Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Auteur sineması, uyarlamaları yendi



Şahane
Toplam oy: 1586
Bu yıl Cannes'da gösterilen edebiyat uyarlamalarının hiçbiri bir ödül kazanmadı. Ve bilinen bir slogan yeniden doğrulandı: "İyi edebiyattan iyi sinema olmaz!"

Cannes deyince akla auteur sineması gelir. Yani senaryolarını bir edebi kaynağa dayandırmadan kendisi yazan, tamamen biricik, kendine özgü bir dünyası ya da vizyonu olan yönetmenler yarışır Cannes’da. Terrence Malick, Apichatpong Weerasethakul, Michael Haneke, Yılmaz Güney ve Michelangelo Antonioni gibi auteurler hep bu ilkeye uyar. Cannes’ın son 15 yılında yalnızca iki Altın Palmiyeli filmin kaynağında birer edebiyat eseri vardı: Laurent Cantet’nin Sınıf'ı (2008) ve Roman Polanski’nin Piyanist'i (2002). Son 15 yıl içindeki diğer bütün Cannes birincisi filmler özgün senaryolardan yola çıkılarak yapılmış. Bu filmler içinde yönetmenin senaryoyu kendisinin yazmadığı tek istisna ise Ken Loach’un yönettiği Özgürlük Rüzgarı'nı (2006) Paul Laverty yazmıştı, diğer bütün Altın Palmiyeli filmlerin altında yönetmenin kendi imzası var.

 

 



Bu yıl başlangıçta edebiyat uyarlamalarının şanslı olacağı bir yıl gibi görünüyordu. Jack Kerouac’in Yolda'sını Brezilyalı yönetmen Walter Salles çevirmişti. Yolda'nın oyuncuları arasında genç kuşağın en parlak yıldızlarından Kristen Stewart, bir önceki sene Cannes’da en iyi kadın oyuncu seçilen Kirsten Dunst ve Viggo Mortensen gibi isimler vardı. Kitabın asıl kahramanları Dean Moriarity (gerçek hayatta Neal Cassady) ile Sal Paradise’ı (gerçek hayatta Jack Kerouac) sırasıyla Garret Hedlund ve Sam Riley canlandırmıştı. Fakat film bekleneni veremedi. Bazı sahneleri çok erotik olsa ve de Dean ve Sal’in 'küçük çaresizlikleri'ni anlatabilse de film, vasatın üzerine geçemedi. Motosiklet Günlükleri'nde Che Guevara’yı Güney Amerika yolculuğu sırasında anlatmıştı Salles. Yolda ile bu kez Beat kuşağının asilerinin ABD içindeki yolculuğuna eşlik eden yönetmen, başkaldıranlar ve isyan temasını üçleyecek mi diye merak da etmiyor değil insan.

 

 

 

 

 

 

 

 

David Cronenberg’in Don DeLillo’nun 2003 tarihli kitabından uyarladığı Kozmopolis de çok büyük beklenti yaratmıştı. Bu kez başrolde Alacakaranlık serisiyle ünlenen bir diğer oyuncu, Robert Pattinson vardı. Film, kapitalizmin büyük bir kriz yaşadığı bir dönemde, ultra zengin genç bir yatırımcının, çoğu bir limuzin içinde geçen bir gününü anlatıyordu. Bir başka roman uyarlaması da Lee Daniels’in yönettiği Kağıt Çocuk'tu (Paperboy). Pete Dexter’in 1969’un Florida’sında geçen romanından uyarlanan filmin başrolünde Nicole Kidman vardı. John Hillcoat’ın yönettiği Yasadışı'nın senaryosunu ünlü rockçı Nick Cave ile oyuncu Shia LaBeouf, Matt Bondurant’ın Dünyanın En Islak Kasabası (The Wettest County in the World) adlı kitabından uyarlamıştı. Ana yarışmadaki bir başka edebiyat uyarlaması da Jacques Audiard’dan geldi: Pas ve Kemik, Craig Davidson’ın aynı adlı kısa hikayeler derlemesinden uyarlanmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu kadar çok edebiyat uyarlamasının ana yarışmada yer alması, Cannes’da auteur çağı kapanıyor mu gibi sorulara da yol açtı. Sight&Sound dergisinin editörü, edebiyat uyarlamalarının daha çok ticari kaygılarla yapıldığını, uyarlama senaryolara dayanan filmlerin, edebiyat eserini bilen hazır bir kitleye konduğunu ve uyarlamaların “daha düşük bir sinema biçimine” hizmet ettiğini iddia etti. Ödüllerin dağılımına bakacak olursak Cannes jürisi Nick James’e hak veriyordu. Sözünü ettiğimiz edebiyat uyarlamalarının hiçbiri bir ödül kazanmadı. Ve bilinen bir slogan yeniden doğrulandı: “İyi edebiyattan iyi sinema olmaz!”         

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.