olduğunu (en azından bir zamanlar var olmuş olduğunu!) hayal bile edemezdim. Hele ki Karpuz Şekerinde, bu açıdan, bir dünya kurma cesaretini gösterebilen bütün okuryazarlara açık açık tavsiyemdir!

 

Brautigan’ın adı Beat Kuşağı ile birlikte anılır. Her ne kadar bu kültürün iki başat temsilcisi, Uluma’nın ozanı Allen Ginsberg ve Yolda’nın yazarı Jack Kerouac, ile ortak bir dil kur(a)mamış olsa da, metinlerinde pek çok paralellikler görünür.* Buhran sonrası dönemde kendine bir alan açmayı bilen, Amerika’da Alabalık Avı ile iki milyon satış rakamını aşan Brautigan, ne yazık ki yaşamına intiharla son verir. Geçtiğimiz ay Sel Yayıncılık’ın Sanem Erdem çevirisiyle yeniden bastığı Tokyo-Montana Ekspresi'ne, yazarın son dönem yapıtları arasında işaret etmek herhalde yanlış olmayacaktır

Tokyo-Montana Ekspresi istasyonlarının sesi
Yaşamının uzunca bir süresini Tokyo’da geçiren yazarın burada, yolda ve Montana’da yaşadıklarına, gözlemlerine ve düşüncelerine dayanan kısacık metinlerinden oluşan kitabı, herhalde kendisinden daha iyi anlatamayız. Epigraf niyetine, şöyle diyor Riçi: “Tokyo-Montana Ekspresi yüksek hızda gitse de yol boyunca çok sayıda istasyon vardır. Bu kitap o kısa duraklardır: Bazıları kendinden emin, diğerleriyse hâlâ kimliklerini aramakta. Bu kitaptaki ben, Tokyo-Montana Ekspresi güzergahındaki istasyonların sesidir.”
Günce, deneme, hikaye, değini gibi pek çok isimle tanımlayabileceğimiz, en uzunu dört sayfayı geçmeyen metinler, kitabın başından sonuna, sanki bir hayatı yeniden inşa ediyor. Öyle ki, Brautigan’ın verdiği “bu kitaptaki ben, istasyonların sesidir” salığını göz ardı edip yazarın yaşamını hayal etmeye meyilliyiz. Zira yazar, oldukça gerçekçi bir dil kullanıyor.
Birer istasyon gibi, gelip geçici, o an için bir kıymeti olan ama geçeceğini de bildiğimiz “şeyleri” okuyoruz: Japon mürekkepbalığı avcıları, kavun, Kaliforniyalı postacı, sinek ısırıkları, Pasifik Okyanusu bunlardan yalnızca birkaçı. Japon mürekkepbalıklarının, kavunun, Kaliforniyalı postanın, sinek ısırıklarının ve Pasifik Okyanusu’nun üzerine okumayı pekala isteyebiliriz; gelgelelim bunu gerekçilendirebilmek adına ortada bir fikir ya da kurgu ararız. Kedi Kavunu başlıklı bir buçuk sayfalık metnine şöyle başlıyor yazar:
“Kavun yiyorduk, tadı pek iyi değildi. Biraz daha olgunlaşmasını beklememiz gerekirdi ya da tadı hiç güzelleşmeyecekti belki de. Belki de başından beri bozulmaya mahkum bir kavundu ama bunu asla bilemeyiz, çünkü kendini kanıtlaması için fırsatı olmamıştı. Karımla ben kavunu yedikten sonra hâlâ aç hissediyorduk ve tabaklarımızı yere koyduk. Neden bilmiyorum. Sehpanın üzerine de koyabilirdik.”
Sözünü ettiğim “şiirsel dili düzyazının içine gömme işini” sanki bir kenara bırakmış; bütün kitaplarında bir biçimde temanın ana öğelerinden biri olan yol ve yolda olma halini terk etmeden, olanı biteni yazıyor. Bu haliyle Riçi’nin, Karpuz Şekerinde’de ve Amerika’da Alabalık Avı’nda kurduğu o büyülü dünya, birden alelade bir pazartesi sabahına dönüşüyor!
2013’te yayınladığım ilk Brautigan yazımın içerisinde yer verdiğim, Kürtaj’dan alınan şu iki cümleyi de yinelemek ve sözü uzatmadan, mukayeseyi okura bırakmak isterim: “Bu kütüphanenin varoluş nedeni böyle bir yere duyulan aşırı gereksinim ve talepten kaynaklanıyor. En basit şekliyle, böyle bir kütüphanenin olması gerekiyordu.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.