Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Başlangıçlardan oluşan bir roman


Zayıf
Toplam oy: 400
Georgi Gospodinov // Çev. Hasine Şen Karadeniz
Metis Yayıncılık
Bize Borges’i de hatırlatacak, oyuncu bir kitap.

Biz okurlar klasik roman kurgusunun -gerçek hayatın aksine- giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşmasına alışkınızdır. Roman “bir şey” hakkındadır ve yazar tarafından çok geçmeden bu hikayenin içine çekilen okur, hikayenin nasıl sonuçlanacağını merak etmeye başlar. İnsan hayatının sıkıcı ayrıntıları ve rutini ise, merak unsurunu canlı tutmak adına dışarıda bırakılmıştır. Fakat klasik sayılamayacak kurgular da nadir değildir elbette. Yazarın okuru bile isteye hikayenin dışında bıraktığı, onun her şeyi anlamasına izin vermediği (gerçek hayatta her şeyi anlayamayız şüphesiz) veya belirgin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden bahsedilemediği ya da hayatın sıkıcı ayrıntıları ile rutinine geniş yer ayrılan kurgular. Bunlar yalnızca bir roman değil, bir yanıyla felsefi birer metin de sayılabilir belki. Hayatın -ölümü saymazsak- hiçbir sonuca doğru akmadığını veya insanın rutinin altında ezildiğini okura hissettirmek isteyen romanlar olabilir bunlar mesela…

“Bir romanda nelerden bahsedilmesini beklemeyiz? Tuvaletlerden mesela. Sineklerden. Bitkilerin üreme biçimlerinden. Gündelik hayatın sıradan detaylarından. Bunlar her ne kadar ‘doğal’ şeyler olsalar da romanlara giremeyecek kadar yersiz ya da önemsiz görünürler genelde. Bulgar yazar Georgi Gospodinov ise bütün bu dışlanmış konulara kucak açarak ‘muzip’ bir roman çıkarmış ortaya.” Arka kapağındaki bu tanıtımı okuyunca, okurun ilgisini pek umursamayan, her ne kadar genellikle bunlar kurgu dışı bırakılsalar da (bu noktada yeraltı edebiyatını ayrı tutabiliriz), hayatın iğrenç bulunabilecek birçok detaydan oluştuğunu, kimi zaman okurunu zorlayarak hissettiren bir kitapla karşı karşıya bulunduğumuzu sanmıştım; belki de “muzip” ifadesine gerektiği kadar önem vermediğim içindi bu… Fakat Doğal Roman, okurun iyi vakit geçirmesini önemseyen, onu dışlamayan, arka kapakta bahsedilen “sıradan” durumları ise kurgusuna birer fikir olarak yerleştiren, örneğin tuvalette geçen bir sahne kurmak yerine, ana karakteri vasıtasıyla tuvaletlerin sanatta yeterince yer bulamayışı üzerine konuşan bir kitap. Bu anlamda romanın kurguya yedirilmiş birtakım kısa metinlerden oluştuğunu, yazarın akli dengesi sarsılmış bir adamı anlatarak, bu metinleri bir araya getirecek elverişli bir çıkış yolu bulduğunu söyleyebiliriz.

 

 

Bunları bir kenara bırakır, Doğal Roman’a beklentisiz yaklaşırsak, yalnızca romanın konusu ve roman sanatı üzerinde düşünen değil, bize Borges’i de hatırlatacak, oyuncu bir kitap okuyacağız. Özellikle bir evsizin hikayesini anlatmak için evsizlerle yaşamaya başlayan ve bir süre sonra kendisi de bir evsize dönüşen bir yazar hakkında yazmak için evsizlerle yaşamaya niyetlenen bir yazarın hikayesinde… Romanın ana karakterinin -yani karısının başka birinden hamile kaldığını öğrenince dengesini yitiren adamın- Georgi Gospodinov adını taşıması ise, bu öyküye paralel bir başka hoş “tesadüf.”

Yazar şöyle dedirtiyor romanının ana karakterine: “Flaubert hiçlik hakkında bir kitap yazmayı hayal ediyormuş, herhangi bir taşıyıcı öyküsü olmayan, ‘dünyanın havada desteksiz durduğu gibi üslubunun iç gücüyle kendiliğinden ayakta kalabilecek bir kitap.’ Proust çağrışımsal belleğe dayanarak bu hayali bir noktaya kadar gerçekleştirmiş. Ama o da öykü anlatmanın cazibesine direnememiş. Benim alçakgönüllülükten uzak isteğim ise sadece başlangıçlardan oluşan bir roman yazmak.” Gospodinov’un bunu büyük ölçüde başardığını söylemek mümkün.

 

 


 

 

Görsel: Enes Diriğ

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.