Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

‘Küre’nin akışkan zamanları


Şahane
Toplam oy: 1190
George Ritzer
Ayrıntı Yayınları

George Ritzer’ın üniversite öğrencilerine hazırlanmış ders kitabı niteliğindeki çalışması ‘Küresel Dünya’, dipnot ve alıntıların içinde kaybolmadan, ‘küreselleşmenin temel niteliklerini’ gözden kaçırmadan, güncel veri ve gözlemleri es geçmeden ‘toptan’ bir inceleme sunuyor. 



90’larda bizde de hız kazanan ‘küreselleşme’ tartışmalarının kavramsal boyutuna dair bir soruşturmada, şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum, “Dünyamız küreselleşiyor” ‘klişesiyle’ dalga geçerek “Dünyanın biçimi zaten küreseldir, bu ifade çok manasız” içeriğinde bir yanıt vardı. ‘Klişelerin’ sırf klişe oldukları için (Ayrıca sözcüğün kökeni itibarıyla ‘klişe’ olmasaydı matbuat nasıl gelişirdi?) küçümsenmesi bir tarafa, pekâlâ da ‘globe’ (top, küre) sözcüğünden türetilmiş ‘globalization’a bir karşılık olarak ‘küreselleşmenin’ ‘bütünselliğe’, ‘genelliğe’ vurgu yaptığı anlaşılıyordu.

 

Malum, Türkçede ‘toptan’, ‘topluca’, ‘toplum’… gibi pek çok sözcüğün kökeni ‘top’tur (küre yani).

 

 

 

Kavram olarak ‘küreselleşme’ üzerine artık tartışılmıyor, bu konuda konsesüs var. Ama pek çok başka durumda olduğu gibi (‘farkındalık’a duyulan teveccüh-nefret mesela), dillere pelesenk olunca ‘küreselleşme’ de dinlendirilmeye muhtaç kavramlar deposuna gönderilmeye meyilli, oysa olgunun kendisi taş gibi duruyor yerinde. Daha doğru bir ifadeyle söylemek gerekirse ‘su gibi akıyor’.

 

 

 

 

 

 

George Ritzer’ın ‘Küresel Dünya’ adlı üniversite öğrencilerine hazırlanmış ders kitabı niteliğindeki çalışması (kitabın iç tasarımı da bu ders kitabı mantığına uygun hazırlanmış) zamanımızı belirleyen bu temel olguyu inceliyor. Öncelikle ders kitabı niteliğinde olması okumayı kolaylaştırıyor. Ritzer dipnot ve alıntıların içinde kaybolmadan, ısrarla vurgulanan ‘küreselleşmenin temel niteliklerini’ gözden kaçırmadan ve güncel veri ve gözlemleri es geçmeden ‘toptan’ bir inceleme sunuyor. Geniş kapsamlı bir ‘giriş’ kitabı da denebilir bu yönüyle.

 

 

 

 

Zamanımızın bir olgusu olarak küreselleşmeyi tarihin farklı dönemlerinden (‘Küresel Roma İmparatorluğu, 1919 İspanyol gribi salgını, 2. Dünya savaşı…) ayıran, onu kavramsallaştıran ayırt edici nitelikleri nelerdir? Ritzer temel kuramsal yönelimini ‘akışkanlık’ (liquidity) üzerinden oluşturuyor:

 

“Akışkan olgular ne zamanı ne mekânı sabitleyebilir. Akışkan (sıvı) olan şey, tanımı gereği, ister mekânsal ister zamansal olsun her türlü sabitliğe karşı koyar. Bu da, küreselleşmenin mekânsal ya da zamansal görünümlerinin sürekli akış halinde olması demektir. Akışkan olan bir şey, geçici olarak hangi şekli (mekânı) alırsa alsın her zaman için değişmeye hazırdır.

 

 

 

Akışkan dünyasındaki zaman (ne denli kısa olursa olsun) mekândan daha önemlidir. Belki de buna en iyi örnek, küresel finanstır, ki burada pek az şey (dolar, altın) gerçekte kendi mekânını (en azından çabucak) değiştirebilir; işin esasını zaman oluşturur.”

 

 

‘Akışkanlığın’ temel olduğunu söylerken ‘katı’ yapıların hepten ortadan kalktığını iddia etmiyor Ritzer. İntifada sırasında Batı Şeria’dan İsrail’e yönelik saldırıları ‘akışkan’, İsrail’in Batı Şeria ile arasına ördüğü duvarı ise ‘yeni katı biçimler’ olarak tanımlıyor. Tabii ısrarla ivmenin küresel akışkanlığın çoğalması ve hızla gelişmesi yönünde olduğunu belirterek.

 

 

 

Küreselleşme diye bir şey varsa bu durdurulamaz mı?

 

 

 


Ritzer’ın kışkırtıcı sorularından biri bu. Sosyal bilimler açısından ‘kaçınılmazlık’, ‘durdurulamazlık’ gibi tezlerin sorunlu olduğunu, ivmenin tam tersi yönde olduğunda dahi bunun (küreselleşmenin kaçınılmaz olmadığının) olanaklı olduğunu söylüyor. Artan göç hareketlerine karşı ABD ve Avrupa’nın gösterdiği tepkinin (göç hareketlerinin hızını kesmese de) böyle değerlendirilebileceğini ifade ediyor. Ama asıl mühim olan ‘tepeden küreselleşme’ ve ‘aşağıdan küreselleşme’ ayrımını koyması: Tepeden küreselleşme özellikle Kuzey’le bağlantılı olan Güney’e çok uluslu şirketler ve devletler tarafından dayatılan ve yaygınlaştırılan bir süreç.

 

 

Oysa aşağıdan küreselleşme bu dayatmaya bir tepki. Bu tepkinin örgütlü biçimleri ise (temel aktör Dünya Sosyal Forumu’nun yanında kendiliğinden örgütlülüklerle oluşmuş Yavaş Yemek Hareketi gibi ‘küresel’ direniş hareketleri) küreselleşme karşıtı olmak bir yana (pek çoğu küresel düzeyde örgütlü), küreselleşmenin getirdiği olanakları eşitlikçi ve özgürlükçü bir temelde kullanmayı talep eden, ‘dayatılmış küreselleşmeye’ karşı çıkan hareketler.

 

 

 

 

Ritzer deyim yerindeyse küreselleşmenin hiçbir veçhesini (AIDS’ten Çin’in oyuncak sektörüne, haşarelerin küresel yayılımından dünyanın Mc Donald’s’laşmasına, küresel politik yapılardan değişen turizme ve aylaklığa…) es geçmeden değerlendirirken direniş ve geleceğe ilişkin de saptamalarda bulunuyor.

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.