Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Kendi kendimize şefkat için Müslüm Gürses



Şahane
Toplam oy: 1319
Müslüm Gürses 1990'larda ölmüş olsaydı, bu okuduğunuz gibi yazılar hiç olmayacaktı.

Müslüm Gürses'e yönelik yaygın kabulümüzde biraz da kendi kendimize şefkat gösterme var. Azıcık da olsa. Çok yıpratıyoruz kendimizi bu coğrafyada. Kendimize şefkat göstermeye gönlümüz elvermiyor bir türlü. Zaten acımasız olmaya da eğilimli oluyoruz. Ayağa kalkıp büyük kararlar alıyoruz, havalı jestler ortaya koyuyoruz, kendimize göre cesaret gösteriyoruz ve sonra oturup bekliyoruz yankılarını. Onay bekliyoruz. Gelmiyor. İtaat ediyoruz, uslu duruyoruz, uyumlu, iyi kalpli oluyoruz. Onay gene gelmiyor. Duramıyoruz. Soluklanamıyoruz. Anne babalarımız, öğretmenlerimiz, meslektaşlarımız onaylamıyor, dostlarımız güvenmiyor, ne yeterince övüyor ne de övülüyoruz. Üstelik performans ölçümleri çağındayız. Herkes her işte, ve giderek her ilişkide, performans ölçümüne tabi tutuluyor. Altı ayda bir performans ölçüm tablonu önüne koyuyorlar, sana ölçülebilir olduğun duygusunu aşılıyorlar. Bir işe başvurduğunuzda hedefleriniz, kariyer planlarınız oluyor. Sürekli birbirini dengesizleştiren vaatler üretmemiz gerekiyor.

 

 

 

Halbuki Müslüm Gürses evreninde hiç vaat yok. Müslüm Gürses dinlerken insan ekip çalışmasına yatkın değildir, kesinlikle seyahat engeli bulunur. Müslüm Gürses'in şefkatine kendini bırakmak kariyer yolculuğuna falan hiç başlamamaktır, yaratıcı olmak zorunda değilsindir, hayalgücü olsa da olur, olmasa da. Kimse fark yaratmayı kendine misyon edinmez. Başarılı bir performans sergilemezsin. Hiçbir şey vaat etmezsin, öngörülerin de yoktur. “Şimdi”de sallanarak geçmişin kollarına kendini bırakırsın.

 

 

 

Herkesin bir Müslüm Gürses'i var. En ilginci bu. “Müslüm Gürsessiz” kimse yok. En uca, en öteye beriye uzanan bir yardımseverlik, yaygın bir bağış gibi. “Müslüm Gürses'i çok severim.” demek her toplumsal katman için meşru.

 

 

 

Müslüm Gürses haklıydı. Dünyaya gelişi ona yapılmış bir haksızlıktı, varoluşu haksızca muamele gördü, haksızlıktı ölümü de. Müzik yaptığını biliyorduk ama unutuyorduk da! Daha çok, düşüncelerimize hakim olamadığımız o çıkışsızlık anlarında üflemek için kulağımıza eğilen biri gibiydi. Üfleyip üfleyip dua ediyordu. İçimiz sıkışıyor, göğsümüz daralıyordu. Veya daraldığını düşünmek istediğimizde buna inandırıcılık katıyordu. Depresyonda olmanın bile bir lüks olduğunu anlamıştık. Biz elle tutulabilir bir çıkışsızlıktaydık. Kaş göz yapıyorduk konuşurken. Ama biraz da kaşımız gözümüze inanmadan kaş göz eder gibiydik.

 

 

 

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Kaan Bağcı)

 

 

 

 

“AĞIR ABİ”DEN HEMEN SONRA “BABA”

 

 

 

 

Müslüm Gürses, üzerinde sosyolojik araştırma yapılabilir bir kültürel fenomen olarak büyüdü ama herkesin sevgilisi olarak öldü. Herkes üzerinde yapılacak bir alan araştırması yok. Herkes için baba, herkes için dokunulmaz demek. Hem herkes için put hem de herkes için kırılganlık. “Baba” unvanı istisnai bir unvan değil bizde, “ağır abi”den hemen sonra gelen rütbemiz 'baba.' Biraz da emekliye ayırırken verdiğimiz bir ikramiye. 

 

 

 

1990'larda ölse böyle mi anılırdı diye spekülasyonlar yapılıyor. 90'larda ölmüş olsaydı bu okuduğunuz gibi yazılar olmayacaktı. Arabeskten, toplumsal katmanlardan, konunun uzmanları söz edeceklerdi en fazla. Şimdiki gibi herkesi ilgilendirmeyeceğinden herkes de hakkında konuşmayacak, hakkında konuşulanları dinlemeyecekti. Unutmayalım, bu marjdan merkeze gelmenin tipik bir sonucu değildir. Müslüm Gürses marjdan merkeze geldi ama merkez tarafından içerilmiş, bozulmuş, iç edilmiş gibi olmadı hiç. Merkeze sanki marja gittiği duygusunu yaşatırken, marja da hala marjda olduğunun garantisini vermeye devam ediyor bugün bile. Sahicilik hissinin deneyim ötesi bir yerden kurulmasının mucizesi mi? Galiba. Merkez için Müslüm Gürses tüketme deneyiminin, arka planda Müslümcüleri de tüketmekle iç içe geçmesi anlaşılırdır. Bu aynı zamanda bütün kültürel el koymalarda geçerli. Poplaşan her şey için doğru bir formül. Ama tuhaf olan, bundan Müslümcülerin yara almadan çıkmaları ve kendilerine tek yara verebilenin gene kendileri olarak kalmaya devam etmeleri.

 

 

 

 

Müslüm Gürses acısına ortak olmanın, merkez için egzotik bir tadı olduğu açıktı. Turistik bir seyahat tadı vardı onun şarkılarıyla ahlanmanın elbet, ama ayrıca arkasındaki kült imgesini büyütenlerden biri olmanın benzersiz hazzını da içeriyordu. Bu safari gömleği de çabuk fark edildiğinden ve fena göze battığından çok geçmeden “Müslüm Gürses'ten gerçekten haz almanın, onu gerçekten dinlemenin, gerçekten onunla birlikte helak olmanın” ayrıcalığı keşfedildi merkez tarafından. Bunun için Müslüm Gürses biraz masaya oturtuldu belki. Ama çok da gerekli değildi böylesi makyajlar. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TEŞVİKİYE'DEN KALKAN CENAZE

 

 

 

Bir zamanlar rock barlar kapanış şarkısı olarak devrimci marşlar çalardı. Folklorik olan, salt duygu olarak, damardan final olarak algılanan şarkılar bunlardı. “Baba rockçılar” geceyi genç rockerlarla birlikte güneşi zapt ederek kapatırlardı. Sonra bir şeyler oldu, benzer barlar geceleri Orhan Gencebay'la, Müslüm Gürses'le kapatmaya başladılar. Ve bu yapılırken sanki duygu esas sahibine ipek kumaşlara sarılı bir halde geri teslim ediliyormuş gibi bir hava da esti. Sonunda duygunun katışıksız yeri neresidir sorusuna cevabın Müslüm Gürses olduğu konusunda uzlaşıldı.

 

 

 

Uzmanların altını çizdiği bir nokta da Müslüm Gürses'in düzenli, olaysız, bu anlamda “saygın” özel hayatının imgesine önemli katkı yaptığı yolunda. Fenerbahçeli Alex'in heykelinin dikilmesinde de düzenli aile hayatının taraftar üzerindeki etkisinin rolü olduğunu okumuştum. Alex'in heykeli dikildi ve ülkesine gönderildi. Acaba Müslüm Gürses'e ne yaptık?

 

 

 

Bundan sonra, özellikle de cenazesinin Teşvikiye'den kalkması gibi sembolik olayların da gösterdiği merkez-marj erimesini imgesinde taşıdığının netleşmesinden sonra, artık Müslüm Gürses çalışmaları ilginç bir toplumsal grubun vaka analizi şeklinde hayal edilemez. Bundan sonra tek başına bir figür olarak Müslüm Gürses'e ve onun hepimizdeki sınır tanımaz imgesinin nasıl çalıştığına bakmak gerekecek.

 

 

 

Müslüm Gürses Teoman'ın Paramparça'sını kendi evrenine uyarlarken hangi sözleri elemiştir hiç dikkat ettiniz mi? Modern yaşamın referanslarını bir kenara bırakır kendi yorumunda Müslüm Gürses. Havaalanlarını, telesekreterleri hatırlamaz. “Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?” diye sorarlarsa “çok susan” diye cevap verirsin. Ama içinden.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.