Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

‘Ölüm varsa da, her zaman, ikinci gelir’


Vasat
Toplam oy: 1795
Yannis Ritsos
Kırmızı Yayınları

Yannis Ritsos (1909-1990) denilince akla sadece bir şair imgesi gelmiyor. Yannis Ritsos’un şiirlerini bir kenara koymak gerekiyor ilkin. Zira Ritsos’un yaşamını ve kendisini tanımak şiirlerinin toplamı ediyor. Dolayısıyla Ritsos, bir şair değil sadece, şairliğinin yanında daha çok şey demek. Bu, şiirlerini Ritsos’dan ayrı düşündüğümüzde –ki düşünemeyiz- onu, şiirlerinin, şiirlerini, onun gölgesinde bırakmıyor elbette. Ama bir bütünü, onun çağını (20 yy.), yaşadığı ve yaşamdan süzdürdüğü şiirlerini, döneme damgasını vuran olayları gözden kaçırma riski de her iki durumu, yani şiirlerini ve kendisini ayrı ayrı görmekte yatıyor. Tıpkı Nazım Hikmet’in yaşamını, şiirlerinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi. Zira “ozanın yaşam karşısındaki durumu önemlidir.” Kendi sanatçı, ozan kimliğinin düsturunu böyle ifade ediyor Ritsos. Söz konusu ifade de ‘yaratıcılık’ denilen durumu değerlendirmemizde bize önemli bir kriter sunuyor.

Her zaman en başta özgürlük,  Ritsos şiirlerinin “en önemlilerinin” bir toplamını içermiyor sadece, Özdemir İnce’nin 1981 yılında konuk olarak gittiği Ritsos’un evinde, onunla yaptığı söyleşi ve Ritsos’un 15 Ekim 1962’de Prag radyosunda yaptığı konuşma da yer alıyor. Ozanın hiç bir röportajı kabul etmemesi, konuşmalarının yayımlanmaması konusundaki ısrarlı isteği ve tavrı göz önünde bulundurulduğunda, düşüncelerini dile getirdiği söz konusu metinler oldukça özel bir önem taşıyor.

Ritsos’un gerek Prag radyosundaki konuşması, gerekse İnce’yle yaptığı sohbet ve -tabi ki şiirleri-  bir ‘poetikayı’, şiirin poetikasını anlatıyor.

Kitapta, Taşlar- Yinelemer-Parmaklıklar, Boğun Eğmeyen Ülke, Ayışığı Sonatı, Tanık Şiirler, ana başlıkları altında toplanan şiirler; ozanın şiirlerinin gelişme aşamalarıyla ilgili de bir döküm niteliğinde.

Her Zaman En Başta Özgürlük’te bir araya gelen Ritsos şiirleri, sadece şairi ve şiirilerini tanımamızı sağlamıyor, şiirle ilgili perpektifimizi genişlettiği gibi, hayatın şiire olan gereksinimini, şiirin hayat ve yaşamlar için önemini daha da önemlisi hayatın şiirsiz  nasıl “çorak” kaldığını haykırıyor.

Kocaman bir iğne ve kalın bir iplikle, beceriksiz, dikiyor ceketinin düğmelerini. Konuşuyor kendi kendine: Yemeğini yedin mi? İyi uyudun mu? Konuşabildin mi? Pencereden bakmayı düşündün mü? Kapı çalındığında gülümsedin mi? Ölüm varsa da, her zaman, ikinci gelir. Çünkü her zaman en başta, özgürlük.

Faşits cuntanın yaktığı kitaplar


Ritsos’un yaşamına baktığımızda onun şiirlerini besleyen kaynağı daha iyi anlarız. Yunanistan’ın Peloponez bölgesinde Monemvassia’da doğar Ritsos. Ortaöğreniminden sonra Atina’ya gelir. Ozanın kader çizgisi de Atina’da başlar. Burada verem hastalığına yakalanan Ritsos, sanatoryumda kalır. Daha sonra (1931) komünist çevrelere girer. İki üç yıl sonra Traktörler ve Piramitler  kitabı yayımlanır. Yazıt-Mezar Yazıtı (1936) Atina’da Zeus tapınağında, faşits cunta yönetimi tarafından törenle yakılır. Siyasal düşünceleri yüzünden tutuklanır (1948). Lemnos, Makronisos ve Ayios İstratis adalarında tutuklu ve sürgün kalır. Sonra evlenir (1954). Kızı Elefteria (Eri) için Sabah Yıldızı’nı yazar. Ayışığı Sonatı kitabı ona “Ulusal Şiir Ödülü” getirir. Albaylar Cuntası döneminde ikinci kez tutuklandığını görürüz (1967). Sonra, Ritsos, Leros, Yaros ve Sisam adalarına sürgün edilir. Ardından bir süre sonra, sağlık sorunları nedeniyle Atina’ya gelmesine izin verilir. Belçika’nın Konkke kentinde düzenlenen şiir bianalinde “Büyük Ödülü” alır. Yine, Etno-Taormina Şiir Ödülünü alır. Uluslararası Dimitrof Ödülü’nü ve Lenin Uluslararası Barış Ödülü’nü de alan Ritsos, böylelikle dünyanın bir daha istese de  unutamayacağı bir ozan olarak belleklere kazınır.

Ritsos’un, şiirleri, kişiliği ve yaşamıyla yaşama sunduğu büyük desteği söylemeye gerek yok. Ozanın dizelerinde öne çıkan tema, yaşamın trajedileri ve çıkmazlarına odaklanarak, oradan sevincin, yaşamanın müjdesini veren özler taşır. İnsana dair tüm şeyler, davranışlar, gereksinimler, ritüeller, nesneler Ritsos’un şiirlerinde yer bulur. Soyut, somut her durumda, her nesnede insanı yakalayan Ritsos, onun görünmeyen derinliklerini açığa çıkarır.

‘Bir sözcük gerçektir ancak...’


Basit şeylerin arkasına gizleniyorum, beni bulasınız diye; beni bulamazsanız, nesneleri bulacaksınız, dokunacaksınız elimin dokunduğu yere, birleşecek ellerinizin izleri. Ağustos’un ayı parlıyor mutfakta kalaylı tencere gibi (size söylediğim şeyden dolayı böyle oluyor) aydınlatıyor boş evi eve evin diz çökmüş sessizliğini- her zaman diz çözmüştür sessizlik.

Bir yola çıkıştır her sözcük bir buluşma için –sık sık vazgeçilen- ve bir sözcük gerçektir ancak, bu buluşmada direttiği zaman.

Şiirlerinde mitolojik motifleri de kullanan Ritsos, onları bulundukları zamandan şimdiki zamana taşıyarak yine sıradan, yalın olanı, insanı yakalar: “Yunan mitolojisinde çağdaş ögeler vardır. Zaten bütün evrensel mitolojilerde bu özellik vardır. Böyle durumlarda, şiirde, tarihsel transposition’lar yapılabilir. Bu, şiirin okurla sıcak ilişkiler kurmasını sağlar. Evrensel mitoloji şiiri, sanat yapıtına ne kadar açarsa, yerel mitoloji de yapıtı o oranda kapatır, bilmeceleştirir. Ama evrensel Yunan mitolojisinden yararlanmak sadece bizim tekelemizde değildir, bildiğiniz gibi, yüzyıllardır Batı’ya esin kaynağı olmuştur. Yunan-Roma-Hıristiyon kültüründen gelmeyen uluslar için durum biraz zordur, ama Yunan kültürünün en evrensel değerleriyle Anadolu kültürü arasında bazı ilişkiler bulmanız zor olmasa gerek.”

Şiirin nasıl olması gerektiğiyle ilgili ise fazla söz söylemeye gerek yok. Zira “bir şiir için ifade ettiği anlama göre bir karar veremeyiz. Önemli olan onun ilkin şiir olmasıdır. Bir metin şiirse bir şey ifade eder; metnin içinde doğru ve haklı düşüncelerin yer alması onun şiir sayılmasına yetmez.”

Bir “çağdaş” ozanın sahip olması gereken özelliklere gelince; “çağdaş ozanın sahip olması gereken özellikler, her zaman, her dönemde, bütün çağlar boyunca, bir gerçek ozanın sahip olması gereken niteliklerdir. Yani, bir insan, sadece kendisininkilerle değil, herkesle kardeş olan, bütün insanlarla kardeş olan, herkes olan bir insan. Çok incelmiş bir duyarlığa sahip olmalı, son derece incelmiş. Her hareketle, en uzaktakilerle bile en somut ve aynı zamanda en tanımlanamaz ilişkiler kurabilen biri. Bilincine ve yazısına geçen dünya ile en ince, en kesin, en karmaşık ilişkileri kurup sürdürebilecek sürekli dikkat ve uyanıklığı sahip biri. Geleceği önceden sezebilmek, önceden gerçekleştirebilmek, önceden kurabilmek için dünyanın bütün uygarlıklarını (geçmiş ve şimdiki) bilen, kavrayan biri” olmalıdır.

Ritsos’un bir şairin nasıl olması gerektiğiyle ilgili yaptığı saptamalara dikkat edilirse, duyumsayan, acı çeken, sevinen her insanın şiirin kıyılarına yanaştığını anlarız. Duyumsayan her insan önce şiir okuyarak bu kıyılardan içeri neden girmesin (?)

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.