Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Gölgede Kalanlar// İsveç'in serin sularından İspanya'nın kızgın kumlarına



Şahane
Toplam oy: 883
Per Wahlöö
Telos Yayıncılık
Maj Sjöwall ile Per Wahlöö çiftinin dünya çapında en iyi bilinen Martin Beck serisi bile bu durumdayken, yazarların diğer kitaplarından hiç söz edilmemesi doğal.

"İsveç polisiyelerine bayılırım. Bu zevki bana Aydın Arıt'ın güzel Türkçesiyle çevrilen ve hiç ara vermeden altı cildini arka arkaya okuduğum Martin Beck dizisi kazandırmıştır. Maj Sjöwall ile Per Wahlöö'nün birlikte yazdıkları bu dizinin Sjöwall'ın ölümüyle yarım kaldığını öğrendiğimde hüzünlenmiştim. Taşınmalarımın birinde elden çıkarmışım o kitapları. Bazen özlüyorum." Martin Beck dizisi ile ilgili bu “hoş” sözler Murathan Mungan’a ait. (Seriye dahil kitapların yeni Türkçe basımlarında bu cümleler, “Milliyet Kültür & Sanat” şeklinde kaynak gösterilerek arka kapaklarda da kullanılmış.) İsveç polisiyeleri, daha geniş bir çerçeve çizmek istersek İsveç edebiyatı ve hatta coğrafyayı daha da genişleterek “Kuzeyli polisiyeler” hakkında söz söyleyen herkesin adlarını anmadan geçemeyeceği iki isim Maj Sjöwall ile Per Wahlöö. 1965’te birlikte yazmaya başladıkları Martin Beck serisini 1975’te Per Wahlöö’nün ölümüne dek sürdürüyorlar; on yılda on kitap... (Fark edileceği gibi Mungan’ın cümlelerinde ufak bir yanlışlık var ya da şimdiye kadar hep yanlış alıntılandı; 1935 doğumlu Maj Sjöwall hâlâ hayatta, 1975 yılında aramızdan ayrılan Per Wahlöö aslında.)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Genel olarak mutsuz ve içine kapanık bir profil çizen ama ülkesinin en başarılı sorgu uzmanı olarak görülen Komiser Martin Beck’in merkezde olduğu seri, 1970’li yıllarda ilk olarak yayımlandığında Türkiye’de de sevilmişti; ancak ilk altı kitabın ardından devamı getirilememişti. Aydın Arıt çevirisiyle Milliyet Yayınları tarafından yayımlanan bu kitaplar Kanaldaki Ölü, Duman Olan Adam, Balkondaki Adam, Gülen Polis, Uçtu Uçtu İtfaiye Arabası Uçtu ve Oteldeki Cinayet isimlerini taşıyordu. Yıllar içinde tam anlamıyla “unutulan” bu seriyle ancak 2000’li yıllarda yeniden karşılaşabildik. İnkılap Kitabevi tarafından 2004’te yeniden yayımlanmaya başlayan serinin bu sefer eksik kitapları da tamamlanacak gibi görünüyordu. Yedinci kitap Saffle Pisliği 2005 yılında yayımlandı ancak sekizinci kitap olarak Kilitli Oda’yı beklerken nedense bir atlama yapıldı ve Polis Katili çıktı; son kitap da (Teröristler) zaten yayımlanmadı. Böylelikle Martin Beck serisi Türkçede yine eksik kalmış oldu. Ayrıca bu aralar unutulmuş durumda görünüyor, kitapların yeni basımlarına bile ulaşmak pek kolay değil; üstelik Kuzey polisiyesi romanlarına, televizyon dizilerine bu kadar “değer” verilen bir zamanda... Dolayısıyla, Maj Sjöwall ile Per Wahlöö çiftinin dünya çapında en iyi bilinen Martin Beck serisi bile bu durumdayken, yazarların –biraz da Martin Beck’in gölgesinde kalmış– diğer kitaplarından hiç söz edilmemesini doğal karşılamak gerekiyor sanırım. Oysa özellikle Per Wahlöö’nün Kamyonet romanını okuyunca, yazarın diğer ilk dönem yapıtlarını (Martin Beck serisinden önce kaleme aldıklarını) merak etmemek elde değil.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir siyası gerilim romanı

 

 


Martin Beck serisinin ilk romanı Kanaldaki Ölü, şu cümleyle başlar: “Cesedi 8 Temmuz öğleden sonra tam saat üçte buldular.” Per Wahlöö’nün Kamyonet romanı ise şöyle: “Willi Mohr, yedi Ekim günü, saat iki sularında, tam siesta sırasında tutuklandı.” Bir polisiyeyle karşı karşıya olduğumuzu bir cesedin bulunuşuyla; bir siyasi gerilim romanıyla karşı karşıya olduğumuzu da bir tutuklamayla daha ilk cümleden belli ediyor yazar. Bu ilk cümlelerdeki benzerlik de gözden kaçacak gibi değil. Her ne kadar anlatılan hikaye İsveç’in kanallarındaki serin sulardan İspanya’nın kızgın kumlarına, bir sahil kasabasına sıçramışsa da...

 

 

 

 

Kamyonet romanı, Franco dönemi İspanya’sında bir sahil kasabasında geçiyor. Alman Willi Mohr ile tanışıyoruz. Pek de başarılı olduğu söylenemese de resimle uğraşmaktadır Willi Mohr. Aynı evde yaşamaya başladığı Norveçli bir çift ve yerel halktan iki kardeş daha vardır yakın çevresinde. Mohr, hiçbir şeye kendini veremeyen, kendi kişisel sorunlarının bile kendisini ilgilendirmediğini düşünen biridir. Adeta bir kapalı devre içinde dolanıp durmaktadır. Başından geçmiş ve ona gerçekten mutluluk ya da ıstırap vermiş tek bir olay hatırlamamaktadır mesela... Elbette yalnızca bu bohem hayatlara odaklanan, “durgun” bir roman değil elimizdeki. Willi Mohr’un ve aslında romanın kırılma noktası ise Norveçli çiftin söz konusu iki kardeş tarafından öldürülmesidir. Kaza gibi gösterilse de Willi Mohr inanmaz. “Sıradan bir kaza, fazla gürültü koparmaya değmez.” dense de olayın peşini bırakmaz. “Bu olay, o güne kadar çevresinde olan biteni izlemekle yetinmiş, gözlemciliği eylemciliğe yeğ tutmuş olan roman kahramanı Willi Mohr'u harekete geçirir; artık, yabancılaşma ile adanmışlık arasındaki çelişkiyi çözmeye götürecek bir yolun ağzında bulur kendini.” Martin Beck serisindeki her bir kitapta nasıl İsveç toplumunun röntgeni çekilmişse, bu siyasi gerilim türündeki romanda aynı zamanda Franco İspanya’sını “okuduğumuz” da söylenebilir. Ne de olsa Wahlöö, bir dönem İspanya’da kalmış ama karıştığı bazı “faaliyetler” nedeniyle 1957 yılında sınır dışı edilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Maj Sjöwall’ı da unutmayalım...

 

 


Gayet sağlam bir olay örgüsüne sahip olan Kamyonet, Per Wahlöö’nün Martin Beck serisi dışındaki tek romanı değil üstelik. Diğer romanlarını ve kaleme aldığı senaryoları da hesaba kattığımızda uzun bir liste elde ediyoruz. Öncelikle Martin Beck serisi Türkçede tamamlanabilirse, belki bu romanları da okuma imkanı bulabiliriz. Bu arada Maj Sjöwall’ı da unutmayalım... Halen Stockholm’de yaşayan Sjöwall, hiçbir zaman –Per Wahlöö’süz– yeni bir Martin Beck kitabı yazmayı düşünmemiş, ama polisiyeden de vazgeçmemiş.

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.