Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Fotoğraf // Roland Barthes’ı “yeniden” okurken



Vasat
Toplam oy: 423
Aslında sanat tarihine geçecek bir çeşitleme, bir yeni aranjman olarak sayabileceğimiz bu kitabı, Camera Lucida’yı anlama kılavuzu olarak da ele almamız mümkün.

Geçmiş hem uzak hem de sandığımızdan çok daha yakındır. Geçmişi hatırlamak kolay, hesabını vermek ise zordur. Süperegomuz bizi bilinçaltındaki yalnızlığına mahkum etmeden önce, yaşadığımız günler nostaljinin askerleri tarafından çoktan kuşatılmıştı. İnsanlığın, zamanın geçtiğini hatırlatacak yeni buluşlara gereksinimi vardı.


Fotoğraf yeryüzüne çıktığında bu kuşatma da kendiliğinden kalkmıştı.


Durağan aynalarla kuşatılmış, bambaşka ölçütlerle okunacak yepyeni bir dünya, geleceği üzerine kayıt etmeye ant içmişti adeta. Artık insanlar hatırlamak için fotoğraflara bakıyorlardı ve fotoğraflar aracılığıyla hatırlanacaklarını biliyorlardı.

 

 

 

Daniel Boudinet, Polaroid, 1979 (Camera Lucida kitabından)


Hafızanın yerini fotoğraf henüz almamışken, sözcüklerle konuşurdu insanlar. Felsefe, mitoloji gibi kadim disiplinler, evreni daha iyi kavramak ve yaşadığımız dünyayı daha iyi anlamak için yeryüzüne gönderilmiş gibiydiler. Tragedya ise, anılar ürperttiğinde sarındığımız bir pelerin gibiydi. Dünya çağdaş sanatla henüz aklını kaybetmemişti.


Sevdiklerimizin yanında geçen, o bitmesini hiç istemediğimiz anların psikolojik zamana karşılık geldiğini hepimiz biliriz. Bazen bir koku, bazen bir melodi, bazen de nedenini bizim asla bilemeyeceğimiz bir bilinç atlamasının önümüze koyduğu anıları hayretle hatırlarken buluruz kendimizi. Zaman görecelidir. Yaşam uçucudur.


Roland Barthes’ın Camera Lucidası ile karşılaştığımız o günler, fotoğraf üzerine sıkça düşündüğümüz ama girdiğimiz bilgi kuyularından kendi olanaklarımızla çıkamadığımız için dışarıdan yardıma ihtiyacımızın en fazla olduğu zaman dilimiydi. Barthes, ipini bize uzattığında gözümüzü alan bir ışık vardı; üstelik hem susuz hem de ıslaktık.


Sahneye ilk, fotoğrafı insanlığa anlatmak için yeminli John Berger çıkmış, elindeki fenerle bize yola göstermişti. Görme Biçimleri, görme biçimimiz olmuştu. Freud’un yanılgılar psikolojisini de terkimize alıp fotoğrafların ardından gitmiş. Resim tarihinden reklamcılığın belirsiz oyunlarına kadar felsefenin rüzgarına yelkenimizi açmış her delikanlı gibi olan bitene şüpheyle bakmıştık. Hümanist Berger insanlardan umutlu, biz ise gelecekten kaygılıydık.


Sonra fotoğraf ve hayatın akıp geçmekte olan sosyolojisine bir kadın kalbinin yanı sıra, mükemmel işlenmiş bir insan beyni ile de bakmayı bilen, bulutlu havalarla arası iyi olan Susan Sontag ile tanışmıştık. “Fotoğraf Üzerine” bizler de onunla paralel düşünmeye başlamıştık. Dünya kötülükler, felaketler ve savaşlarla daha mükemmel dönüyordu. Bildiği her şeyi paylaşıp sahneden indiğinde, hepimiz onu kutlamak için sıradaydık. Sontag’ı seyrek görüşen akrabalar gibi özlemle bağrımıza basmıştık.


Sonra, zaten herkesten çok daha önce sahnede olan Barthes gelip yepyeni bir rolle karşımıza çıktığında, biraz daha temkinle kendisine yaklaşmıştık. Sözcükleriyle kundakladığı annesinin, kulağından gitmeyen ninnisiyle bizler de o kayıp fotoğrafın peşine düşmüştük. Ve bu dünyaya doymamış bir ruh gibi, bahçede Walter Benjamin’in ayak izlerini arıyorduk. Yaşam uzun, fotoğrafın tarihi ise, insanlığın tarihine göre çok kısaydı.

 

 

Alexander Gardner, Lewis  Peyne'in portresi, 1865 (Camera Lucida kitabından)

 

 

Yakıtı, mutsuzluktan


A. Tufan Palalı, ilhamı tamamen Roland Barthes’a ait olan Kış Bahçesinden Fotoğrafa: Bir Roland Barthes Yolculuğu adını taşıyan sıra dışı bir kitaba imza atmış. Kitabın yazılış nedeni, bir “leitmotiv” gibi bizi asla terk etmeyen, Barthes’ın sözünü ettiği -ama kendisi dışında kimsenin görmediği- kış bahçesi fotoğrafı. Aslında sanat tarihine geçecek bir çeşitleme, bir yeni aranjman olarak sayabileceğimiz bu kitabı, arka kapakta da belirtildiği gibi Camera Lucida’yı anlama kılavuzu olarak da ele almamız mümkün.


Kış Bahçesinden Fotoğrafa kitabı, Barthes’ın annesinin ölümünden sonra bitirmiş olduğu Camera Lucida’ya yeni bir bakış denemesi. Ama altı çizilen konular ve bunlara A. Tufan Palalı’nın yaklaşım biçimi, bizim kitap üzerine bir kez daha düşünmemizi, hatta yeni veriler ışığında bir kez daha okumamızı da yanında getiriyor. Önce annesi, sonra da Roland Barthes, görevlerini bitirip bu dünyadan çekilmişlerdir. Barthes, yazdıklarının yanına artık yeni bir şey koyamayacaktır.


Biraz kızgındır hayata Barthes, ama bunu hep kırgınlık perdesinin arkasında, günlük hayatla arasına mesafe koyarak kontrollü bir biçimde dışavurmuştur. Varoluşçular gibi mutluluk ile pek işi yoktur. Hatta Barthes’ın yaşamını idame ettirmek için gereken yakıtını mutsuzluktan sağladığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Yaptığı her fotoğraf okuma denemesi, aslında her erkek çocuğun yaptığı “anneyi arama/bulamama” ediminden başka bir şey değildir.


A.Tufan Palalı, bu çetin ceviz yapıtı, sanat tarihinden mitolojiye uzanan geniş bir bilgi skalası üzerinden bir kez daha değerlendiriyor ve farklı bir okuma gerçekleştiriyor. Alıntılarını, Camera Lucida kitabının 48 bölümüyle paralel olarak eşliyor. Yaptığı her doğaçlamada, iyi bir caz müzisyeni gibi ana melodiden kopmuyor. Barthes’ın cümleleri -ve elbette buna bağlı olan görüş ve düşünceleri- Palalı’nın yeni bakış açılarıyla bir kez daha harmanlıyor.


Barthes’ın en büyük özelliği, hiçbir yere bakmadan oluşturduğu kuramlarını, göstergebilimin ışığında farklı bir tonlama ile kendine özgü filtrelerden geçirerek okuyucusuna sunmasıdır. Sadece yazıları değil, iyi bir hatip olan Roland Barthes’ın konferansları ve dersleri de sanat ve felsefe dünyası için büyük önem taşımaktadır. Birçok teorisi bu oturumlarda tutulan notlarla daha iyi anlaşılmıştır.



A. Tufan Palalı’nın yapıtını bir eleştiri kitabı olarak değil, Barthes’ın bestesine sadık kalarak yapılmış yeni tatlar içeren bir çeşitleme, onun ayak izlerini bozmadan aynı rotayı takip etme uğraşı, “Kör alan”dan “Studium ve Punctum”a uzanan bir yolculuğun yeniden söylenmiş bir hikayesi olarak ele alabiliriz. Palalı, Barthes’ın okuma uğraşını, bizlere yeni katmanlar sunarak anlamamıza yardımcı olmak üzere oluşturmuş. Üzerine çok emek verildiği belli olan kitabın son bölümünde yer alan 24 sayfalık “Notlar” bölümü de, tam kitap bitti derken, okuyucularına resimden edebiyata kadar uzanan alıntılarla son satırlara kadar rehber oluyor.

 

 


Bu satırların müellifi bendeniz, bir yandan rüyalarla kutsanmış bilinçaltımın kozmik atlamalarına yenik düşüp Edip Cansever’in -sadece dizelerinden yola çıkarak fotografik görüntüsünü oluşturduğum- “Limonluktaki Yangın” şiirini düşünürken, diğer yandan da annesinin kendinden önceki fotoğraflarına gizliden gizliye âşık Roland Barthes üzerine bir yazıyı, evimin kış bahçesinde yazarken buluyorum kendimi. Artık ben de bu oyunun kaçınılmaz bir parçasıyım.


Ve kış bahçeleri, güneşin acımasızca kendini gösterdiği yaz günlerinde, bir fanus gibi varlığını yeniden üretir. Oysa bu yazının da yazıldığı kış vakitlerinde -içerisi sıcak ise- hatırlamaya çalıştığımız eski bir fotoğrafta olduğu gibi, bize gülümseyen evreni bir hayal perdesinin ardında görürüz.


Dünya bizim mağaramız, içine hapsolduğumuz gizli bahçedir. En umulmadık anlarda, fotoğraflar yardımımıza yetişir; bugünü yarına, geçmişimizi geleceğe taşır. Aramayız, bulmuşuzdur artık. Barthes, iyi ki varsın; A. Tufan Palalı eline sağlık. Belki de o fotoğraf hiç olmamıştı.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.