Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Aklınızın Eşiğine Davet


Zayıf
Toplam oy: 1175
Halil Cibran
Yaba Yayınları

Halil Cibran’ın ‘Kâfir Halil’ adlı uzun öyküsü,  Ekim 2009’da, Yaba Sahaf Cep Kitapları tarafından yayımlandı.
Kâfir Halil’in tipik bir Cibran metni olduğu söylenebilir.

Hikâyeye göre yetim Halil’in sahibi, Qezhiya Manastırı’nın zenginlik ve bolluk içinde yaşayan keşişleri ve rahipleridir. Halil, manastırın hak hiyerarşisinde alt seviyededir. Kilisenin sığırlarına çobanlık eder, kuru ekmek ve kaba döşekle ödüllendirilir. Derebeyleri, çıkarları için, Tanrı'nın adını kullanarak halkı ezen kiliseye yaslanırken, kilise halk üzerinden kazanan derebeylerinden nemalanır. Halil ise ne ruhban sınıfındakilere benzer ne de serflere.

Halil, semavi iradenin, horlanarak yaşamasına göz yummayarak gözleriyle kulaklarını açtığına, böylece ışığı görüp,  gerçeği anladığına inanır.  Sözünü sakınmadığı için rahiplerce dışlanır, nihayet zemheri ayında manastırın kalın duvarları dışına, doğanın hırçın kollarına bırakılır. Sonrası Şeyh Abbas’ın köyüne çıkan yolda verilecek irade savaşıdır. Halil, karanlık Lübnan dağlarından, gırtlağından kopup tipinin uğultusuna eklenen son çığlığını şans eseri duyan ana kız sayesinde kurtulacak ve insanlıktan arta kalan değerlerin mirasçısı olarak ana kızın köyünü içine düştükleri gafletten uyandıracaktır. Bu çabanın söze geldiği uzun monolog, Cibran’ın öyküsünün can damarında dolaşan kandır.

Monolog Halil’in kendisini öfkeyle seyreden köylülere dönerek;

 “Benim ailem ve aşiretim yoksullar ve mazlumlardır. Bu geniş topraklar da benim memleketimdir” demesiyle başlar. Şeyh Abbas, Halil’in söze giriş cümleleriyle alay edecektir:

“Senin onlardanım dediğin kimseler senin cezalandırılmanı istiyorlar ve vatanım dediğin topraklar da senin orada kalmandan hoşlanmıyor.” Bu açıklamadan itibaren Halil, köylünün  bilmesi gereken ‘gerçeği’ ardı ardına dile getirecektir:

“Cehalet içindeki halklar en şerefli evlatlarını tutuklayıp zalimlerin eline teslim eder, aşağılanmış ve onuru çiğnenmiş ülke de sevenlerine zulmeder. Fakat iyi çocuk, hastalandı diye annesini terk eder mi, merhametli kardeş, kardeşini mutsuz olduğu zaman terk eder mi? Bugün beni tutuklayıp sana teslim eden bu zavallılar kalplerindeki tohumları senin tarlana ekiyor ve bedenlerindeki kanlarını senin ayağının dibine döküyor. Yurttaşı olmamı reddeden bu topraklar da zalimleri ve despotları affetmeyerek yutacaktır. (...)”

Yazar, şair, ressam ve düşünür olan Halil Cibran’ın öyküdeki köy için kurguladığı feodal gerçekliğin deneyimlerimize yakınlığı, öykünün gerçeklikle sorunlu ilişkisini önemsizleştirir. Köye gelen yabancının değiştirme gücünün çelişkili hali, metnin bir çeşit ütopya olarak okunmasını da sağlar.

Esas olarak, aktarılan hikâyenin mekâna, zamana, olaylara ayna olma özelliği dikkat çeker. Kâfir Halil, bu haliyle, kültürel planda da insanı şekillendiren coğrafyanın, dünya için geçerli en yalın değerler alanına yaslanan, edebiyata kazandırılmış bir aydınlatma metnine benzetilebilir. Uzun öykü sona erdiğinde okur, her durumda bir seçim yapılabileceğini fark edecek, kendi koşullarında yapılabilecek seçimler üzerine düşünmeye girişecektir.

Cibran’ın metinlerinden birinde yer alan şu cümleleri hatırlayınız: "Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz. Takipçileri arasında mabedin gölgesinde yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir. Eğer gerçek bir bilgeyse, bilgeliğinin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.”

Kâfir Halil, bir hikâyedir, ancak kurgusu itibariyle, Cibran’ın benimsediği değerlerin (bağlılık, başkalarını incitmemek, yardımseverlik, dürüstlük, adil olmak, herkesin hakkını gözetmek vb.) yarattığı dünya görüşüne, düşünürün verimi olacak paylaşım zeminini sağlama işlevi görür. Fakat tam da yukarıdaki cümlelerin işaret ettiği gibi, uzun monoloğa rağmen, metin hiç de didaktik değildir.

Tam adı Cübran Halil Cübran olan Halil Cibran, 1883’de Lübnan’da doğdu. On iki yaşında Lübnan’ın Quadicha Vadisindeki Bhserri Köyü’nden ayrılarak ailesi ile birlikte ABD’ye gitti. Sonraki yaşamı, Boston – Beyrut – Paris – New York – Boston arasında geçti.

Yüksek öğrenimini Beyrut'taki El Hikmet Medresesi'nde (Bilgelik Okulu) tamamladı.

Cibran, 1902-1908 yılları arasında yalnızca resim yaptı. 1908'de Paris'e, Güzel Sanatlar Akademisi'ne giderek üç yıl boyunca büyük heykeltıraş Auguste Rodin'in öğrencisi oldu.

İlk kitabı "The Madman-Deli" 1918’de yayımlandı. Yapıtları yirmiden fazla dile çevrildi. "The Prophet-Ermiş" (1923) adlı kitabı ününü ve dünya çapındaki bilinirliğini pekiştirdi.

Kırık Kanatlar ve Asi Ruhlar adlı kitaplarının ardından bağlı olduğu Hıristiyan Marunî Kilisesi’nden aforoz edildi. Büyük düşünür, yazar, şair, ressam Cibran, öldüğünde 48 yaşındaydı. Naaşı, memleketine, Mar Sarkis Manastırı’na ölümünden çok sonra getirilebildi, ancak kemikleri mezarından çalındı.

Cibran, Lübnan’ın kültür mozaiğinden (Şii, Sünni, Hıristiyan Marunî... Arap, Ermeni, Dürzî vb.) beslendi, Batı’daki hayat deneyimiyle zenginleşti, tüm sanat üretimiyle dünya halklarının sevgi, saygı, uyum ve farkındalığına hizmet etti.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.