Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

!F İstanbul'da edebiyat uyarlamaları



Şahane
Toplam oy: 1551

Bundan tam 11 yıl önce, İstanbullu sinemaseverlere bir alternatif oluşturmak, izleyiciyle merak edilen filmleri, vizyon sırası ya da İKSV'nin film festivalini beklemeden kavuşturmak amacıyla, dünya çapında bağımsız festivallerden topladığı ilgi çekici filmlerden oluşan bir programla başlamıştı yolculuğuna, !F İstanbul.

 

 

 

Aradan geçen zamanda hem festivalin izleyici kitlesi, bölümleri, programı, süresi ve salon sayısı genişledi, hem de !F, İstanbul dışında önce Ankara, sonra da İzmir'e doğru yelken açtı. Bu yılki !F'e baktığımızda, önceki yılların ihtişamına yaklaşan bir programla karşı karşıya olmadığımızı görmek güç değil. Programın önceki yıllara göre bir parça daha kısır olmasının pek çok nedeni vardır elbette.

 

Gerek diğer festivallerin sayısını ve gücünü artırması, gerekse de !F'in düzenlediği parti ve konserlere de en az filmler kadar ağırlık vermesi, bu durumun en bariz nedenleri arasında olabilir. Önceki yıllarda Hal Hartley, Darren Aronofksy, John Cameron Mitchell gibi bağımsız sinemanın en sağlam isimlerini İstanbul'a, filmleriyle birlikte konuk eden !F, bu yıl daha mütevazı bir programla karşımızdaydı. !F'teki filmlerin niteliği kadar, edebiyat uyarlaması filmlerde de bir düşüş vardı bu yıl. Festival programında, doğrudan bir edebiyat eserinden uyarlanan yalnızca iki film vardı. Bunlardan ilki, hem bu yılki festivalin en popüler filmi, hem de 2011'in festival ve ödül listelerinde en çok öne çıkan filmlerden biri olan Senden Bana Kalan / The Descendants idi.

 

 

 

Senden bana kalan/ The Descendants 

 

 

 

 

 

Citizen Ruth, Election, About Schmidt ve Sideways gibi başarılı Amerikan bağımsızlarının yazar ve yönetmeni Alexander Payne'in yedi yıllık uzun bir aradan sonra yeniden kamera arkasına geçtiği Senden Bana Kalan, Kaui Hart Hemmings'in aynı adlı romanından Payne ile Jim Rash ve Nat Faxon tarafından uyarlanmış bir dramedi. Daha önce Shelly Fisher adlı bir televizyon filmi kaleme alan ve Breaking Waves adlı bir başka filmin daha senaryosuna imza atan Hawaii kökenli Hemmings'in otobiyografik özellikler de taşıyan romanı, bir tekne kazasından sonra komaya giren eşinin geride bıraktığı aileye ve düzene ayak uydurmaya çalışan Hawaiili toprak sahibi Matt King'in hikayesini anlatıyor. Ergenliğinin başında ve sonunda olan iki genç kızıyla, fişi çekilmek üzere olan eşinin öleceği haberini, eşinin yakınlarına vermek üzere bir yolculuğa çıkan King, bir yandan da eşinin kendisini aldatmış olduğunu öğrenerek, zor bir sınavdan da geçiyor. Diğer yandan King'in, satışı Hawaii'nin çok sayıda yerlisini zor durumda bırakacak bir de arazisi var. Tüm bu trajedinin ortasında, onlarca sayıda kuzeni olan Matt, kuzenlerinin araziyi sattırma baskısıyla da mücadele vermek durumunda kalıyor. Son derece basit bir hikayeden yola çıkmasına rağmen, oldukça sürükleyici bir anlatımı olan Senden Bana Kalan, Amerika'da epey başarı kazanmış romandan uyarlanırken de özenli bir muamele görmüş.

 

 

 

 

 

En iyi uyarlama senaryo kategorisinde Oscar adaylığı (belki de Oscar ödülü demeliyiz, zira bu yazı yazılırken ödül henüz sahibini bulmamıştı) kazanması bir yana, kitabın hayranlarını çok da hayalkırıklığına uğratmamış bir uyarlama olması açısından önemli bir iş var ortada. Senaristlerin uyarlama konusundaki itinalı çalışmasına rağmen, filmin saplandığı sorunlar da yok değil. Filmin tadını kaçırmadan söylemek gerekirse hikaye, satış sürecindeki topraklarla ilgili King'in yaptığı manevra üzerinden, etik olarak yanlış bir şey söylüyor denebilir. Buna rağmen, hem esas karakterimiz, hem de başta kızlar olmak üzere tüm yan karakterlerin inci gibi işlendiğini belirtmekte de fayda var. Senden Bana Kalan'ın eğlenceli ve bütünlüklü bir seyirlik olmadığını iddia etmek çok güç. Bu filmle ödüllerine ödül ekleyen George Clooney ve büyük kızı Alex'i oynayan Shailene Woodley'nin de enfes performanslar sergilediklerini de ekleyelim.

 

 

 

Yüzü olmayan gözler/ Les yeux sans visage

 

 

 

 

 

Festivalin !F Kült bölümünde gösterilen ve hem kült bir korku klasiği, hem de bir Fransız Yeni Dalga örneği olarak ele alınabilecek Yüzü Olmayan Gözler / Les yeux sans visage ise Georges Franju imzalı, sıra dışı bir gerilim. Geçirdiği bir trafik kazasıyla yüzü yanan kızına, yeni bir yüz vermek için genç kızları kaçırarak, onlardan aldığı yüzleri kızına nakletmeye çalışan, aklını yitirmiş bir doktorun hikayesini anlatan film, tüyler ürpertici bir korku atmosferi yaratmanın yanı sıra, hüküm olgusuna dair sağlam cümleler kuruyor.

 

 

 

Yaralı bir yüz kazanmış kızının, bu haline dolaylı yoldan da olsa sebebiyet verdiği hissiyle harekete geçen doktor Genessier, ısrarla bu izi yok etmeye, bu yarayı örtmeye uğraşıyor film boyunca.

 

Kızı Christiane'in tanınmaz haldeki yüzünü görmeye tahammül edemeyen Genessier, ameliyatlar dışında da kızını, yalnızca gözlerinin göründüğü bir maskeye hapsediyor. Yani kazanın emaresi olan gerçeğin yüzeyini geçici olarak örtüyor ama kazanın şahidi gözlerin delici bakışlarından da kurtulamıyor. İlk bakışta, sıradan bir deli doktor ve onun zavallı deneği hikayesi gibi dursa da Yüzü Olmayan Gözler, kendinden olan üzerinde zorla kurulan aidiyet duygusu, hakimiyet ve hakim olunan arasındaki ilişki ve derin bir hükmetme güdüsünün izini sürüyor, bu duygu ve tavrın kökenini araştırmaya çalışıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Fransız yazar Jean Redon'un kaleme aldığı aynı isimli kitapta da vurgunun yapıldığı esas nokta, doktorla kızının, araya giren çok sayıda kurbandan bağımsız süren, trajik ve karanlık 'yüz'leşme hikayesi.

 

 

Genessier, Christiane'ın yapıbozumuna uğramış, ona yabancı suretiyle karşılaşmasının ardından, onu kendi yarattığı surete döndürmeye çalıştıkça, ortadaki manzara zor durumdaki bir hükümdarın topraklarını koruma mücadelesine daha da yaklaşıyor.

 

 

 

 

 

 

 

Geçtiğimiz aylarda bizde de gösterilen ve yine bir edebiyat uyarlaması olan Almodovar filmi İçinde Yaşadığım Deri / La piel que habito'yla benzerlik taşıyan film, hem bu filme, hem de Christiane'in kullandığı maske üzerinden Cameron Crowe filmi Vanilla Sky'a kadar çok sayıda işe ilham vermiş, yüz naklini kullanımı ve meseleye yaklaşımı açısından da döneminin ötesinde laflar etmiş bir film. Her şey bir yana bırakıldığında, bu öncü olma durumu ve kendisinden sonrasına ışık tutma özelliğiyle bile ilgiye değer bir film.

 

 

 

 

Franju'nun Redon'dan uyarladığı ve hem döneminde hem de sonrasında fırtınalar koparan filmi Yüzü Olmayan Gözler, günümüzde hak ettiği ilgiyi görmüş ve sinefiller tarafından da çoktan keşfedilmiş durumda. Filmi, festival kapsamında görememiş olanlar, ünlü DVD şirketi Criterion'ın çıkardığı baskıyı edinip, bu nefis klasikle tanışabilir. İktidar ve hükmetme hırsının en belirgin şekilde gözler önüne serildiği bu dönemde, böylesi örtük bir iktidar taşlaması seyretmenin tam vaktidir belki de. Kuşkusuz ki bu yıl !F'in de en nefis hareketlerinden biriydi bu filmi beyazperdede izleme imkanını yüzlerce kişiye sunmak. Gelecek yıl da böylesi klasikleri seyirciyle buluşturması ve programına, ilk yıllarındaki özenin gösterildiğini hissettirerek, daha çok sayıda nitelikli filmlerin eklenmesini diliyoruz son olarak.

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.