Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yok Et ve Ağıt Yak



Gayet iyi
Toplam oy: 176
Siyahileri sevmeyen ama bir kurgu dâhilinde olduğu sürece yerlilere bayılan safari tutkunları, yanı başındaki göçmene tahammül edemeyen ama o göçmenlerin kendi ülkelerinden getirdikleri egzotik parçalarla süsledikleri restoranların müdavimi turistler, kutup ayısı hikâyelerinin bir parçası olmasalar da, eşlikleriyle aklımızda dolaşıyorlar.

“Bir dili konuşmak bir dünyayı, bir kültürü kuşanmak demektir.” Frantz Fanon 

 

Yoko Tawada, Rus edebiyatı okuyan, Alman edebiyatı bölümünde doktora yapan, çift dilli, Tokyo doğumlu bir yazar. 2006 yılından beri Berlin’de yaşıyor; Berlin Hayvanat Bahçesi’nde doğan, insanların ilgisini çekip kısa zamanda bir ikona dönüşen ve kartpostallardan pullara birçok ürünün üzerini fotoğraflarıyla süsleyen Knut adlı bir kutup ayısından yola çıkarak yazıyor Bir Kutup Ayısının Anıları’nı. Knut’un, yazarın Berlin’de yaşamaya başladığı 2006 yılında dünyaya geldiği düşünülürse, kutup ayısının en popüler dönemleri ve sonrasındaki trajik ölümü, yazarın Berlin’deki ilk yıllarını epey meşgul etmiş olsa gerek.

 

Üç kuşak kutup ayısının yaşamını aktarıyor Tawada. Büyükanneyle açılıyor kitap, büyükannenin deneyimi bir göçmen deneyimi; çift dilli yazar, dil karmasasının içinde bir kutup ayısını anlatıyor ilk hikâyede. Büyükanne kutup ayısı, yazdığı yaşamöyküsünü yayınevine yollar, yayınevi sahibi, büyükanneden habersiz yaşamöyküsünü dergide yayımlayınca hikâye dilden dile dolaşır ve büyükanne kendisine hayran bir kitle edinir. Bu kitle büyükannenin yazarlığına değil, deneyimlerine odaklanmaktadır: Onunla “röportaj yapmak, Doğu Bloğu’ndaki sanatçıların ve sporcuların durumuyla ilgili” konuşmak isterler. Bir şeyler yazması ama kesinlikle kendi dilinde yazması gerektiği söylenir; büyükanne kutup ayısı, Homo Sapiens’le aynı yolda yürümektedir ama onlardan biri olmadığı da kesinlikle tehditkâr olmayan fakat türlü jestlerle kendisine hatırlatılır; hikâyenin bu bölümlerinde, Tawada’nın ironik, mizahi dili, hüzünlü bir deneyimi müşfik bir anlatıya çevirir: büyükanne, yazar olabilirsin ama kendi dilinde yaz; bize kendi acılarından, ülkende yaşadığın kötülüklerden bahset.

 

Homo Sapiens’in yaşamöyküsüne hayranlığı, bir tür arzu nesnesine dönüştürür kutup ayısını; kendisini anlattığı sürece otantik bir figür olarak varlığını devam ettirebilir. Kendi dilinde yazdığı müddetçe, karsındaki için tüyleri okşanacak ve havaların sıcaklığı ve soğukluğu üzerine sorulara maruz kalacak bir nesneden öte bir sey değildir: Önemli olan fikirleri değil, “deneyimleri”dir.

 

Kitabın ikinci ve üçüncü hikâyesi, Toska ve Knut’un hikâyeleri. Büyükanne kutup ayısının birinci tekil anlatımı, ikinci bölümde insanın ağzından bir anlatıma dönüşür. Büyükannenin yavrusu Toska’dır bu hikâyenin kahramanı; bale okulunu başarıyla bitirmiştir –hâlâ kültürün içindedir– ama beklendiği üzere Kuğu Gölü’nde bile rol alamamıştır. Bir çocuk oyununda oynamaktadır ama repliği yoktur. Zararsız görünen homo sapiens’teki otantiklik özlemi öyle güçlü ve doyumsuzdur ki nesiller içinde kutup ayıları, Homo Sapiens’in bu arzusunu tatmin edemez hale gelir; Homo Sapiens’e sadece nesne değil, nesnenin içinde kendisini sunacağı, belki birkaç yapay havuzla süslenmiş bir mekân da gereklidir çünkü: hayvanat bahçeleri. Nitekim, üçüncü hikâye, Berlin Hayvanat Bahçesi’ndeki Knut’un hikâyesidir; dergide öykü yayımlatan büyükanne kutup ayısından, hayvanat bahçesindeki torun Knut’a…

 

EMPERYALİST BİR NOSTALJİ

 

Yazar bir söyleşisinde, doğayla ilişkisinin nasıl olduğu sorusunu Berlin’deki ormanlardan bahsederek yanıtlıyor; Tokyo’da orman olmadığından insanların masalarına koydukları Bonsai’lerden, bilgisayarlarının masaüstlerindeki orman imajlarından bahsediyor. Önce yok edip sonra üstüne ağıt yakmak: Kısa hayatı Berlin Hayvanat Bahçesi’nde sona eren kutup ayısı Knut’un hikâyesi. Renato Rosaldo’nun deyimiyle emperyalist bir nostalji: Önce yok et, sonra ağıt yak. Birini öldür ve ölümüne üzül. Doğayı mahvet, hayvanat bahçesine koş ya da masanın üzerine Bonsai ağaçları koy. Bu yönüyle, Bir Kutup Ayısının Anıları, insanın sadece baska türlerle ilişkisini değil, insanın başka ırklarla, dinlerle, etnik kimliklerle ilişkisine dair de çok şey söylüyor ve birçok ayrımı da gözler önüne seriyor; nesnenin içinde kendisini sunacağı süslenmiş mekânlar, sadece türler arasında değil çünkü: Siyahileri sevmeyen ama bir kurgu dâhilinde olduğu sürece yerlilere bayılan safari tutkunları, yanı başındaki göçmene tahammül edemeyen ama o göçmenlerin kendi ülkelerinden getirdikleri egzotik parçalarla süsledikleri restoranların müdavimi turistler, kutup ayısı hikâyelerinin bir parçası olmasalar da, eşlikleriyle aklımızda dolaşıyorlar.

 

 

BİR KUTUP AYISININ ANILARI
Yoko Tawada
ÇEV: Zehra Kurttekin
SİREN YAYINLARI 2018

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.