Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Daha Çok Görme Biçimi Daha Fazla Süt Dişi



İyi
Toplam oy: 129
Rönesans ressamı Tintoretto’dan John Berger’ın Manzaralar’ına, Orhan Pamuk’un bu sıralar Fransızcaya çevrilen Kırmızı Saçlı Kadın romanıyla ilgili tartışmalara kadar yurtdışındaki önemli dergilerden haberler…

Tintoretto’nun gerilimi


The New York Review of Books, 9 Mayıs’ta yayımlanan sayısını sanata ayırırken, kapağından duyurduğu “Tintoretto’nun Vahşiliği” başlıklı yazısında Colm Tóibín, Rönesans ressamı İtalyan Tintoretto’nun resimlerine sahiden de farklı bir bakış getiriyor. Tintoretto’nun Yeni Ahit’teki merkezi anları garip, dünyevi olaylar olarak yeniden dramatize ederken, ayrıca mitolojiden bazı anları da alıp resim olarak bir kez daha canlandırdığından söz ediyor. Tintoretto’yu derinden çeken şeyin rahatsız edici mekân olduğunu, resimlerinin ressamın yerleşmemiş, kendine yer bulamamış ruha, tüm açgözlülükleriyle dünyaya olan çok yönlü ilgisinin örneklerini barındırdığından bahsediyor. Heyecan ve gerilimden etkilenen, durgunluk tarafından kandırılan ve iç dünyası inandırıcı bir şekilde ele geçirilen bir ressam ile aşağı inmesinin imkânsız olduğu, yerini bulmamış, akıcı bir hayal gücüyle ortaya çıkan bir ressam arasında Tintoretto’nun geriliminden söz eden Tóibín, bizi Thomas Bernhard’ın Eski Ustalar romanının kapısının önüne bırakıyor. Bernhard’ın Avusturya devleti ve kültür kurumlarıyla ve elbette riyakâr sanatçılarla boğuşmasının belkemiğini oluşturduğu Eski Ustalar’da Tintoretto’nun en önemli resimlerinden biri olan “Beyaz Sakallı Adamın Portresi” (1545) karşımıza çıkacaktır.

 

 

  

 

 

 


 

 

Gerçeklik maddeselliğiyle ölçülüyor


Aynı sayıdaki bir diğer yazıda Lisa Appignanesi, “Berger’in Görme Biçimleri” başlıklı yazısında John Berger’in hayatında geziniyor. Berger’le 1970’li yılların ortasında tanışan Appignanesi, Berger’in kitaplarından alıntılar yaparak yazarın Manzaralar (Metis Yayınları, Mayıs 2019) kitabını, Berger’in hayatı ve eserleri üzerine yazılmış bir kitapla birlikte inceliyor.

 

Appignanesi, Berger’in Görme Biçimleri’nden şu cümleleri alıntılıyor: “Yağlı boya resim, sermayenin sosyal ilişkilere yaptığının aynısını dış görünüşe yaptı. Her şeyi nesnelerin eşitliğine indirgedi. Her şey bir meta haline geldiği için her şey değiş tokuş edilebilir hale geldi. Tüm gerçeklik mekanik olarak maddiyatıyla (maddeselliğiyle) ölçüldü. Kartezyen sistem sayesinde ruh ayrı bir kategoride kurtarıldı…”

 

Görme Biçimleri’nde erkeklerin kadınları izlediğini; kadınlarınsa erkekler tarafından izlenişlerini izlediğini “erkek bakışı” üzerinden çözümleyen Berger hakkında daha uzun konuşabiliriz elbette ama şimdilik başka bir ülkeye geçiyoruz: Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanı, mart ayında Fransa’da yayımlandı (La Femme aux Cheveux roux, Gallimard). Libération’dan Frédérique Roussel, “Orhan Pamuk’un Kuyularının Şarkısı” başlıklı yazısında, yazarın baba-oğul ilişkisini, bir gencin kararlı bir çıraklık yaptığı bu romanın kalbine yerleştirdiğini; Kafamda Bir Tuhaflık’ta boza satıcılığıyla yaptığı üzere bu kez de artık var olmayan bir zaman, bir meslek üzerine titiz ve hassas bir özenle yazdığını söyler. Roussel, Pamuk’un ayrıca kendisi üzerine yaramaz bir şekilde şaşırtıcı bir yansıma sunduğunu da aktarır.

 

 

 

 


 

 

Korku dolu anneler ve diğer acımasızlıklar

 

Le Monde’un kitap ekinde ise Florence Noiville, “Nobel Ödüllü Türk Orhan Pamuk’un İlham Kaynakları” başlıklı tam sayfa yazısında, dört başlık altında Pamuk’un dünyasında “Renkler”, “Efsaneler”, “Nesneler” ve “Baba” kavramlarına yakından bakıyor. Örneğin renklerin hatırlattıklarının her zaman yazarın eserlerinde yer aldığından söz eden Noiville, Boğaz kıyılarında kırmızının özgürlüğün rengi olduğunu; İstanbullu zengin bir burjuva çocuğu olan Pamuk’un babasının her zaman şair olmak istediğini, 1940’lı yıllarda Paul Valéry’nin şiirlerini Türkçeye çevirdiğini aktarır. Kırmızı Saçlı Kadın’da “Babanın da her zaman yazar olmak istediğini sakın unutma” cümlesinin de tesadüfi olmadığının altını çizer.

 

Bitirmeden bir de Almanya’ya gidelim istiyorum. Henüz 25 yaşında olan yazar Helene Bukowski’nin ilk kitabı Süt Dişleri (Milchzähne) dikkat çekmeye devam ediyor. Antonia Baum, Zeit’da yayımlanan eleştirisinde, genç yazarın korku dolu anneler ve diğer acımasızlıklarla dolu bir dünya için yeni bir dil aradığının altını çiziyor.

 

Yabancı basını takip ederken dikkatimi en çok çeken hususlardan biri de, video oyunları, video oyunlarının tarihi, video oyunları sosyolojisi üzerine bir literatürün oralarda giderek genişlemekte ve zenginleşmekte olduğu. Ayrıca piyasaya yeni çıkan bir video oyunu üzerine çok kıymetli, derinlikli eleştiriler, incelemeler yayımlanıyor. Konuşabileceğimiz daha çok konu var ama şimdilik ilk Dış Hatlar’dan aktaracaklarım bu kadar. Temmuz ayında görüşmek üzere.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.