Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Bakışlarımızdaki Boşlukları Neyle Doldurduk?



Şahane
Toplam oy: 175
Bakış Boşluğu, Yahya Kurtkaya’nın üçüncü şiir kitabı. Barınma Felsefesi ve Azalan Kuş Nüfusu kitaplarından sonra Kurtkaya, sözü ve şiirine taşıdığı meseleleri daha rafine söyleme derdinde

İnsan neyle doluysa onunla bakıyor hayata. Ne eksik ne de fazla. Şiir bu bakıştaki asaletin, derinliğin, çelişkilerin, hüzünlerin bir toplamını verir bize. Şiirle bakmaz insan, baktığı dünyanın içindeki şiiri görür. Görmekle bakmak arasındaki o malum sarkaç bize ilk elde bunu öğretir: İnsanın insana uzaklığı. Yahya Kurtkaya, son kitabı Bakış Boşluğu’nda bu uzaklığın ve elbet yakınlığın sınırlarını yoklayan/sorgulayan bir dili kurmanın peşinde daha çok. Bakış Boşluğu terkibi, öncelikle hayatımızı çevreleyen binlerce göz ormanı içinde nereye bakmakta olduğumuzu imliyor aslında. Bakışlarımızın hemen ucunda beliren büyük boşluklar var ve biz o boşlukları neyle dolduruyoruz? Bakış Boşluğu’ndaki şiirler ana hatlarıyla bize bu sorunun içinde kaynayan cevapları çağrıştırıyor daha çok.

 

Bakış Boşluğu, Yahya Kurtkaya’nın üçüncü şiir kitabı. Barınma Felsefesi ve Azalan Kuş Nüfusu kitaplarından sonra Kurtkaya, sözü ve şiirine taşıdığı meseleleri daha rafine söyleme derdinde. Dil açısından ilk dikkatimi çeken husus bu oldu.

 

Barınma Felsefesi, dünyada şairâne mukim olan insanın, kendine durmaksızın korunaklar arayan insanın temel arayışları ve çelişkileri çevresinde bir hayat fotoğrafı vermişti bize: “Görüyoruz işte konuşunca barınamıyor insan / ancak susunca katlanabiliyor biri bir diğerine” (Barınma Felsefesi, s.25)

 

Azalan Kuş Nüfusu’nda ise yaşama gerekçelerini kaybeden insan için tehlike çanlarının çalmakta olduğunu ima eden sorgulayıcı bir dil hâkimdi. Azalan kuş imgesinin bize çağrıştırdığı anlam daha çok böylesi bir dünyanın görüntüleriyle iç içedir zaten: “Son kuş gelip konacak uzamış dilimizin ucuna / uzamış dilimiz hükmü düşen samurayın kılıcı” (Azalan Kuş Nüfusu, s.48) Kavga insanla insanın arasında değil, insanın kendi içindedir aslında. Kurtkaya, işbu gerçeğin pençesinde ayakta durmaya çalışan insanı arıyor daha çok. Aslolan hayatta kalmak değil ayakta kalmaktır çünkü: “seni alıyor işte sana verdiğini sanırken yalancı dünya” (Kısırlaştırılmış Kedinin Hikâyesi, s.56)

 

GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ KUCAKLAYAN SES

 

Kurtkaya, kendiyle ve dünyayla kavgalı, rahatsız bir gönle her zaman inşirah verecek olan o kadim sesi arıyor daha çok. Geçmişi ve geleceği kucaklayan o ses bir güzelliğin inşasında kurucu bir görev üstlenecek aynı zamanda. Bakış Boşluğu’ndaki şiirler o kadim sesin izini sürüyor. O sesi besleyen en temel kavram merhamettir.

 

Kitaba başlarken ilk eleştirel duruş burada kendini gösteriyor: “Merhameti saklıyor herkes korkuyor şöyle rahîm durmaktan” (Kayıp Mızrapla Peşrev, s.3) Kurtkaya, umut imgesine doğrudan değil de dolaylı yoldan bir gönderme içeren bu ilk şiirde yürekleri körelmekten ve dünyanın yüklerinden koruyacak bir ruhun izini sürüyor. Dünya ömrümüzden çalmakta, hakkımızdan gelmektedir ve bunun önüne geçmek için şair bir uyarı atışı yapar: “Kerem eyle bizlere dişlerini bileyen hayvan bizi yutmadan” (Kayıp Mızrapla Peşrev, s.3)

 

Kurtkaya “bekleme” imgesini daha bir seviyor bana kalırsa. Varoluş kaygısı içinde kendini arayan insanın yegâne azığı beklemek belki de. Kendini bekleyen, umudu bekleyen, hem geçmişi hem geleceği bekleyen insan: “Benim sen böyle yağmuru beklediğimi düşün sevgilim” (Makas Değiştiğinde, s.27)

 

Kurtkaya’da geçmiş imgesi çeşitli veçheleriyle geleceğe dönüşme potansiyeli taşıyan bir ana öz gibi nerdeyse. Bir nostalji, bir yazıklanma duygusundan ziyade insanı geleceğe ve geleceğin saldırılarına karşı koruyacak bir kalkan gibi görüyor geçmişi. Burası önemli. Çünkü dozu iyi ayarlanmadığında geçmiş, şimdi’den, an’dan rahatsız olan insanın gözünde pasif bir atalete dönüşme riski taşır her zaman. Kurtkaya, şiirini duygudan ziyade düşünsel bir temele yaslama derdinde daha çok. Düşünceyi bir amaç olarak değil bir araç, meselesini anlatmada bir yöntem olarak görüyor şair. Ki aksi takdirde şiir bir felsefe metnine dönüşür ki, şiirin harcı bu değildir. Kurtkaya için geçmiş bir hatırlama membaı, bir kök ve özeleştiri çağrısıdır bir bakıma: “Söyle onlara / Tahılın tadı eskisi gibi değil / Söyle onlara suyun da” (Kaçış Rampası, s.44) Bu ‘yaşamak yoklaması’ndan sonra söz elbet umuda da gelecektir. Kurtkaya için umut, bakışlardaki boşlukları doldurabilmek için insanın muhtaç olduğu aslî bir cevherdir. Umudu da gelecek imgesi yüklenir daha çok: “Sen geleceksin / Elin yüzün aydınlık / Kalbin bembeyaz da” (Kaçış Rampası, s.45)

 

 


 

 

Kurtkaya, şiirini duygudan ziyade düşünsel bir temele yaslama derdinde daha çok. Düşünceyi bir amaç olarak değil bir araç, meselesini anlatmada bir yöntem olarak görüyor şair.

 

 


 

 

HATIRALAR GEÇMİŞLE ALAKALIDIR

 

insanın arayışına matuf bir yalınlığın ipuçlarını vermeye çalışmış. Kayıp Mızrapla Peşrev bölümündeki şiirler merhamete, aşka, inanca, umuda dair beklentilerin yoğunlaştığı, hayata dair sorguların alt metinde kendini derinden derine hissettirdiği bir duyarlıkla örülmüş. Bakış Boşluğu bölümündeki şiirler ise çatışma ve çelişkiler arasında yaşayan insanın iç dünyasına doğru uzatılmış bir projektör gibi nerdeyse. Zaten bakışlardaki boşluğu anlamaya çalışmak, içimizde bitmeyen o çatışmalardan geçiyor. Tanımlamadan söz etmiyorum elbette, tanımlama çünkü hissiz bir aparata dönüşme riski taşır her zaman. Hâlbuki anlamaya çalışmak, insanın kendi içinde uzayıp giden o hayat yolunu daha iyi “görmesini” sağlayacaktır.

 

Kurtkaya, son bölümde de işbu hayat yolunun çeperlerinde dolanıyor. Dönüş Yolu başlıklı son bölüm, şairin yol boyunca “gördüklerinden” müteşekkil bir dünyanın ayrıntılarını sunuyor bize. Burada geçmişe ve zamana dair belirlemeler Kurtkaya’nın zamana yüklediği anlamın ipuçlarını veriyor: “Artık geçmişte kalan birer hatıradan / İbarettir dünya geçmişte kalan / Birer hatıradan geçmişte kalan.” (Dönüş Yolu, s.77) Aynı adlı şiirin ve kitabın son dizeleri Kurtkaya’nın yola, insana ve hayata dair arayışlarının özü/ruhu olarak da alınabilir elbette: “Hisseden kıssa aldık yol boyunca / Biriktirip düşleri geri çekildik / Şimdi yeniden revân oluyoruz / Yaşamanın adına dönüş yolu dedik.” (Dönüş Yolu, s.91)

 

 

 

BAKIŞ BOŞLUĞU
Yahya Kurtkaya
PRUVA YAYINLARI 2019

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.