Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Değirmenlerin Öğütemediği Gerçeklik



Şahane
Toplam oy: 99
Süleyman Sabri Genç’in Değirmen Kâhini ilk kitapların o kendine mahsus heyecanını ve zaaflarını sonuna dek taşıyan bir eser. Genç, hem biçim hem içerik açısından farklı bir yolu izlemenin derdinde daha çok.

Şiir gerçekliğin imhasıyla başlar. Gerçekliği imha edemeyen şiiri, gerçeklik öyle ya da böyle imha eder. İmha yoksa ne inşa ne de bir icat söz konusudur. Avangart akımların sanat ve şiir söz konusu olduğunda sazı eline alıp konuştuğu zamanları her zaman önemsemişimdir. Ne var ki bir havai fişek gösterisi gibi, birkaç dakikalık tantanadan sonra geriye kalan kocaman bir hiç. Elbette klişe ile kroşe arasında sadece bir tercih farkı değil, aynı zamanda bir söyleyiş ve gözleyiş farklılığı da bulunur. Bize zekâsıyla kroşe vaadinde bulunan bir şiirin sonunda yine klişelere sardırıyorsak burada bir sorun var demektir.

 

Süleyman Sabri Genç’in Değirmen Kâhini isimli kitabını bu hislerle okudum. Bir ilk kitap Değirmen Kâhini. Kitapta kitabın ismine atıfta bulunan bir başlığa, dizeye denk gelmedim. Genç, bir dünya / değirmen istiaresi üzerinden şairin konumlandığı yeri anlatıyor bu başlıkla. Hemen belirteyim, Değirmen Kâhini ilk kitapların o kendine mahsus heyecanını ve zaaflarını sonuna dek taşıyan bir eser.

 

Toplamda otuz iki şiir var kitapta. Genç, başlarken kitabını sosyal medya hesaplarında kendisini engelleyenlere ithaf ettiğini söyleyerek zaten şiirle kurduğu/kurmaya çalıştığı dijital dünyaya dair ipuçları veriyor okura. Bu da bir tercihtir sonuçta. Sanal dünya tıpkı Baudrillard’ın sözünü ettiği o hiper gerçekliğin dünyasıdır artık. Birer gösterge olması gereken imgeler, semboller kendisi olmaktan çıkıp gerçekliğin yerini almış, gerçekliğin kötü birer kopyalarına dönüşmüştür.

 

Zeka şiirin uç beyidir
Deneysel bir şiir yazıyor Genç. Hem biçim hem içerik açısından farklı bir yolu izlemenin derdinde daha çok. Dizelerin kendi bünyesinde bir bağlaşıklık veya dizeler arasında bir bağdaşıklık ilkesi aramaya yatkın okurlar bu şiirleri okurken şüphesiz zorlanacaktır. Benden söylemesi. Mantıksal bir tutarlılıktan ziyade bu tutarlılığı çok da önemsemeyen, kafasına göre takılan, arada parlak, oldukça güçlü zekâ ürünü dizelerle yazdığı şiiri hem yatay hem dikey genişletmeye/ derinleştirmeye çalışan bir şair refleksiyle yazıyor şiirini. Bütün bu, dünyanın sinir uçlarına dokunmaya çalışan biçim oyunları, kelime seçimleri, bir tekerlemeyi andıran sentaks jimnastikleri içinde elimizde ne kalıyor? Şüphesiz ki, zekâ şiirin uç beyidir ancak zekâyı kibarlaştıran ve ehlileştiren bir anlam aşısı yapılmazsa şiir entelektüel bir gösteriye dönüşme riski taşır her zaman. Genç, bu riski gözetmeli.
Amigdala başlıklı şiirle açılıyor kitap: “göğsünde okunaksız kitap sektirmeye / evden çıkmamıştı alo polis bu adam / elinden tutulmadan var olabilmeli / kendi elleri olan bir dünya savaşı filmi” (S.13) Beyindeki korku ve heyecan duygusunun merkezi anlamına gelen tıbbî bir terim amigdala. Genç, insanın hayata dokunma içgüdüsünün izinden giderek şiirin bütün sinir uçlarını yokluyor bir bakıma. Elimizde kalan dize ise şu: “çınar ektim yırtılan göğsüme bunları düşündüm” (Amigdala, s.14) Genç’in kelime seçimleri noktasında da oldukça marjinal bir duruş içinde olduğunu söylemek mümkün.
Ökült, entropi, terking, orji, stalklarım, fake atmak vb kelimeleri, söyleyişleri tercih eden şairin bu kelime akrobasileri içinde bize hangi dünyevî kehanetlerde bulunduğunu aramak artık okura kalmış bir mesuliyet. Ancak şunu söylemek, Türkçeye olan manevî borcumuzun bir gereği olsun: Kitaptaki şiirlerin bizi getirip bıraktığı çıkmaz, melez bir dile gelip yaslanıyor daha çok. İroni ve imaj orijinalliği kaygısıyla ve belki de gayesiyle kurulan bazı dizeler, bize bizi hatırlatan bir Türkçeden ziyade belki de bizi kendisine benzeten o kırma, melez dile kadar iniyor: “kaçışizm neo-kaçışizm neo-neokaçışizm” (Water Pipe, s.64)
Kurşunun gittiği yer
Genç, deneysel biçim ve kelime oyunlarını bir kenara bırakıp hayata ve dünyaya dair meselelerini konuşmaya başladığında daha sarih, daha orijinal şiirler yazıyor. Onun şiirde kullanmaya çalıştığı o işlek zekâ tam da burada bir ses veriyor bize: “ben bir bulut tanıyorum veri ağdalarından / devlet göğünden çıktığı olur / kaçmamız orda kalmamız olur / altımızda koşu bantları” (Kurşunun Gittiği Yerden Yazıyorum, s.59) Eleştirel temi biçime değil de anlama doğru yönelttiğinde Genç’in şiirindeki insanî gerilim oldukça sağlam bir kıvama yaslanıyor: “her şeyi gördünüz göğüs kafeslerimde sakladığım / hiç çıkarmadığım kızları / diyordun uçaktaki yetkili kargolara / iner inmez hafıza kaybıyla tanıştırdılar” (Savaşları, Kralları ve Jetleri Anlat Onlara, s.58) Ve epigrafta Muhammed Ali’nin bir cümlesine yer verilen şiirin ilk dizeleri: “sütü bıraktım / avcumun boyu kısa kaldı” (No Offense, s.38)
Dijitalleşen dünyanın tehlikeleri
Hızla dijitalleşen bir dünyada insanın bir teknik aygıta, bir imitasyona dönüşme tehlikesi içinde olduğu elbette aşikâr. İnsan, insanlıktan çıktıktan sonra tekniğin ve deneyselliğin mayaladığı bir şiirsel dil bize ne katabilir? Genç, ilk kitabını çıkarmış genç bir şair olarak bu sahih soruların ve kaygıların izinde bir yol haritası çıkarmalı kendine. Kadim insanî meselelere eğildiği dizelerde, anlama yaptığı derin aşılarla bazı güçlü dizeler yazabildiği için bir umut içindeyim. Şüphesiz bir şaire nasıl yazması gerektiğini söylemek hatta bunu ima bile etmek bir cahil cüretinden başka bir şey değil. Benim kastettiğim başka bir şey burada.
Şiirin değirmeninde gerçeklik öğütülemezse gerçeklik / hiper gerçeklik / sanal gerçeklik onu öğütmeye başlar. O zaman içinde esc, block, stalk, fake vb. kelimeler geçen şiirler yazılınca şiirin deneysel sularına girildiğini zanneden bir kısır döngüye saplanırsınız ki, burası şiirin Türkçesi açısından hiç de ferah ve felah bir yer değildir.
Aradaki fark nedir? İki örnekle anlatıp bitireyim: “üzülme işine nasıl alındığımı bilmiyorsun” dizesini söyleyebilen Genç’in bir diğer şiiri: “nakkaş nakış pul frengi kabataş vapuru sulara / rejisör dertli rol-tekrar kırıl kızım çek fitili / kabzı darlı vitesi boş leğenler iktidarı / pullara frengi postallara galb postnişini yakışıklı” (Oxford Virdi, s.40) Yorum elbette siz sevgili okurların…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.