Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Onu Mutlaka Bulacağım”


Şahane
Toplam oy: 140
Muhabir olarak çalıştıktan sonra özel dedektif olmaya karar veren Amerikalı yazar Rene Denfeld, kendi hayat hikâyesine de paralel olarak yazdığı son kitabı İzci’de okurları, uzmanlık alanı kayıp çocuklar olan özel dedektif Naomi Cottle’nin küçük bir kızın izini sürdüğü ürpertici macerasına ortak ediyor.

Çocukken kaçırılmaktan korkar mıydınız? Kaybolmanın ölmekten daha zor, daha acı bir durum olduğu söylenir. Ölüm bir vedadır; kayıp ise asla aklından çıkaramayıp her zaman umut etmek, beklemek, beklemek ve beklemektir. Otogarlarda, elektrik direklerinde, dükkân camlarındaki kayıp ilanlarına bakarken siz de üzülüyorsanız; kaybolan çocuklara dair hem ürküten hem de yürek burkan hikâyelere aşinaysanız, satırları arasında gezinirken kâh öfkeleneceğiniz, kâh ürpereceğiniz bir kitapla tanışmaya hazır olun: İzci.

 

İzci (The Child Finder) ülkemizde Doğan Kitap etiketiyle geçen Ekim ayında okuyucuyla buluştu. Amerikalı yazar Rene Denfeld’in Türkçeye çevrilen ilk eseri. Denfeld’in bundan başka The Enchanted ve Butterfly Girl isimli iki kitabı daha bulunuyor ki, Butterfly Girl, İzci’deki kahramanımız Naomi Cottle’ın bir diğer hikâyesi.

 

Denfeld’in yaşamı bir hayli ilginç. Muhabir olarak çalıştıktan sonra özel dedektif olmaya karar veren yazarın üç evlatlık çocuğu var ve Oregon - Portland’da yaşıyor. Buradan bakınca ilginç gelmese de, İzci’yi okuyanlar hak vereceklerdir. Zira macera Oregon’da geçiyor ve evlatlık çocukların hikâyede hatırı sayılır bir yeri var. Yazarın bu kitabı kaleme alırken gördüğü, bildiği, duyduğu hikâyelerden yola çıktığını düşünmemek elde değil.

Karanlık sırlar, sır dolu yaşantılar
Naomi Cottle, kendisine “izci” lakabını yakıştıran, uzmanlık alanı kayıp çocuklar olan bir özel dedektiftir. Çocuk istismarı ve çocuk cinayetleriyle fazlaca haşır neşir olduğundan ötürü hayata karşı duruşu tahmin edilebileceği gibi mesafelidir. Sert mizaçlı, az gülen, bazen dağlarda bazense çöllerde kayıp çocukların peşinde ömrünü tüketen genç kadının karakterinin bu yönde evrilmesi de boş yere değildir. Naomi henüz çocukken, küçük kız kardeşi ile beraber kaçırılmış, ormanda bir yerlerde alıkoyulmuş, bir şekilde kaçıp kurtulmuş, adeta cehennemden çıkmıştır.
Acı olansa küçük kardeşinin kendisi kadar şanslı olmayışıdır. Naomi’yi bulan yerliler onu polise teslim ettiklerinde, yaşadığı dehşetten ötürü hafızası olayı çözecek kadar berrak değildir. Ne ailesine ne de kaçırılışına dair kayda değer hiçbir şey hatırlamaz. Ancak bu acı yaşanmışlık adeta bir sis perdesinin arkasından izliyormuş gibi bulanık da olsa zihnini hiç terk etmez Naomi’nin. Uykuları sık sık kâbuslarla bölünür. Küçük Naomi, soyadını alacağı Bayan Cottle tarafından evlatlık alınır. Bu iyi yürekli kadının evinde bir başka kimsesiz çocuk daha vardır; Jerome. Bu iki çocuk birlikte büyürler, kardeş gibi yakın olsalar da asıllarını bilirler. Hatta aralarında gizli bir çekim de mevcuttur.
Naomi yuvayı terk edip dedektif olur, Jerome ise orduya katılır, kolunu kaybeder ve koruyucu annesinin evine döner. Fırsat buldukça görüşmeye devam etmektedirler. Bu fırsatlardan biri daha gerçekleşir ve Naomi bir süreliğine Oregon’a gelir. Çünkü yeni bir iş almıştır. Kaybolan küçük bir kızın izini sürecektir. Kitapta Naomi’nin geçmişine dair bu ipuçlarını ve yaşantısının detaylarını, hikâyenin akışı içerisinde parça parça okuyoruz. Roman tam da Naomi’nin yeni bir vaka için Oregon’a dönüşüyle başlıyor.

Kardan Kız'ın hikâyesi
Beş yaşındaki Madison üç yıl önce anne - babasıyla yılbaşı için çam kesmeye gittikleri Skookum Milli Parkı’nda kaybolmuştur. Perişan durumdaki aile her yolu denedikten sonra Naomi’ye ulaşırlar. Naomi vakayı kabul edip bölgede kızın izini sürmeye başlar. Burası uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı, güzel olduğu kadar bilinmez bir arazidir. Hâlâ geleneksel yöntemlerle tuzak kurup avlanan avcıların kürk ticareti ile geçindikleri, herkesin birbirini tanıdığı küçük kasabada Naomi için çok fazla ipucu yoktur. Şüphelendiği isimleri araştırıp, geçmişe dönük kayıp vakalarını sararmış gazete kupürlerinden incelerken, üvey annesi Bayan Cotton vefat eder. Bu veda Jerome ile Naomi’yi birbirlerine duygusal açıdan daha çok yakınlaştıracaktır.
Öte yandan hikâye akıp giderken aralarda bir masal okuruz. Bu, Kardan Kız’ın hikâyesidir. Dehşetli bir yabani tarafından bir kulübenin bodrumuna hapsedilmiş küçük kızın masalı ilerledikçe, onun aslında Naomi’nin aradığı Madison olduğunu anlarız.
Madison kaçırılmıştır ve hayattadır. Artık sekiz yaşına erişmiş küçük kız hayata tutunabilmek adına en sevdiği masal kitabındaki hikâyeyi kendi gerçekliğiymişçesine yaşamaktadır. Çember daralırken Madison’un akıbetini merak ettiğimiz kadar Naomi’nin kendi yaşamındaki çalkantıları da ilgiyle okuyoruz. Düğüm çözüldüğünde ise Madison’u kaçıran yabancının hikâyesinin de esaslı bir dram olduğunu görüp karmaşık duygulara savruluyoruz.
Naomi yeni bir maceraya atılmak üzere bize veda ettiğinde, bu gözü pek karakterin diğer kitabını da okumayı şiddetle arzu ettim. İzci, fiziksel değil psikolojik şiddetin ön planda olduğu, gerilim seven okuyucuları tatmin edecek bir kitap.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.