Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Aşk, İhanet, Cinayet: Islak Balık


Gayet iyi
Toplam oy: 125
Alman yazar Volker Kutscher imzalı Islak Balık, dedektif Gereon Rath’ın ilk vakası. Serinin bundan başka üç kitabı daha bulunuyor. Bu da Islak Balık’ın tek bir suçun peşindeki polisin hikâyesinden ziyade, karakterin hayatının tüm yönleriyle ele alınacağı çok boyutlu bir roman olduğunun ipucu adeta. Gereon Rath’ın maceraları diziye de uyarlanmış. Babylon Berlin adıyla seyircinin beğenisine sunulan dizi, 40 milyon euroluk bütçesiyle Almanya’nın bugüne kadarki en pahalı prodüksiyonu rekorunu da eline geçirmiş.

Suçlar ne denli çeşitliyse, suç edebiyatındaki polis imgesi de o denli çeşitlidir. Yakışıklı, karizmatik, zeki, iyi, kötü, babacan, sert… Alman yazar Volker Kutscher, kitabı Islak Balık’ta adeta ihtimaller dahilindeki polis tiplerini harmanlayarak oluşturduğu son derece ortalama bir karakterin, gayet sürükleyici hikayesini anlatıyor okuyucuya; dedektif Gereon Rath.

 

Kitabın kapağında da belirtildiği gibi Islak Balık, Gereon Rath’ın ilk vakası. Serinin bundan başka üç kitabı daha bulunuyor. Tıpkı beş yüz sayfaya yaklaşan ilk kitap gibi, diğerleri de bir hayli hacimli kitaplar. Bu da Islak Balık’ın tek bir suçun peşindeki polisin hikâyesinden ziyade, karakterin hayatının tüm yönleriyle ele alınacağı çok boyutlu bir roman olduğunun ipucu adeta. Bilinmesi gereken diğer bir husus da, Gereon Rath’ın maceralarının diziye uyarlanması. Babylon Berlin adıyla seyircinin beğenisine sunulan dizi, 40 milyon euroluk bütçesiyle Almanya’nın bugüne kadarki en pahalı prodüksiyonu rekorunu da eline geçirmiş.

Karanlık bir atmosfer
Islak Balık, okurken yer yer yüzlerde tebessüm oluştursa da, tam anlamıyla “karanlık” bir roman. Kitabı bu hale getiren şey ise atmosferi. 1920’lerin sonunda geçen hikaye, trençkotları ve fötr şapkalarıyla arz-ı endam eyleyen dedektifleriyle, dönemin o puslu havasını çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. Serinin diğer kitaplarını henüz inceleme fırsatım olmasa da, bu ilk kitap, aynı zamanda bir “siyasi polisiye” olarak o yılların politik gündemine de bol bol yer veriyor.
Gereon Rath yirmili dokuz yaşında genç bir polis memurudur. Köln’de, cinayet bürosunda görev yaparken, talihsiz bir kaza sonucu yanlışlıkla birini vurur. Yerel gazeteler yüzünden, aklanmasına rağmen olay bir türlü soğumayınca Berlin’e tayin edilir. Fakat buradaki yeni departmanı cinayet masası değil, ahlak polisidir.
Hikaye tam da burada başlıyor. Dönemin Almanya'sı siyasi belirsizlik yüzünden bir hayli çalkantılıdır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kayzer tahttan indirilmiş, Almanya’da Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur. Öte yandan Naziler’in iktidar yürüyüşü başlamıştır. Sovyetlerin kuruluşundan sonra pek çok çar yanlısı Almanya’ya iltica etmiştir. Hatta Stalin’le ters düşen pek çok Bolşevik de yine Almanya’da örgütlenmektedir. Tüm bu belirsizlik ortamında Berlin’in gece hayatı ise hiç olmadığı kadar uçlardadır. Gece kulüplerinde ahlaka mugayir partiler yoğun talep görmekte, ahlak polisi ise bu organizasyonlarla canla başla mücadele etmektedir.
Rath, bağlı olduğu yeni birimle bu yasadışı eğlence yerlerine baskınlara giderken ve görevine alışmaya çalışırken, yorgun bir günün ilerleyen saatlerinde, geceyarısı, kaldığı pansiyon odasının kapısı çalınır. Sarhoş bir Rus, içeriye girmek için çabalar. Rath dediklerinin tek kelimesini anlamaz. Onu göndermeye çalışsa da adam diretir. Nihayet adamı tekme tokat dışarı atar. Ertesi gün işe giderken polisin su kanalına düşen bir otomobili çıkarmakla uğraştığını görür. Otomobilin kanala kaza süsü verilerek bilerek sürüldüğü, şoförün ise kazadan daha önce öldürülüp koltuğa yerleştirildiği açıktır. Rath arabadan çıkarılan erkek cesedini ise tanımakta zorlanmaz. Bir gece evvel kapısına dayanan Rus’tur bu. Artık ahlak polisi olmasına rağmen, yeni geldiği Berlin polis departmanında, şayet bu işi çözebilirse büyük sükse yapacağının ve belki de yeniden cinayet masasına geçebileceğinin farkındadır. Bir önceki gece olanları ve adamı tanıdığını kimselere söylemez ve olayı araştırmaya koyulur.
Suça bulaşan dedektif
480 sayfalık serüven boyunca Rath’ın başı beladan kurtulmuyor. Ahlak masası operasyonlarına katılan bir polisken, kısa sürede Berlin’in yer altı dünyasından önemli isimlerle temas kurarken buluyor kendisini. Hatta işler o denli çığrından çıkıyor ki, Çarlık Rusya’sından kaçırılan tonlarca altının da, o gece kapısına dayanan ve ertesi gün ölü bulunan Rus’la alakalı olduğunu anlıyor. Tüm bu hengamede aşk yaşamayı da ihmal etmiyor. Polis sekreteri Charlotte ile çalkantılı bir ilişkiye başlıyorlar. 1 Mayıs protestolarının kanlı bir şekilde bastırılmasına şahit oluyor. Rath tarafından çözülmeyi bekleyen daha pek çok karmaşık ilişki ve olay, sayfalar ilerledikçe anlam kazanırken, yerine yenileri ekleniyor. İlk cümlelerde belirttiğim polislik vasıfları, anlatı boyunca Rath’ın sergilediği tutumla alakalı. Bazen sert polis oluyor, bazen bir iyilik meleği, kimi zamansa suça bulaşıyor ve emniyet güçlerini yanıltıyor.
Islak Balık, okuması keyifli bir kitap, ancak sürükleyicilik açısından yer yer durgunlaşıyor. Kitaptan alınan keyfi arttırmak için muhakkak ona yoğunlaşmak gerekiyor. Olay kurgusundaki düğümlerin üzerine, onlarca karakterin akılda tutulması gereken isimleri de eklenince, doğru zamanda okunması gerektiğini anlıyorsunuz. Hatta tavsiyem odur ki güneşli yaz günlerinden ziyade, karanlık kış günlerinde daha lezzetli bir okuma sunacaktır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.