Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Joyce’un dedesi, Joyce’un torunu



İyi
Toplam oy: 1161

Stephen James Joyce’un ismini duymuş muydunuz? Joyce ile ünlü kahramanı Stephen Dedalus’un birleşmesinden oluşan, tipik bir Joyce buluşu gibi geliyor kulağa -ama Joyce üzerine çalışan, araştırma yapan, yapmaya çalışan herkesin bir biçimde fark etmek zorunda olduğu gibi, bu gerçek bir isim. Kendisi büyük yazarın torunu oluyor. Stephen Joyce bu torunluk görevini öylesine ciddiye aldı ki, dedesinin telif hakları yasası tarafından korunan metinleri üzerinde eşine zor rastlanan korumacı bir hakimiyet kurdu. Ulysses‘i Türkçe yayımlamak mı istiyorsunuz? Ondan izin almalısınız. Joyce ile Beckett mektuplaşmalarından alıntı mı yapmanız gerekiyor? Bay Stephen’ı arayın ve iznini isteyin. Araştırmanızda Finnegans Wake’den uzunca bir bölüme yer vermek niyetinde misiniz? Ona sormadan olmaz. Çünkü Joyce’un torunu, ironik bir biçimde metinlerin babası haline gelmişti, Joyce ‘hanedanı’nın son üyesi ve yegâne yetkilisiydi.    

 

Ta ki 2011 yılına, yani günümüze dek. Joyce 13 Ocak 1941’de ölmüştü; kanunların 70 yıl boyunca süren korumasının kalkmasıyla torunun metin üzerindeki hakimiyeti de son buluyor. Bu yıl Ulysses, Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi ve Sürgünler ile Joyce’un şiirleri gibi farklı metinleri yeni Türkçe edisyonlarıyla görmeye hazır olun; bu alanda ilk adım Murat Belge’nin çevirileriyle Joyce’un Dublinliler’inin ve Portre’nin yeniden yayımlanması oldu. Bu metinlere yeniden bakarken, Stephen James Joyce’un gölgesini düşünmeden edemiyor insan. Çünkü babalar ve oğullar ve torunlar teması, kimin kimi doğurduğu sorusuyla birlikte, Joyce’un temel meselelerinden biriydi. Ulysses’de Leopold Bloom ile Stephen Daedalus arasındaki baba oğul ilişkisini olduğu kadar, edebiyat sahnesine çıkışını Dublinliler’in ilk öyküsü Kızkardeşler’in yazarı olarak yapan Stephen Daedalus’un (çünkü bu, gençliğinde Joyce’un edebiyat dergilerinde öykülerini yayımlatırken kullandığı takma ismiydi) Shakespeare’in yegane oğlu Hamnet ile en ünlü kahramanı Hamlet ve babası Kral Hamlet arasındaki bağlantılar üzerine yaptığı akıl yürütmeleri de düşünüyorum burada. Joyce, bize metinleri kadar, bize metinlerinin koruyucusunu, oğlunun oğlu olan Stephen James Joyce’u da ‘miras bıraktı’.



Yolun ortasındaki bir trafik polisi

 

 

Edebi görüşleri, bütünüyle metinlerin, seslerin sahipliği çerçevesinde gelişmişti; sesin sahibi kimdir, sözcükler kime aittir, Joyce dil felsefesine dair bu soruları en çok kurcalayan ve sonra Jacques Derrida, Paul Ricoeur gibi alanın büyük isimlerine ilham veren bir romancı olmuştu. Dublinliler ilk adımdı ve problematik, Kızkardeşler’in ilk cümlesinde (“Bu sefer hiç umut kalmamıştı: üçüncü krizdi”) başlamıştı. Bu görünüşte önemsiz ve sıradan cümlenin sahibi kimdir? Stephen Daedalus imzasıyla yayımlanan metnin yazarı mı? Onun anlatıcısı mı? Yoksa, bu cümleyi daha önce kuran ve şimdi anlatıcının o gün ölen Peder Flynn’i hatırlarken aklında beliren ve o cümle aracılığıyla ölümü anlamlandırmasını sağlayan, bir başkası, bir öteki mi? Dublinliler’de farklı arkaplanlardan gelen karakterler başkalarının sözcükleriyle konuşurlar hep -onlara hükmeden bir üst ses yoktur, metnin yazarı Dublin’in farklı dünyalarına ait bu kahramanlarının bilinçlerini, yolun ortasındaki bir trafik polisi gibi yönlendirir yalnızca. Bu konudaki en ünlü örnek, kitabın son öyküsü Ölüler’in ilk cümlesidir. “Kapıcının kızı Lily’nin, kelimenin gerçek anlamıyla, ayağı yerden kesilmişti.” Bunlar öykünün kahramanı Gabriel’e odaklanan anlatıcısının sözleridir sonuç olarak. Ancak onun sözleri, gerçekten de onun mudur? “Her zaman büyük olay olurdu, Miss Morkan’ların yıllık dans davetleri.” Bu ‘büyük olay‘ Gabriel’in sözcükleri değil, belli ki Lily’nin sözcükleridir. Anlatıcı yaşantının hangi parçasından bahsediyorsa, o parça anlatıyı belirler. 

 


Bir tuhaf koku

 

Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin başında, sanatçının bebekliğini tasvir eden şu ses gibi: “Yatağını ıslatırsan önce sıcak olur sonra soğur. Annesi muşamba koydu. Bir tuhaf kokusu vardı. Annesi babasından daha güzel kokuyordu. Oğlu oynasın diye piyanoda gemici havaları çalardı. O da oynardı: Tralala lala, Tralala tralalay, Tralala lala, Tralala lala.” Burada ‘bir tuhaf kokusu‘ olan, adeta sözcüklerin kendisidir. Muşamba, gemici havaları, tralala tralalay. Stephen’ın çocukluğu ve gençliği bu sözcüklerle biçimlenmiştir; tekerlemeler, özel isimler, din eğitimi çerçevesinde tabi olduğu kateşizm, romantikçi edebiyatı keşfi. O büyüdükçe, tanıklık ettiğimiz şey, metinler arasında hareket edişidir gerçekte. 

 

 

Stephen James Joyce 80 yaşına geldi artık. Ak sakallı bu yorgun adamın Joyce âlimlerinin toplantılarına katılmaya, dünyanın dört bir yanındaki Joyce metinlerini inceleyip sorunlu gördüğü konularda hesap sormaya yönelik enerjisi hâlâ sürüyor mu, açıkçası bilmiyorum. Ancak dedenin ölümünden 70 yıl sonra metin artık torunun kontrolünden çıktı, burası kesin, dedenin sözcükleri torunun yaşantısını aşarak yeniden doğdu ve şimdi dede torundan daha genç; “koca ata, koca düzenci, şimdi ve her zaman yardımcı ol” ona. 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.