Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Bir muhalefet biçimi olarak mizah




Toplam oy: 2385

Bir toplumda yaşamak, toplumla aynı yöne gitmek hatta toplumun gideceği yönlerin belirlenmesinde rol almak. Bunları “bireyin ve toplumun sağlığı” için yaparken, herşeyin “normal” görünmesini sağlamak, ve –miş gibi davranmak. İşte aslında “günlük hayat” bu.

Bir de; yine aynı toplumda yaşamak ama aynı yolu yürürken biraz farklı gözlükler kullanmak var. Bunlar öyle gözlükler ki hem camlarının rengi farklı – dolayısıyla görüşü – hem de çerçevesi bir o kadar farklı – dolayısıyla görünüşü. Üstelik bu çerçevenin “kralı çıplak göstermek” gibi meziyetleri olmasına rağmen kimseye bir zararı yok! Aksine; toplumun yürüdüğü yolda ihtiyaç duyduğu ekmeğe, suya ve her türlü yaşam desteğine ek besin olarak sunulan ruhsal bir besini sağlıyor: Mizahı!

İnsanın gerçekten “toplum” olmaya başladığı dönemlerde - orta çağda mizah Atinalılar tarafından geleneksel bir sanat ve ifade biçimi olarak geliştirilmiş. Devamında da yavaş yavaş Avrupa’nın her yerinde kralı hem çıplak göstermek hem de aynı kralı eğlendirmek için insanlar bu işi meslek haline getirmişler. Kimi jonglör olmuş, kimi soytarı. Ve hepsi de insan bünyesi üzerinde aynı etkiyi amaçlamış: Yüzümüzdeki gülme kaslarının çalışması.

DiyojenDünyadaki gelişimi yüzyıllarla ifade edilen bu sanat, topraklarımızda da geç de olsa vücut bulmuş ve günümüze kadar özel bir gelenek halinde nesilden nesile aktarılmıştır.
Edebiyatımızdaki ilk mizah ürünleri masallar, fıkralar ve tiyatro oyunlarıyla ortaya çıkmıştır.
Ortalama olarak 1850’lerden sonra dönemin yazarları tarafından benimsenen bu üslubun öncüleri olarak; 1870 yılında Türkiye’nin ilk mizah dergisini “Diyojen” adıyla haftada üç gün yayınlayan Teodor Kasap, imzasız yazılarıyla da Namık Kemal ve Direktör Ali Bey bulunmaktadır. Özellikle Fransız edebiyatının etkisiyle verilen eserleri, Şinasi’nin Şair Evlenmesi, Ziya Paşa’nın Zafername Şerhi izledi. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Baha Tevfik, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından verilen eserler de günümüze kadar ulaşmıştır.

Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte yeni bir seyir kazanan Türk edebiyatı ve mizahı, daha eleştirel ve daha keskin bir kimlik benimsedi. Bu dönemle birlikte kapsamı genişleyen Türk mizahının yetiştirdiği Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Bedii Faik, Haldun Taner, Muzaffer İzgü, Çetin Altan gibi yazarlar da, günümüz mizahının bulunduğu noktaya gelmesinde önemi büyük olan isimlerdir. Bu isimler mizahı sadece bir “güldürü” aracı olarak kullanmamışlar; yaşadıkları dönem içerisinde toplumun geçirdiği tüm evreleri, hükümete olan kızgınlıklarını, “başımızdakilerin” göremedikleri büyük hataları, kısacası ellerine kağıt kalem alıp açık açık mektup gibi yazamadıkları herşeyi mizahın hoşgörülü kollarına bırakmışlardır. Böylelikle toplum aslında hayat kavgasını verirken ve kendi insiyatifi dışında etrafında olup biten herşeye karşı edilgen kalırken, mizahi eleştirinin güçlü çatısı altında bir nebze daha mücadele yeteneği edinmiştir.

Rıfat Ilgaz’ın deyişiyle “bir yazı biçimi olmayan” mizahın günümüzde kendini gösterdiği en önemli formlar arasında çizgi roman ve karikatür sanatı gelir. Mizahın bir sarmaşık gibi sanat kavramının her dalında özgürce gezinmesi bir kenara, çizgi roman ve karikatürde vücut buluşu çok daha özgün, çok daha gerçekçi ve halkın içinden olmuştur. Öyle ki; karikatürün Avrupa’da ilk ortaya çıkışı gazetelerdeki vinyet görevinden ibaretken, bu görevin sadece haberlerin ve gündemin içeriğini özetlemekten ibaret olamayacağının, gün geçtikçe vinyetlerin aslında birer anlam, mesaj ve eleştirel bakış açısı taşıma özelliğine sahip olduğunun farkedilmesi ve basılı yayın organlarının da çoğalmasıyla, karikatür başlı başına bir sanat haline dönüşmüştür.

Karikatürle mizahın birbirini böylesine beslemesinin sebebi, mizahın doğasında yer alan “abartı” sanatının karikatürde sınırsızca vurgulanabilmesinden kaynaklı. Mizahın eleştirel gözüyle herşeyin daha abartılı, belki daha gülünç, daha vahim ya da daha olağan göründüğü bir dünyada abartılı karikatür çizgisi, mizahın kendi kendini var edebileceği eşsiz bir beşiktir. Karikatürize edilmiş karakterlerin, mekanların ve durumların görünüşleri ne kadar uçarıysa, mizahla yoğrulmuş fikirleri ve hayatları da o kadar sıradışıdır.

Gazetelerden sokaklara kadar geniş bir alan zenginliğine sahip olan çizgi, geçmişten günümüze gerek kara mizah, gerek siyasal mizah, gerekse salt karikatür haliyle hayatımızda sağlam bir yere sahip olmuştur. Şimdilerde ise başlı başına bir endüstri haline gelmiş olan karikatür ve çizgi roman sanatı, malzemesi bol ülkemizde hem kara mizaha hem de siyasal mizaha tercüman olmaktadır. Mizahın çizgi üzerindeki bu güçlü etkisi, ülkemizde pek çok basılı yayın organında sürekli yayınlar haline gelmiş ve zamanla kendi mecralarını bularak sürekli yayınlanan dergiler ve kitaplar haline dönüşmüşlerdir. Bu dergilerin başlıcaları tarih sırasıyla Gırgır, Fırt, Deli, Hıbır, Dıgıl, Mikrop, Limon, Leman, Penguen, Uykusuz olup, kimi günümüze kadar ulaşmış kimiyse döneminin gündeminde çok önemli roller oynamıştır. Örneğin Ergün Gündüz önderliğindeki Hıbır ve Galip Tekin önderliğindeki Dıgıl, “Oğuz Aral fırtınasının takaları” olarak nitelendirilebilecek olmakla birlikte, sonradan aralarına katılanlarla aynı denizde hep birlikte yol almışlar ve bir geleneği sürdürmüşlerdir.

Takip edenler bilir, yukarıda saydığımız her bir dergi aslında çıktığı ilk günden itibaren kendi kimliğiyle yoluna devam etmekle birlikte, çoğu tek bir çatı altından bölünerek çıkmışlardır. Türk karikatürünün babası olarak bilinen karikatürist Tekin Aral’ın kardeşi Oğuz Aral’ın önderliğinde 1972 yılında çıkmaya başlayan Gırgır dergisi, tirajını 500 bin adedin üzerine çıkararak dünyanın üçüncü büyük mizah dergisi olmuştur. Ayrıca Tekin ve Oğuz Aral kardeşler, Türkiye’de ilk çizgi film çalışmalarını yürüten isimlerdir. Gırgır’ın ardından gelen tüm mizah dergileri (Fırt, Deli, Hıbır, Dıgıl, Mikrop, Limon, Leman, Penguen, Uykusuz) tabir yerindeyse “bölünerek çoğalmışlardır.” Dönemin dergilerindeki bir kısım yazar ve çizerin birleşmesiyle ortaya çıkan her yeni dergi, bir öncekinin yolunu izlemekle birlikte kendi kimliğini oluşturmuş ama toplama bakıldığında hep aynı amaca hizmet etmiştir: en bilinen kalıpla “güldürmek ve düşündürmek.”  

“Güldürmek ve düşündürmek” deyişi ya da başka bir deyişle güldürürken düşündürmek ne kadar kalıplaşmış olasalar da aslında günümüz şartlarında bir potada eritilmesi gereken iki eylem. Ya da mizahın asıl amacı başka yollardan düşündürmek, yan etkisi ise güldürmek de diyebilir miyiz acaba? Sonuçta Aziz Nesin kendisiyle yapılan bir söyleşide “Ben ailemi yazarak geçindiriyorum. Dört bin hikaye yazdıysam, ailem iki çocuk bir hanım olduğundandır. Daha kalabalık olsaydık belki dokuz bin hikaye yazmam gerekirdi.” dediğinde, düşünmemizin mi yoksa gülmemizin mi daha elzem olduğunu artık “düşünmemeliyiz...” Mizahın – ya da kara mizahın – hayatın kendisi olmaya başladığı noktada ondan alacağımız her fayda, muhakeme kabiliyetimize kattığımız yeni bir soluk, yeni bir görüş olacaktır. Her iki şekilde de, ne yazık ki sadece gülmeye izin verecek kadar yeterli sabrımız ya da sadece düşünmeye izin verecek kadar bolca vaktimiz yok. Devir, aynı anda hem deşarj olma hem de gündemi takip etme devri. Devir, ideolojiden kısmadan hayat gailesine bakma devri!

Sanatın genel olarak amacının güzeli ve estetiği vurgulamak üzerine olmasına rağmen mizah; “çirkini” vurgulamak, “güzel”i sorgulamak, “yanlış”ı irdelemek, “doğru”yu biçimlendirmek gibi içi dolu görevler üstlenir. Bilinç altımızda yer alan inançlarımız, ilişkilerimiz, tutkularımız ve tabularımız gibi insani nüvelerimizi daha önce görmediğimiz ya da görmezden geldiğimiz “hayatın içinden” ayrıntılarla coşkulandırmak ve bu nüvelerin içinde birbirine ters düşen ideolojileri karşı karşıya getirmek, zıtlığı olumlamak da öncelikle mizahın, mizah doğrultusunda da karikatürün usanmadan sırtında taşıdığı bir bomba gibidir. Üstelik bu bombayı taşıyanlar kimi zaman sanatın ve medyanın bambaşka dallarından gelen isimler olmuşlardır: Fırt’ın kadrosunda bir zamanlar yer alan isimler şimdi bazılarına inanması zor olsa da Altan Erbulak (çizer), Halit Kıvanç (yazar), Müjdat Gezen, Uğur Dündar (fıkra-fotoroman) ve Sezen Aksu (yazar) olmuştur.

Yine Rıfat Ilgaz’ın deyişiyle mizah, sonradan edinilebilen bir yetenek değildir.
İnsan şanslıysa, içinde mizahla doğar. Bu da mizahı kişiye özel bir algı ve iletişim biçimine dönüştürür ki içinde barındırdığı çeşitlilik de buradan beslenir. İnsan faktörü yaşamın her alanında kendini sınıflara ayırır; “insanlık” olgusunu ne yazık ki ayrıştırır ve keskinleştirir. Günümüzde mizah artık toplumun içinde kaynayıp duran bu enerjiyi açık etmeyi kendine görev bilir, bunun için mizahçılara misyonlar yükler.

Bu misyonları mizahın karikatürde vücut bulma macerasının en başından beri çizgi karakterlerde görür ve anlarız. Kimi zaman masum ve dilsiz bir Avni olmuşlardır, kimi zaman bıçkın bir Arap Kadri. Sıdıka olup “ev tipi kız”a gönderme yapmış, zaman değişince Kötü Kedi Şerafettin olup mahallenin tozunu attırmışlardır. Ve bu karakterlerin hepsi de aslında karşı komşumuz, bir arkadaşımızın arkadaşı ya da amca oğlu kadar yakındır bize: yeterince iyi tanıdığımıza bir türlü emin olamadığımız sosyal çevremiz kadar. Her zaman mahalleden birileri de değildi bu karakterler. Kimi zaman yerli Arsen Lüpen olarak nitelendirilen Vakur Barut, muhtemelen hiç birimizin girmeye cesaret edemediği arka sokaklarda yaşayan, esaslı ve şık bir delikanlıdır. Ve biz bu sokak jargonunu, bizden başka ailelerin görünmeyen yüzünü, insanlarla sevgili olabilen bıçkın kedilerin dünyasını tanıdık bu hayal gücünün tam göbeğinde hayranlıkla dururken.

Gençlerin ve gündemi yakından takip edenlerin bir çoğu bu dergilerin hem özgür siyasi kimlikleriyle gündeme göre sıcağı sıcağına getirdiği eleştirel yorumların, hem de mizaha farklı bir pencereden yaklaşan yazar ve çizerlerin düzenli takipçisiler artık. Bu yazar ve çizerler de üstlerine yüklenen misyonun farkında olarak, mizah severleri düzenli olarak besliyorlar ve haftalık / aylık dergilerin yanı sıra köşe yazılarından toplama kitaplar, yıllık albümler, dergilerinden bağımsız çizgi roman kitaplarıyla hem mizah anlayışına renk katıyorlar, hem de “komiğe” olan bu ilgiyi dinamik kılıyorlar.  Çünkü “komik” olan, insanın kendi içinde açtığı acil durum pencerelerinden birinin adı ve buna o kadar çok ihtiyaç duyuyor ki, eğer kendi penceresinden artık komik görünmüyorsa dışarısı, başkalarının pencerelerinden bakıp gülmek istiyor. İstiyor ki o başka pencereden kahkahayı, düşünceyi, yanılgıyı ve farkındalığı alıp kendi tarafında biriktirsin, komik reflekslerini geliştirsin.

Millet olarak acıyı, acımayı ve acıtmayı o kadar çok seviyoruz ki, ekmeğin arasına pul biber koyar gibi iki kahkahanın arasında “Çok güldük, başımıza bir şey gelmese bari!” deyiveriyoruz. Halbuki herşey birbirine böylesine bir pamuk ipliğiyle bağlıyken, “bol bol gülüp bir kilo et yemiş kadar olmak”tan ölesiye kaçıyoruz, nedendir bilinmez! İşte mizah bize, kenarından köşesinden geçip de bakmadıklarımızın ya da görmediklerimizin formatını değiştirip sunuyor. Mizah hayatla aramızda sentetik de olsa bir bağ kuruyor; pamuk ipliğinden hallice...

 

Sevgili zenginler, ünlüler ve özenilecek türden hayat sürenler...

Merhaba...
Ben, sizden artanlarla yaşayan biriyim. Yemek istemediğiniz hormonlu, kanserojen yiyecekleri yerim. İçmediğiniz mikroplu suları içerim. Uzak durmanız gereken sağlıksız sentetik kazakları giyerim. Sevişmek istemediğiniz insanlarla sevişirim. Hatta size aşık olan ama sizin hoşlanmadığınız insanlarla evlenirim. Benimle öpüşürken sizi hayal etmelerine bile göz yumarım. Yanlış anlamayın,  şikayetçi değilim. Gerçekten sevebilirim o insanları, o yiyecekleri, içecekleri. Sizi de çok severim aslında... Sadece yoruldum. Birazcık da sıkıldım. Görevimi yapamaz oldum. İzninizle ayrılmak istiyorum. Merak etmeyin, sizin için iki oğlan büyüttüm. Yokluğumu hissettirmeyecekler. Ufak olan daha şimdiden tatsız tuzsuz domateslere bayılıyor kerata.

Gözlerinizden öperim...
Yiğit Özgür

 

Bu yıkılması zor çatının altında yetişen isimleri bir bir sıralamak öylesine zor ki...
O kadar çok yazarımız, çizerimiz bir kenarından bulaşmıştır ki bu işe, yapılacak herhangi bir liste tüm çatıyı deriden sarsabilir.

Çünkü biz onlarca yıldır mizahı her daim yanımızda taşıyoruz. Latif Demirci ile gazetede okuyoruz, televizyon dizisi olarak Birol Güven yazıyor, Hasan Kaçan çekiyor izliyoruz, çantamızda Gülse Birsel’in kitabını gezdiriyoruz.Yetmezse gidip Cem Yılmaz’ı izliyoruz, biz mizahı ayakta alkışlıyoruz. Haftalık dergiler alıyoruz, Metin Üstündağ dergiden vakit bulup kitap çıkarırsa onu da kaçırmıyoruz! Yılmaz Erdoğan bam telimize dokunan bir film yapıyor, yüreğimiz yana yana izliyoruz – bir taraftan kahkahalar atarken ikisinin de göz yaşını birbirine karıştırıyoruz.

Biz mahallemizin neşeli komşularına “Film gibi adam yahu!” diyoruz. Yolda gördüğümüz komik insanlara “Karikatür gibi adam yahu!” diyoruz. Beslediğimiz sokak kedilerinin arasında görünen azmana “Şerafettin bu yahu!” diyoruz. Yıllar önce bir dizi izledik, hala neşeli şaşkınlıklar karşısında “Oha falan” oluyoruz.

Kabul edelim; evet hayat berbat ama biz mizahı seviyoruz. Çünkü hayat aslında doyasıya gülmeye engel olacak kadar da kötü değil!

SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Yorumlar

Yorum Gönder


emeğinize sağlık..sizden bir ricam olcak mizahın günümüzdeki gelişimini en kısa sürede yazabilir misiniz lütfen çok acil

38%
62%

Yazı güzel, ama Ortaçağ değil İlkçağ olacak bence:)

49%
51%
Beğenmedim.

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.