Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

İnsanın Var Olma Çabasını Anlatan Yazar: Platonov




Toplam oy: 110
Romanları yanında kısa öykünün de en iyi örneklerini veren Andrey Platonov, insanın yaşanan acılar karşısında var olma mücadelesini, sevgi, dostluk, mutluluk arayışını hikâye eder. Atmosfer yaratmada, karakter oluşturmada başarılıdır. Açlık ve acı onun temel vurgularından olmasına karşın, hiçbir acı sömürüsüne başvurmaz. Acı, doğal bir insani durum olarak öykülerde yer bulur. İnsanın onunla baş edebilme yolları, hayatın gereklilikleri ve insanın zaafı bu bağlamda incelikle örülür.

Andrey Platonov (1899-1951), iki önemli romanı Çevenkur ve Çukur yanında, güçlü atmosfer, derinlikli karakterler ve çarpıcı temalarıyla kısa öykünün de başyapıtlarını kaleme aldı. John Berger’in “günümüzde dünyanın muhtaç olduğu hikâyecilerin öncüsü” dediği Platonov; insanın yaşanan acılar karşısında var olma mücadelesini, sevgi, dostluk, mutluluk arayışını hikâye eder. Özelikle devrim sonrası insanların yaşamları ve savaşın yıkımları öykülerinin odak noktaları olur. Kuşağının pek çok yazarı gibi Stalin döneminin ağır baskısıyla sansüre uğradı ve ancak 1990’lardan sonra eserlerinin eksiksiz ve sansürsüz basımı yapılabildi.

 

“Dünya Öyküsü Kitaplığı” için benim seçimim Türkçede Dönüş adıyla basılan çok sayıda öyküden seçilmiş derlemeden yana. Platonov öykülerinde, sakin, sıkıcı, yaşanmaz Rus doğasında; savaştan çıkmış, bezgin, yorgun, ayakta kalmaya çalışan insanların dramına eğilir. Bu insanların açlık ve yoksulluktan başka bir şeyi düşünmeye vakitleri yoktur. Öykülere giren insan davranışlarındaki, ilişkilerindeki küçük ayrıntılar, gözlemler zengin ve kuşatıcıdır. Acı, yoksulluk ve kaybedişlerle sınanan insanların bu olaylar, durumlar karşısındaki tavırları, duyguları ustalıkla gözler önüne serilir. Bir aile düzeni ve bu aile düzenini tehdit eden durumlar, olaylar hikâyelere konu olur. Özellikle savaş bunların başında gelir. Savaş için evden ayrılan bireyin yokluğunda geride kalanların özlemleri, ayakta kalma mücadeleleri, savaş sonrası dönen bireyin uyum çabası ağırlıklı olarak işlenir. Tüm öykülerde ölüm ve onun muhtemel sonuçları gündeme gelir. Diğer yandan Rusya’nın devrim sonrası yaşadığı çalkantılar, sosyolojik, tarihsel pek çok tanıklıklar öykülerde yer bulur. Devrim, sosyalizm, burjuvazi, emek, sömürü kahramanların gündemindedir ve komünizm-faşizm ayrışması da arka planda yerini alır. Öykülerde genel olarak devrim ve savaşın etkisini üzerlerinde hisseden, bir yandan da yaşama tutunmak isteyen insanların var olma çabaları gündeme getirilir.


Çehov’u hatırlatan öyküler
Platonov özellikle sade ve yalın anlatımla bir derinliği gözetir. Zaman zaman fazla süslemeli olmayan şiirsel, lirik bir dil de öne çıkar. Atmosfer yaratmada, karakter oluşturmada başarılıdır. Kahramanlarını idealize etmez, bireysel ve yaşamsal gerçekliğinden koparmaz. Çizdiği atmosfere uyum içerisinde karakterlerini oluşturur. Rus devrim sonrası yazarlarında gördüğümüz angaje, devlet yanlısı bir edebiyat oluşturmak için suni bir çaba içinde olmaz. Kendi özgür bakış açısını yansıtmaya çalışır. Hatta zaman zaman cesur, muhalif bir bakış açısı sergiler. Uzun süre yasaklı olması da bu bakış açısının bir yansımasıdır. Ama yine bir devrim ülkesinde yaşadığının farkındadır ve satır aralarına sızan devlet övgüsü belki de bir korunak amacıyla yer eder. Kahramanlarının komünist olduğunu belirtmek gereği duyar. Ama onun önemi bağımsız, özgür bir yazar tavrıyla devrim ve savaş sonrası Rusya’daki insanlık dramlarını derinlikli, gerçekçi bir şekilde yansıtabilmesinden gelir.
Diğer yandan açlık ve acı onun temel vurgularından olmasına karşın, hiçbir acı sömürüsüne başvurmaz. Acı, doğal bir insani durum olarak öykülerde yer bulur. İnsanın onunla baş edebilme yolları, hayatın gereklilikleri ve insanın zaafı bu bağlamda incelikle örülür. Bir ölü anne için toplanan altı yetişkin evladın, anne acısını yaşarken, biraz sonra hayata, sevinçlere dönebildiğini örnekler. Acının doğurduğu durumları ayrıntılarıyla tartışmaz, “madem acı var insan bununla nasıl baş edebilir” bunu öyküler. Melodrama düşmez, gözyaşı sömürüsüne başvurmaz. Tam da buralarda Çehov’u, onun serinkanlılığını anımsatır.

Dilsiz hayvan acıları
Savaştan çıkmış ve ülkeyi imar etmek isteyen idealist insanların mücadeleleri öykülerin ağırlıklı temasıdır. “Kum Öğretmeni”nde, bilinçli bir öğretmenin, tabiatın ve vandalların çöle çevirdiği, insanları öldürdüğü kumlarla kaplı köyü yeniden ayağa kaldırması ve hükümetin, bürokrasinin ise bu yoksulluğa, açlığa duyarsızlığı işlenir. Buna karşı devrime soğuk tavrı da açıktır: “Mariya Narişkina tüm bu serveti yalnızca ebeveynlerine değil, savaşın da devrimin de kendisine neredeyse hiç ilişmemiş olmasına da borçluydu. Çölümsü, kuytu vatanı, kızıl ve beyaz orduların yürüyüş rotalarının dışında kalmış, bilinci ise sosyalizmin artık kemikleştiği devirde gelişmişti.” Öyküde bir genç kızın psikolojisini ve hayata bakışını incelikle tanımlar: “Bu ömrün en tarife gelmez yıllarında tomurcuklar patlar genç insanın göğsünde, kadınlık ve bilinç çiçek açar, yaşam fikri oluşur. Tuhaftır, bu yaştaki bir gence, ıstırap veren kaygıların üstesinden gelmesi için yardımcı olunmaz hiçbir zaman; hiç kimse şüphe rüzgârlarıyla çalkalanan, büyüme depremiyle sarsılan incecik gövdesine destek çıkmaz ağacın. Onların yaşında içindeki gürültüye kapılır insan, dış dünya alabildiğine çirkinleşir, çünkü ışık saçan gözlerle bakılır ona.”
“İnek” öyküsünde yoksul bir ailenin ineği üzerinden yaşanılan bir dram anlatılır. Bu kez insan değil inek dramı öne çıkar. Yavrusu eti için satılan inek, bundan sonra kendine gelemez. Dilsiz hayvan acılarının anlatıldığı öykü oldukça etkili bir yaklaşımla gözler önüne serilir. Özellikle hayvan acıları ile insan acılarının karşılaştırıldığı bölümler oldukça iyi tespitler olarak akılda yer eder.
“Potudan Nehri”nde, savaş sonrası ülkenin durumu ve bunun bireye yansımaları anlatılır. Kızıl Ordu’da askerliğini yaptıktan sonra köyüne dönen Nikita, aç, sefil insanlarla karşılaşır. İhtiyar babası, eski sevgilisi yaşam savaşı vermektedir. Savaştan gelen Nikita aslında daha büyük bir savaşın, yaşam savaşının içinde bulur kendini. Eski sevgilisi Lyuba ile evlenir. Ama buradan mutluluğa giden yol yoktur. Savaş daha ağırdır. Öykü boyunca küçük insani davranışların arkasındaki ayrıntılar ustalıkla aktarılır. “Çöp Rüzgârı” faşizm, savaş eleştirisi ve insanlığın kayıp 19. yüzyılını hikâye eder. Değer, bilimsel gelişme gözden düşmüş, Hitler tüm dünyaya savaş açmıştır. Karşı çıkanlar en ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır. Bilim adamı Lichtenberg ise bu zulmü en ağır şekilde hissedenlerdendir. İktidarsızlaştırma işkencesi ve ardından cezaevi…
Yaşananlar insanlık dışı olaylardır. İnsanlık gitgide kendi sonunu hazırlamaktadır: “Hayır, güneş değildi, tüm dünyayı aydınlatan bu enerji kaynağı değildi insanoğlu’nun sonunu getirecek olan yeryüzünde -ne de kuyruklu yıldızlar ve kara göktaşları: Onlar böylesi küçük bir hareket için fazlasıyla büyüktü. İnsanlar kendi kendilerine azap çektireceklerdi, perişan olacaklardı ve en iyiler savaşarak ölürken, en kötüler hayvana dönecekti.”
“Nikita” öyküsünde babası savaşa giden çocuğun, etrafındaki her şeyi yaşayan birer varlık olarak niteleyip onlarla konuşması, baba yokluğunun acısı, özlemi odağında aktarılır. “Üçüncü Oğul” öyküsünde ise bir anne ölümü karşısında oğullarının duyguları, kocanın durumu anlatılır. Kitaba da adını veren “Dönüş” öyküsünde savaştan dönen Yüzbaşı İvanov’un eve geldikten sonra yaşadıkları gündeme getirilir.
Kötülüğün kökenleri, acının nedenleri
Platonov’un öyküleri, Rus devriminden 1950’lere kadarki dönemde Rusya’da yaşananları, devrimin amaçlarını ve sonuçlarını birey ve olaylar üzerinden hikâye eder. İdeallerle, yaşananlar ve karşılaşılan güçlükler bir arada anlatılırken, aradaki mesafe ve bireyin önemi öne çıkar. Onun tüm öykülerinde aradığı; acının nedenleri, kötülüğün kökenleri ve merhametin insanlığı kurtaracak bir duygu olduğu yönündeki inancıdır. Pek çok öyküsünde insanı acıdan kurtaracak nedenler üzerine düşünür. Evrenin büyük, dilsiz bir acısı vardır. İnsanın görevi ise bu acıyı anlayıp, dillendirip üstesinden gelmektir. Bu bazen bireysel acıları dindirme yöntemleri olarak ortaya çıkar bazen hayatı, doğayı düzenlemek, yabaniliğini insanın kullanabileceği hâle sokmakla mümkün olabileceği bir durum olarak var olur.
Platonov öykülerinde ağırlıklı olarak ekmek ve savaş konularını işler, bunların insanlardaki karşılığını irdeler. İnsana dair en değişmez ve kalıcı iki gerçek öykülerde yer bulur. Bireysel seçimler ile devlet politikaları arasındaki çatlakları, kırılmaları, çatışmaları; psikolojik derinlik, sosyolojik gerçekliklerle etkileyici bir dille öyküleştirir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.