Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Anday vakası


Şahane
Toplam oy: 907
Melih Cevdet Anday
Everest Yayınları
Şairin 100. yaşı vesilesiyle yayınlanan Şiir Yaşantısı adlı denemelerde, Melih Cevdet Anday'ın şiire bakışını, çeşitli tartışmalara yanıtını, şiirden ne anladığı kadar ne anlamadığını da görüyoruz.

Sanat ortamında en çok konuşulan disiplin şiir ise en çok konuşanlar da şairlerdir. Bu durumu bir tanıma, kalıba sığmaz verili şiire karşı çıkışlar kadar yeni tarifler önerilmesi ya da giz dolu şiirin şifrelerini çözme, açıklama çabası şeklinde açıklayabiliriz. Peki bunca yazı, deneme, tanıtımdan geriye ne mi kalıyor? Dönemi ve zamanın sanatını kavramış, yarına sözü ve dönüştürücü etkisi olan az hatta çok az yazı. Diğerleri dergilerin solmuş sayfalarında, dolaşımda olmayan kitapların arasında; üzücü büyük kısmı ise zamanın çöplüğünde...

 

Farklı sahalarda değişkenlik arz eden verimleriyle sanat serüveni dikkat çekmiş ve her daim okunma ihtiyacı hissettirmiş az sayıdaki isimlerden biridir Melih Cevdet Anday. Önemli bir şair olmasının yanı sıra gerek köşe yazarlığı gerek romancılığı gerek oyun yazarlığı ile, şiir ve dünya meseleleri üzerine düşündüğünü işaret eden denemeleri ile, derinlemesine incelenmeyi hak eder. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile ortaya koydukları Garip şiiriyle Türk şiirinin büyük akışını -değiştirmeyi göze almış demiyorum-, değiştirmiş ve şiirinde pek çok şairin kolay kolay yapamayacağı ayak değiştirmeyi büyük sıçrama göstererek akılda kalıcı işleriyle başarmış bir şairdir. 

 

Şiirini tesadüflere ya da o anki sanat ortamına karşı konumlandırmadığını, kaynaklarını ve varmak istediği yeri tartıp sözünü söyleyen bir şair olduğunu da yeniden hatırlatarak ortaya koyuyor Anday. Şiir Yazıları alt başlığı ile okura sunulan, yalın, etkili ve çeşitli örneklerle meseleyi izah eden, soru soran, düşündüren bir aklın önde durduğu Şiir Yaşantısı adlı denemelerde ise, şairin şiire bakışını, çeşitli tartışmalara yanıtını, şiirden ne anladığı kadar ne anlamadığını da görüyoruz. Şairin 100. yaşı vesilesiyle, Yalçın Armağan'ın bu denemeleri altı başlık etrafında bir araya getirerek çok kıymetli bir iş yaptığını öncelikle belirtmek gerek. Anday gibi ortaya koyduğu her disiplinde verimli ve başarılı bir şairin 100 yaşında; meydanlarda şiirleri okunarak, oyunları oynanarak, devlet destekli pek çok sempozyum, panel ve etkinlik düzenlenerek anılması gerekirdi. Bu zifir karanlık zamanda Şiir Yaşantısı ile karşılaşmak bile su serpmese de yüzümüzü gülümsetiyor. 

 

 

Birkaçı dergide, hemen hepsi de gazetede yayımlanan bu denemelerde temel mesele şairin şiirle kurduğu derin hukuk. “Şiir Üstüne Niçin Yazarlar”; “İki Uygarlıktaki Yazınımız”; “Şiir, Anlam, Biçim, İmge”; “Ozanın bildirisi, Şiir Nasıl Yazılır?”; “Ozanlar (Şairler), Kitaplar”, “Şiir Çevirisi, Dünya Şiiri” başlıklarını taşıyan denemelerde şairin her biri şiire çıkan farklı yollardaki görüşlerini, yaklaşımlarını katman katman görüyoruz. 

 

Anday'ın deneme kitaplarını okuyanlar hatırlayacaktır ki, hem her çalışmasında şiir vardır hem de salt şiire kurulu bütünlüklü bir kitabı nerdeyse yoktur. Çoğu gazete yazılarını derleyen deneme kitaplarında şairin dile, kültür hayatına, şiire, siyasete, toplumsal olaylara bakışı tarihsel bir sıralamayla yer alır. O açıdan dikkatle tarandığı gözden kaçmayan bu derleme; şiire dair çeşitli başlıklar altında tasnif edilmiş kıymetli yazılardan oluşmasının yanı sıra Anday'ın değişen üslubuyla şiiri bir sanat olarak farklı zaman, zemin ve bağlamlarda ele alması ile şiirimizdeki yerini göstermesi açısından da kıymetli. Okuru bir anlamda “dağınıklıktan” kurtaran bu kitapta dergilerde kalmış, unutulmuş, sonraya bırakılmış yazılardan seçim yapılırken hazırlayıcının yaşadığı tereddütü de yine Anday'ın Orhan Veli üzerine yazısıyla aştığını hissediyoruz: “Orhan Veli, bu şiirleri neden kitaplarına almadı? Beğenmediği için mi, yoksa o sırada çıkardığı kitabın havasına uygun olmadığı için mi? Belki daha başka nedenler de düşünülebilir. Ama sonuç şudur ki derleyici ozanın önlemlerine boş vermekle, bütün şiirleri günün birinde bir kitapta toplayıvermektedir. Keşke böyle olmasaydı diyemeyiz. Bir ozan bütün yazdıklarının ozanıdır. Üstelik ileriki inceleyici, onun diyelim beğenmeyip kitaplarına almadığı şiirlerde kişiliğinin kimi başka çizgilerini bulup ortaya çıkaracaktır hatta o şiirler belki yeni bir dönemde yeni tatlar, değerler kazandıracaktır.” Şairin kaleme aldığı bölümden de anlaşıldığı üzere bu ya da başkaca bir derlemede hazırlayıcının seçimi de, vicdanı da rahat olmalıdır. 

 

Bu seçkiyi dikkatle okuyacak okura sorulacak en önemli soru şudur: Şiirimizin modernizm serüveninin poetik haritası çıkarılsa Anday burada hangi yazısıyla yer alırdı? Mesela Putları Yıkıyoruz metni ile Nâzım, Garip önsözüyle Orhan Veli, Perçemli Sokak'taki girizgâhıyla Oktay Rifat, Çıkmazın Güzelliği ile Turgut Uyar, Folklor Şiire Düşman ile Cemal Süreya şiirimizdeki derin hareketlenmeleri, kırılmaları tespitleriyle ortaya koymuşlardır. Anday'la ilgili en çok konuşulan, tartışılan yazı, “bizim klasiklerimizin olmaması”dır da peki, açtığım bağlamda “kalıcı” poetik metin hangisidir? Benim bu soruya yanıtım; şairin yaşının yani genç ya da yaşlısının olmayacağı, sadece şiirin (şairin) mümkünlüğünü ve yasalarca belirlenmiş sınırın/dilin yerine salt şiirin varlığını vurguladığı, yani benim arkadaşım Homeros'tur dediği, dil ve imgenin önemini işaret ettiği, şiir sanatına bakışını özetlediği Şiir Yaşantısı'dır. Şairi tüm zamanları ve sınırları ortadan kaldırarak yaşlı, genç demeden yan yana getiren yani Homeros'la Eliot'ı aradaki zamana ve sınırlara karşın birlikte kılan dilden başka, uluslararası bir dildir: Şiiridir. Demek ki şiirin geçmişi ve geleceği şiirdir, diye özetleyebileceğimiz denemesidir bende “kalan”.

 

Nerdeyse hemen her şair, şiire başlayınca önce etrafında en çok görünen, önemsenen ve kendisine yakın gördüğü, dili çekici gelen şiirlerle/şairle yakınlık kurar. Ve sonra sonra kendisini arama serüveni ilerledikçe bulunduğu yerden uzaklaşır, başka yurtlarda, yerlerde, dillerde şairlerle tanışır, yakınlaşır ve onları kazımaya başlar. Ama bu kazıma işlemi belki de birkaç kitap ortaya koyduktan sonra ancak olur. Fakat Anday'da bu kazıma, düşünme eylemi çok erken başlamıştır. Özellikle denemelerindeki tartışmalara yanıtlarından bunu çok net görebiliyoruz. Şiirinin kaynağını arayan ve bunu Eski Yunan'da bulan, Batı kültürünü yeni bir estetikle sunmaya çalışan, şiirde felsefe yapan, derin ve yan okumalarla katmanlarına yaklaşılabilecek bir şiire varan Anday, dili ve kültürü ne kadar çok önemsediğini nerdeyse anlatmaktan bıkmayan bir şairdir. Anday, 1989'da uluslararası bir etkinlikte sunduğu bildiride deneyiminin şaşırtıcı sonucunu, dile bakışını ve şiirde geldiği son durağı örneklendirdiği şu sözleriyle aktarır: “Yıllar sonra, hiç farkında olmadan, ilk şiirlerime yaklaşıyordum. İnatla üstünde durduğum, tekrar tekrar dönüp geldiğim konuların başında hep ‘doğa, insan’ ilişkisi yer almış. Son şiirlerimde de bu temayı işlediğimin farkına vardım. Üstüne bastığım dünyanın gizini çözemedim. Belli ki böyle bir giz yok. Yoksa ozan var eder onu. Bizim büyük mimarımız Sinan'ın son yapıtı ilk yapıtlarına benzemektedir. Bir daire tamamlamak mıdır yoksa sanatçının yazgısı?”

 

 

 


 

 

* Görsel: Tufan Kızılırmak

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.