Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Milli Kültürün Temeli, Masallar



Gayet iyi
Toplam oy: 144
1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işçi sözleşmesinin arkasında Elsa Sophia Kamphövener’in derleyip yayımladığı masallar vardır.

Modernleşme dönemi Türk edebiyatının en zayıf şubesi ço­cuk edebiyatıdır desek abartı olmaz. Zira 1860 sonrası Türk edebiyatının yazarları, şairleri, araştırmacıları ilgilerinin bü­yük bölümünü başta roman olmak üzere tiyatroya, hikâyeye, gazete-dergi yazılarına, yani Batı edebiyatının daha çok yetişkinleri, kısmen gençleri ilgilendiren türlerine, o türlerin Türk edebiyatına adapte edilmesine ve Türk şiiriyle Batı şiirinin kaynaştırılmasına vakfetmişlerdir. Halk edebiyatına yönelik II. Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan merak da ne yazık ki daha çok şiirle sınırlı kalmıştır. Özellikle bu, önemli. Çünkü söz konusu ilgisizlik nedeniyle, millî kültürü olduğu kadar evrensel insanî refleksleri de çocukların muhayyile­sinde mayalayan ve edebiyatın, kültürün özünü oluşturan masallar yeni edebiyatın taşrasına itilmiştir.


Muhakkak bazı fabl denemeleri, çevirileri ya da Tevfik Fikret’in Şermin’i gibi çocuk edebiyatı çerçevesi içine giren istisnalar var. Dahası, Cumhuriyet döneminde gerçekleşen Eflâtun Cem Güney, Pertev Naili Boratav gibi halk bilimcile­rin derlemeleri var. Fakat bütün bunlar ne kadar akademinin sınırları dışına çıkmıştır, çıkarılmıştır? Masalların muhatap­larına, yani çocuklara ulaştırılması, uluslaşma sürecinin ze­minini oluşturan yaygın eğitim faaliyetlerine dâhil edilmesi ve bu temel üzerinde güçlü bir çocuk edebiyatı kurulması da en az derleme faaliyetleri kadar önemlidir. Masallar Bize Ne Anlatır isimli kitabında Yücel Feyzioğlu bu hususa dikkat çekiyor ve örnek olarak Almanya’yı işaret ediyor.


Masallar benliğin aynasıdır 


Türkiye’de sanayileşme, ilerleme yahut uluslaşma bahsi açıldığında adı ilk anılan ülkedir Almanya ve II. Abdülhamit döneminden I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı’nın da müttefikidir. Üstelik bu Almanya, emperyalist bölüşümün neredeyse tamamlandığı 19. yüzyılın ikinci yarısında sahne­ye çıkmıştır; İngiltere’nin, Fransa’nın ve Rusya’nın pastasın­dan pay istemiştir. İlber Ortaylı Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu isimli kitabında Almanya Başbakanı Prens Bülow’un şu sözünü naklediyor: “Almanya hiç kimseyi gölgeye itmek istemiyor, ama güneşteki yerini almaya karar­lıdır.” Almanların yükselişi nereden gelir? Masallar Bize Ne Anlatır, bu soruya cevap veriyor. 

Almanların henüz bir millî birlik oluşturamadığı 1812’de Türkiye’de de iyi tanınan Grimm Kardeşler derledikleri masalları yayımlar. Profesör Von Humboldt dil çalışmaları yapar ve bunlar eğitim yoluyla çocuklara ulaştırılır. Alman masallarının ortak dili ve kültürüyle büyüyen o çocuklar 1848’de Almanya ortak meclisini kurar. Güneşteki yerini alma kararlılığı ve güveni böylece ortaya çıkar.

Yine II. Dünya Savaşı sonrasında, yani Almanya’nın küllerin­den bir daha doğuşunda iş gücüne ihtiyaç doğar ve Türkler istenir. Feyzioğlu’nun anlattığına göre Türklerin istenme sebebi de masallarla ilgilidir. II. Abdülhamit döneminde Türkiye’ye davet edilen Alman generali Louis Kamphöve­ner Paşa, kızı Elsa’yla birlikte gelir. Elsa, sultanın kızlarıyla arkadaş olur. Saray masalcısı Fehim Bey’den masallar dinler ve zamanla bu alanda ustalaşır. Fehim Bey’in icazetiyle, erkek kılığında Anadolu’yu gezer, masallar anlatır, dinler ve derler. Derlediklerini Almanya’ya döndükten sonra anlatır. Türk masalları anlatıcısı olarak ünlenir. İki cilt hâlinde Türk Kervansaraylarında Ocakbaşı Masalları’nı yayımlar. Bu kitap çok satanlar arasına girer ve Almanya’da Türklere karşı ciddi bir sempati oluşur. Dolayısıyla 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işçi sözleşmesinin arkasında Elsa Sophia Kamphövener’in derleyip yayımladığı masallar vardır.

Prof. Von Humboldt’tan Feyzioğlu’nun aktardığı bir sözle toparlayalım: “Her dilin kendi mantığı, anlatım biçimi, tadı, kurgusu, ruh hali vardır ve insanın tüm benliğini sarar.” Ma­sallar o benliğin aynasıdır, çocuk kendini o aynada görmez­se millî kültürün ve edebiyatın temeli sağlam olamaz. 

 

 

 

MASALLAR BİZE NE ANLATIR?
Yücel Feyzioğlu

ABİS YAYINLARI 2019

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.