Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yazmak Mı Yaşamak Mı?



Vasat
Toplam oy: 145
Yazmak yanılsama oyunu oynamak olsa gerek. Bir şarkı bestelemek, bir heykel yontmak, bir roman kaleme almak… Bunların hepsi bir kader çizgisi… Başka ne olabilir ki? Olsa olsa iki nokta arasında sanılandan farklı koordinatlara sahip milyonlarca çizgiden yalnızca birkaçı.

Vazgeçebileceğimizi değil de tercih edebileceğimizi düşünmek ne kadar aldatıcı? Her şeyden umudunu yitirmiş birini görüyorsanız belki hırslarına belki beklentilerine küsmüştür ama en çok da bir tercih yapabileceğine inanmıştır. İnsan en çok tercih edemeyince anlamını yitiriyor olmalı vazgeçince değil. O yüzden vazgeçebileceğimiz şeylerin ne kadar fazla olduğunu görünce dehşete kapılıyoruz. Sonu gelmiyor. Bir münzevi gibi yaşamayı düşünsek bile bu ne tuhaf ki vazgeçişlerin sonu olmuyor. İşte bu noktada vazgeçişlerin en esaslısının tercih edememek olduğunu kavrıyoruz. Uçurumun dibinde daha düşecek yerin olmaması gibi… Oradan daha aşağısı yok. Soruların da sonu olmalıdır.

 

İnsan, tercih edebilir bir varlıktır. Daha doğrusu tercih edebileceği yanılgısına inanmaya devam ettiği sürece. Çoğumuz buna umut etmek diyor. Bir yanılsamaya bir başka yanılsamayla karşılık vermek gibi.

 

Yazmak, işte tam da bu yanılsama oyununu oynamak olsa gerek. Bir şarkı bestelemek, bir heykel yontmak, bir roman kaleme almak… Bunların hepsi bir kader çizgisi… Başka ne olabilir ki? Olsa olsa iki nokta arasında sanılandan farklı koordinatlara sahip milyonlarca çizgiden yalnızca birkaçı. İki nokta arasındaki bu çizgilerden söz ederken algoritmaların karmaşasının daha karmaşığı nedir diye düşünüyorsunuz. Aklın kaosu elbette...

 

Vazgeçebilmek ve tercih edebilmek

 

Vazgeçebilmek ve tercih edebilmek terazinin iki kefesinde duruyor. Sorular da işte tam da burada oyununa başlıyor. Biz bu teraziyi tutan mıyız yoksa bir ressamla birlikte bütün bu manzarayı seyreden mi? Yoksa bu cümleleri okuyan mı? Yani bir okuyucu öyle mi? Vazgeçmeyi değil tercih edebileceğimizi umut ederken bulduğumuz kendimizin farkındaymışız gibi…

 

İnsanlar, sanatçının iki ayna arasında sıkışıp kaldığını bilmeden onların yaratıcı rolüne büründüğünü hatta bir çağı açıp diğerini kapattığını düşünerek avunuyor. Bazen Michelangelo gibi mermerden yonttuğu Musa heykeline bakarak “Konuşsana ey Musa!” derken bir taşın dile gelebileceğini ummuyor. Aksine Hz. Musa’nın Kelîm olduğuna yani Tanrı’yla konuştuğuna atıf yapıyor. Üstelik kendi ustalığından, tecrübesinden, birikiminden vazgeçerek âlemde her şeyin bir dili olduğuna olan inancıyla bakıyor taşa…

 

Velasques kendi bakışını, yaptığı “Nedimeler” resmine eklerken ressama da dışarıdan bakan bir bakışın olduğunu biliyor. Bir oyundan çok, bir bakış düzeltmesi…

 

Tüm bunların ötesinde Doğu anlatılarının hemen hepsinde yazıcının adı yerine bir takma ad hatta bazen halk anlatılarında olduğu gibi sonradan bu ad bile yerini bir belirsizliğe bırakır. Binbir Gece Masalları da böyle değil mi? İster Pança Tantra ister Elf Leyle va Leyle diye bilinsin. Her anlatıcının yeniden yazdığı, yeniden anlattığı bu sonsuz masalda isimden bile vazgeçiş bizi sarsar.

 

İnsanlar, nereye yahut kime değil nasıl baktığının farkında olmalıdır. Olmalı ki baktığımız yerdeki ayna bize doğruları söylesin…

 

Hepimiz bir hikâyenin içindeyiz

 

O yüzden olsa gerek insanları üçe ayırmak gerekiyor: İlki yalnızca bir hikâyenin içinde yaşayanlar… Oradan oraya savrulanlar… Kendilerinden sonra yaşamayı umut bile etmeyenler… Ne vazgeçmeyi ne de tercihi akıllarına bile getirmeyenler… Üstelik kendi hikâyelerinin içinde bile başkalarının hikâyeleriyle meşgul onca insan… O kadar ki kendi isimlerinin yanında yöresinde bir başka isme bile tahammül edemeyip birkaç harften ibaret olanlar…

 

Diğeri, bu hikâyeleri dinleyen yahut okuyanlar… Kendilerinin, kendi hikâyelerinin peşinde olanlar… Etraflarında daima bir hikâyeden fazlasını arayanlar… Bazen sorular sorup cevap alamasalar da vazgeçmenin ve tercih edebilmenin eşiğinde duranlar… Araftakiler…

 

Ya sonuncusu?.. Onlar, bir hikâyeyi hem yazıp hem yaşayanlar… İşte bunlardır hem vazgeçip hem de tercih edebilenler… Vazgeçtiklerinin dışında da bir tercihleri olduğunun farkında kendi isimlerini yok sayanlar… Yoklukla var olmanın menzilindeler… Tercihin tersten okunduğunda bir Hicret olduğunu bilenler… İsterseniz bunlardan kendinize bir yer beğenebilirsiniz… Yahut beğenmeyebilirsiniz de… Ne tuhaf değil mi? Her seferinde hatta her an değişebilecek, dönüşebilecek bir mesafemiz ve bakışımız var.

 

Hepimiz bir hikâyenin içinde yaşıyoruz yazarken bile…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.