Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Argonun Ölümü


Zayıf
Toplam oy: 132
Argo sözlüklerini devasa birer mezarlığa benzetebiliriz. Argo ise dışarıda etiyle ve kemiği ile yaşamaya, hayatın içinde dönüşmeye devam etmektedir. Argo adeta Schrödinger'in kedisi gibi aynı anda hem ölü hem de hayattadır.

Argo deyince aklımıza bir dizi kaba, galiz söz yığını geliyor. Her kötü söz otomatikman üzerinde argo yazan bir çuvala istifleniyor. Argoyu anlamak bu kadar kolay olsaydı bu sayfada yer vermeye, hakkında bir şeyler söylemeye değecek bir kavram olarak değerlendirmeye gerek olmazdı.

 

Argo hakkında abidevi bir sözlüğe emek veren Hulki Aktunç, “Argo, dilin gizli örgütüdür” demişti. Bu tanım, sadece şiirsel bir aforizma olarak algılanmamalı.

 

Argonun temel amacı, dili bir çeşit şifreye dönüştürmektir. Var olan kelimelere sözlüklerde yer almayan anlamlar verilir, çarpıtılır, farklı kelimeler umulmadık şekillerde bir araya getirilir, farklı dillerden alınan kelimeler alındıkları dildeki anlamların dışında anlamlarla kullanılır. Argonun çeşitli meslek erbaplarının aralarında kullandıkları terim yüklü dilden temel farkı diğer insanlarla araya bir mesafe koymak amacıyla geliştirilmiş olmasıdır. Doktorların yahut avukatların aralarındaki konuşmalardan farkı meslek dilinin yazılı olarak karşılığının olması, sözlükler yahut kitaplar aracılığıyla öğrenilebilmesidir.

 

Argo, Esperanto gibi kurucu bir irade tarafından bilinçli bir şekilde inşa edilmiş bir dil de değildir. Mesela hırsız argosu, küçük çete veya mahallelerde insanların iç içe yaşarken geliştirdiği bir dildir. Bu anlamda “kendiliğindenlik” de taşır argo. Hangi kelimenin hangi anlamda kullanılacağı iç içe yaşamanın getirdiği kendiliğindenlik çerçevesinde saptanır ve benimsenir. Argonun hiciv yüklü dili üzerinden sadece onu kullanan küçük grubun değil o grubun yer aldığı toplumun ve zamanın da zihinsel arka planını, sosyolojisini okumak ve anlamlandırmak mümkündür.

Hulki Aktunç, “Türkiye argosu taranıp incelendiğinde, argo sözcük ve deyimler ile konuşma biçimlerinin önce belirli alanlarda doğduğu, sonra komşu alanlara da geçerek yaygınlaştığı, kimi örneklerin genel argodan ana dile sızdığı görülür. Belli başlı dillerin argolarında da çoğunlukla aynı gelişim söz konusudur.” diyerek argo ile genel dil arasındaki etkileşime değinir.
Argo kütüphanesi büyük ölçüde sözlüklerden oluşuyor. İronik bir şekilde sözlükte yer almanın, kelimeyi kamusal alana yazılı alana kazandırdığı için bir sözlükte yer almanın o kelimeyi argo olmaktan çıkardığını dolayısıyla argo sözlüklerinin argo kelimeleri, merkeze taşıdığını, formel dile dâhil ettiğini söyleyebiliriz.
Bu açıdan argo sözlüklerini devasa birer mezarlığa benzetebiliriz. Argo ise dışarıda etiyle ve kemiği ile yaşamaya, hayatın içinde dönüşmeye devam etmektedir. Argo adeta Schrödinger'in kedisi gibi aynı anda hem ölü hem de hayattadır sözün özü.
ARGONUN İLK 11’İ


Hulki Aktunç/Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü
Ferit Devellioğlu/Türk Argosu: İnceleme ve Sözlük
Osman Cemal Kaygılı/Argo Lugati
Filiz Bingölçe/Kadın Argosu Sözlüğü
Ali Püsküllüoğlu/Türkçenin Argo Sözlüğü
Prof. Dr. Halil Ersoylu/Türk Argosu Üzerine İncelemeler
Sevgi Özel/Afili Mavallar
Mehmet Arslan/Argo Kitabı
Mehmet Halit Bayrı/İstanbul Argosu ve Halk Tabirleri
Tahir Alangu, Çalgılı Kahvelerdeki Külhanbeyi Edebiyatı
ve Numuneleri
Ali Bey/Lehçetü’lHakâyık: Hakikatlerin Dili

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.