Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Popüler ambalajlı ciddi kitap: Bunu herkes bilir



Şahane
Toplam oy: 122
Emrah Safa Gürkan, Bunu Herkes Bilir’de içerikten ve biçimden feragat etmeden tarihle hemhal olmayan okuyucunun seviyesine nasıl inileceğinin de güzel bir örneğini gösteriyor. Akademik kariyeri boyunca işittiği yanlış sorulardan yola çıkarak doğru cevaplara ulaşmaya çalışan yazarın kitabı Bunu Herkes Bilir, popüler olanın kötü olmak zorunda olmadığını ispat ediyor.

Hayatın, hatta kâinatın anlamını verdiğini iddia eden kitapların rafları doldurması, bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de olağan bir durum. Evren ile nasıl bağ kurulur, başarının sırrı nedir, nasıl terfi alınır, plaza hayatının insanı bitiren boşluğuna nasıl anlam katılır? Hayatına mana katmak isteyen; okuyan, ama sandığı gibi iyi bir okuyucu olmayan beyaz yakalıya yazılır bu kitaplar. Formülasyon da gayet basittir: Kendini çok ciddiye alan bir imaj, ambalaj; içinde ise faydasız ve bayağı bir yığın bilgi... Emrah Safa Gürkan’ın kitabını okurken şunu fark ettim. Bunu Herkes Bilir, benim hayatımda okuduğum ilk “popüler ambalajlı ciddi kitap”.

Bunu Herkes Bilir, kendini popüler bir kitap olarak konumlandırmış. Her “popüler” kitapta olduğu gibi, bu eserde de Sabri Ülgener, Ömer Lütfi Barkan, Max Weber, Mehmet Genç, İsmail Erunsal, Bernard Lewis, Ernest Renan, Wallerstein, Braudel, Gunder Frank, Şevket Pamuk ve daha nice bilim adamının görüşlerine rastlıyoruz(!) Emrah Safa Gürkan, aslında henüz kitabın başında eserinin ne maksatla kaleme alındığını açıklıyor: “O yüzden bu kitabı, proletarya olduğunu bile fark edemeden penceresiz ofislerinde ömür törpüleyen, Viktoryen ahlakın tasallutunda mantıkdışı hassasiyet ve özentileriyle özgürlük çağında kendini prangalayan tüketim toplumunun çaresiz bireylerini “kişisel” gelişim kitaplarının pençesinden kurtarmak için yazdım.” E. S. Gürkan bu anlamda eserini kişisel gelişim kitaplarının bir ikamesi olarak görüyor. Okuyucunun yaşamını zenginleştirme kaygısı güttüğü için buna katılmak mümkün. Fakat bence kitap, esas itibariyle bir eleştiri kitabı.
Asıl sorun “soruların vasatlığı”
Bugünü anlamlandırmakta zorluk çeken kitlelerin, birtakım reflekslerinin tarım toplumuna ait ahlakî kaidelerden geldiğini ve bu değerlerin günlük yaşantı ile uyumsuz olduğunu görüyoruz. Emrah Safa’ya göre –ki ben de altına imzamı tereddütsüz atarım- geçmiş ile ilişkimiz fazlasıyla romantik. Tarihi genelde siyasî tavrımıza göre okuyoruz. Ve bu konuda oldukça ikiyüzlü bir pragmatik tavrı da yanlış bulmuyoruz. Spektrumun uçlarında iki radikal diskur var. Cumhuriyet öncesini bir sömürü ve istibdat dönemi olarak görenler ile 1923 sonrasını özünden kopuş ve istibdat dönemi olarak görenler. Bunu Herkes Bilir, tarihe bakarken yanlış sorular sorduğumuz, sorduğumuz yanlış sorulara da çok sığ ve işimize yarayan cevaplar bulduğumuz gerçeğini yüzümüze vuruyor. Kitabı okurken hemen her satırda Emrah Safa Gürkan’ın “Tarihe dair çok saçma fikirleriniz var, ben aslını söylemeye çalışayım da, asıl sorun soruların vasatlığı” dediğini işitir gibi oldum. Hocanın bu serzenişinin, iki uçta konumlanan “herkes”i muhatap aldığı çok açık.
Emrah Safa Gürkan, kitabında belki de akademik kariyeri boyunca işittiği yanlış sorulardan yola çıkarak doğru cevaplara ulaşmaya çalışmış. Örneğin kendisine Osmanlıların neden geri kaldığı sorulunca, konuyu batı literatürünün bugün bile canlı bir meselesi olan Büyük Ayrışmaya (Great Divergence) getiriyor. “Biz geri kalmadık. Onlar hızlandı” diyor. Dünya tarihini de kendimizi merkeze alarak okuduğumuz için hocanın bu lafını anlamak zor olabilir. Ama esasında Emrah Safa Gürkan bir cümlede literatürü özetliyor. İşin acı olan kısmı şu ki, büyük addedilen hocalar bile geri kalma meselesini salt Osmanlı dinamikleri ile açıklama yanlışına düşüyor. Osmanlıların tarih sahnesinden çekilişini kapital birikimi yapacak enstrümanlardan yoksun olmasıyla, Batılı devletler gibi az maliyetle iç borçlanmamasıyla açıklamak yerine padişahların ordu başında sefere gitmemesi ile izah etmeye çalışmak sanırım kolaylarına geliyor.
Kitapta Türk insanının ön lobunu meşgul etmiş birçok meseleye değinmiş Emrah Safa Gürkan. Geri kalmışlığımız, Osmanlıların coğrafi keşifleri kaçırması... Kitap bütün bu meseleleri nasıl yanlış okuduğumuzu suratımıza çarpıyor.  Daha birçok mevzu da hocanın radarına girmiş; fakat bir bahse özellikle değinmek istiyorum: Matbaanın bize geç gelişi. Hoca burada içimin yağlarını eriten bir bakış açısıyla, başat faktörün düşük okuma oranı olduğunu, diğer bir ifade talep eksikliği sebebiyle matbaanın geç geldiğini söylüyor. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kültür/sanat politikası kapsamında sadece arz tarafını uyarmayı seçmiş (kitap bastırmak, etkinlik düzenlemek vb) ve bunda da bir arpa boyu yol alamamış ülkemizin, işin esas olarak talep yaratmaktan geçtiğini görebilmesi için Emrah Safa Gürkan’ın bu tespitini çok kıymetli buluyorum.
Sosyo-kültürel tenkitler
Bunu Herkes Bilir’in aslında bir eleştiri kitabı olduğunu söyledim. Hoca birçok yerde mizahi bir dille insanın canını acıtacak tespitlerde bulunuyor. Tarih disiplininin araçsallaşması, akademinin içine düştüğü vasatlık batağı ve daha birçok şey... Dünyadaki önemli üniversiteler ile bizimkilerin kütüphanelerindeki kitap sayılarını karşılaştırırken, “Aradaki uçurum bizi okuyucuyu rakamlara boğma zahmetinden kurtarıyor” ifadesini kullanmak zorunda kalıyor mesela. Bu gibi dramatik tespitler okuyucunun yüzüne acı bir tebessüm konduruyor. Kendi kültürüne tapan insan ile ondan nefret edeni eşit derecede değersiz gören biri olduğumdan, E. S. Gürkan’ın kendine has üslubuyla dile getirdiği sosyo-kültürel tenkitleri büyük zevk alarak okuduğumu ifade etmeliyim. Makalelerin çalakalem yazıldığı ve hemen hiç kimse tarafından okunmadığı akademik camiamızda, Bunu Herkes Bilir gibi geniş kitlelere sızmaya çalışan dopdolu bir eserin boy göstermesi sevindirici bir durum hakikaten. Komplike fikirlerin kısacık cümlelerle açıklanamayacağını düşünen biri olarak kitapta uzun ve derin cümlelere rastgelmek de güzel bir sürpriz oldu benim için. İçerikten ve biçimden feragat etmeden okuyucunun seviyesine nasıl inileceğinin de güzel bir örneğini göstermiş oldu Emrah Safa Gürkan. Bunu Herkes Bilir, hocanın sonsözde de belirttiği gibi popüler olanın kötü olmak zorunda olmadığını ispat edebilmiş bir kitap.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.