Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Balta Taşa Değecek, Orada Öykü Çiçekleri Açacak



İyi
Toplam oy: 105
İyi bir fotoğraf omzun üstünden meleği göstermelidir, der Osman Konuk. İyi bir edebî metin ilahî olana selam vermelidir Harmancı öyküsünde. Bu durum aslında onun öykülerini ideolojik kılmaz. Kahramanın derdinin sahiciliği hissedilir her satırda. Harmancı, özellikle çocukluğundan esinlendiği otobiyografik öykülerle karşımızda gibidir..

Abdullah Harmancı’nın yeni öykü kitabı Baltan Taşa Değecek, Muhit Kitap tarafından yayımlandı. Yazar, gerek Kurmacanın Büyülü Sureti adlı kuramsal eseriyle gerekse öykü kitaplarıyla öyküyle olan dostluğundan ödün vermedi. Muhteris’te keşfettiğim bir şey vardı onun öyküsüne dair: Hayatın keşmekeşine kapılıp unutulmaması gereken bir bakış vardır onun öykülerinde. Bu bakış öykülerinin temasına, öykü anlayışına, kahramanlarının derdine de yansır. İyi bir fotoğraf omzun üstünden meleği göstermelidir, der Osman Konuk. İyi bir edebî metin ilahî olana selam vermelidir Harmancı öyküsünde. Bu durum aslında onun öykülerini ideolojik kılmaz. Kahramanın derdinin sahiciliği hissedilir her satırda. Okur her zaman o derde inanmaya yazgılı kalır. Entelektüel yönü olan ve vicdanını asla kenara koymayan kahramanlar öykülerin merkezinde yer almaktan, en az öyküleri okuyan okurlar kadar memnunlardı. Acaba Baltan Taşa Değecek, okurlara ne vadediyor?

 

 

 

Kitap “Yenilginin Süreksiz Keşfi”yle başlar ve ilk öyküde karakterlerde gözlemlenen entelektüellik göze çarpar. “Benim şu kitap bir patlasın da…” diyen bir karakterle karşı karşıya kalırız. Geçmişe dönüşlerle karakter bir başka kişiyi, dayısını hatırlar. Her zaman onun çocukluğunda onları eğlendiren kişinin yerinde şimdi o vardır. “Nisan Rüzgârı” ise Mustafa Kutlu’nun Ya Tahammül Ya Sefer adlı eserindeki Prof. Asım karakterini anımsattı bana. “Kazancakis Susmalı” öyküsünde devamlı birilerine benzetilen karakter karşımızdadır. İç sesi onu yoracak şekilde konuşur, durur. Baltan Taşa Değecek’te, Harmancı, özellikle çocukluğundan esinlendiği otobiyografik olduğunu düşündüğüm öykülerle karşımızda gibi duruyor.

 

 

 

“Rüzgârda Bolero” hatırladığım öykülerden biri oldu. Bir şairin yaşadığı iç çalkantı ve bocalamaların çok iyi yansıtıldığı bir öykü bu. Zoraki sarışınlardan etrafımızda ne çok olduğunu anımsadım. Öte yandan ana karakterin çok haklı soruları var öyküde. “Edebiyat her şey midir?” sorusu mühim. Ya da acaba Müslüman sanatçı ve yazarların dünyasında edebiyat her şey mi olmalıdır?

“Son Adım”da Abdullah Harmancı öyküsünde çok da alışık olmadığım bir şey gözüme çarptı: Şiirsellik. Şiirsel üslubun hakim olduğu bir öykü Son Adım. Hatta kitabın en uzun öyküsü olan Kayısı Ağacı için de bu yorum yapılabilir. “Kırmızı Balon”, Cihan Aktaş, Cemal Şakar, Susanna Tamaro ve Mukadder Gemici’ye ithaf edilmiş. Harmancı’nın çok sevdiği öyküler olmalı ithafta bahsettiği öyküler. “Kırmızı Balon”un da eserde en çok öne çıkan öykülerden biri olduğunu düşünüyorum. Önyargı sahibi bir babanın çocuğunun üzerine titremesi ve akabinde gelişen olaylar, yazar tarafından zeki bir üslupla kaleme alınmış. Hikâyenin sonunda tabir yerindeyse herkesin bir anda eşitlenmesi ilgi çekiciydi.
Karakterlerin gözlemci rolü ön planda “Bambu Sandalye”de yazarın öyküsünde alışık olduğumuz bir tavır vardır. Harmancı öyküsünde, karakterlerin yaşamdaki gözlemci rolü ön plandadır. Olan biten, o gözlemci karakterin kendi dünyasında yıkım ya da yapımlara yani büyük değişikliklere yol açar. Karakterler dış dünyada olan biten ile yüksek empati içindedir. Belki de bu yüzden bu empatik bakış çoğu zaman okura da geçen bir rol üstlenir. Bambu Sandalye de yazarın bu tip öykülerinden yalnızca bir tanesi.
Abdullah Harmancı, bu eserinde kimi zaman dayısını kaybetmiş bir çocuğun hayatını kimi zaman bir şairin iç çalkantılarını kimi zaman ön yargılı bir babanın Suriyeli çocuğa olan bakışını kimi zamansa bir çocuğun babasına sorduğu boyundan büyük soruları merkeze alıyor. Yazarın baltayı taşa vurduğu yerde öykü çiçekleri açıyor desek yanılmayız herhalde... Acaba yazar da bazen böyle düşünüyor mu? Yani, kendine, gençken yazdığı o dönemlere bakıp şöyle diyor mu mesela: Kim derdi ki baltan taşa değecek, orada öykü çiçekleri açacak...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.