Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Anneler, şairler ve başka şeyler


Vasat
Toplam oy: 1974
Roberto Bolano
Pegasus Yayınları
Bu aslında bir korku hikayesi ama bunu müşfik bir anne anlattığı için emin olun hiç korkmayacaksınız.

İnkar etmenin alemi yok, tuvalette kitap okuduğunuzu biliyoruz. Peki, bir tuvalette 13 gün mahsur kalacağınızı bilseniz yanınıza hangi kitabı alırdınız? Siz düşünedurun, Roberto Bolaño’nun Tılsım’ında Auxilio Lacouture, başına geleceklerden habersiz üniversitenin tuvaletinde Pedro Garfias’ın şiirlerini okuyordu. Tam o sırada, Meksika’nın başkenti Meksiko’da 68 hareketinin tırmanacağını, on bin kadar gencin, “Olimpiyat değil devrim istiyoruz,” nidalarıyla üniversite meydanında toplanacağını ve polisin üniversiteyi işgal ederek gösteriye kanlı bir son vereceğini bilse, başka bir kitap seçer miydi, bilmiyoruz. Ama kuşkusuz, daha hazırlıklı olmayı ve yanına tuvalet kağıtlarından başka yiyecek bir şeyler getirmeyi isterdi.

 

Ailemizin damardan gerçekçisi Bolaño, bu sefer Vahşi Hafiyeler’de şöyle bir boy gösteren Auxilio Lacouture’ün hikayesine kan veriyor. Meydan polis tarafından dağıtılmış, üniversite boşaltılmışken, Felsefe ve Edebiyat Fakültesi’nin kadınlar tuvaleti, temsili bir direnişin sahnesi haline geliyor.

 

Kapalı mekan, açık zihin

 

Meksika şiirinin anası Auxilio’yu Vahşi Hafiyeler’den hatırlıyoruz. Kafelerde ve barlarda genç şairlerle takılan, onların şiirlerini dinleyen; zamanla yaşlı, başarısız gazetecilere dönüşeceklerini bile bile şiirden ödün vermemelerini sağlayan kadın. Asla hesap ödemez. Çünkü Meksika şiirinin anasıdır. 68’te herkes dağıldığında 13 gün boyunca üniversiteyi kollamıştır. Hesabı peşin ödemiştir yani. Tılsım’da ise bir tuvalet kabininden konuşan Şiir Anne’yi dinleriz. Mekan boğucudur. İçinde bulunduğu şartlar da pek iç açıcı sayılmaz. Zaten kendisi de söylüyor: “Beni delirmekten tek bir şey alıkoydu: Espri anlayışımı asla yitirmedim.” Bu ahval ve şerait altında Şiir Anne, tuvalet fayanslarına yansıyan ışığı bir leitmotif olarak kullanarak geçmiş, gelecek ve şimdide serazat dolaşır. Mexico City’ye gelişi, ilk tanışıklıkları, üniversitede tuttuğu işler, kaybettiği dişler, şairler ve tabii ki sol hareketler...

 

Bilirsiniz, çok çocuklu annelerin kafası biraz karışık olur. Tarihleri akıllarında pek tutamazlar. Yine de korkunç bir hafızaları vardır. Auxilio da, Meksika Şiirinin Anası olarak, onlarca şaire analık ederken, tarihleri karıştırsa da, tüm o hatıraları belleğine kaydetmiştir. Güney Amerika’nın uzak geçmişine, 68 kuşağına ve dahi geleceğe uzanan hatıralar. Bu açıdan Auxilio, temsili direnişi, tanıklıkları, hafızası ve ince humoruyla, Meksika şiirini doğurur.

 

Bir alter-ego olarak Belano

 

Kendinden bir alter-ego olarak bahsetmeyi pek seven Bolaño’ya, bu kez Şiir Anne’nin gözlüklerinden bakıyoruz: “Tanıştığımızda 1970 yılıydı ve ben daha o zamandan Meksika şiirinin anasıydım, o ise içki içmesini dahi bilmeyen bir veletti,” diye başlayan hikayelerinde Belano’nun ilk gençliğini görürüz. Uzak Yıldız’da yakın plandan izlediğimiz Vahşi Hafiyeler’in damardan gerçekçisi Belano karakteri, Şiir Anne’nin anlatımıyla tamamlanır. 

 

Bu aslında bir korku hikayesi ama bunu müşfik bir anne anlattığı için emin olun hiç korkmayacaksınız.

 

 

 


 

 

* Görsel: Ariel Tancredi

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.