Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir büyülü gezgin olarak Leskov


Şahane
Toplam oy: 974
Nikolay Leskov /// Çeviren: Kayhan Yükseler
Everest Yayınları
Hikaye anlatıcılığının son büyük örneklerinden biriyle tanışmayı ertelememek gerek.

“9. dereceden memur Kovalev bir sabah uyandığında burnunu yerinde bulamaz.” Böyle bir açılış cümlesiyle karşılaştığınızda, Rus edebiyatından müthiş bir eserle karşı karşıya olduğunuzu bilirsiniz. St. Petersburg’un aristokrat sınıfının skandalları ile küçük memurların hayat mücadeleleri, gelişen işçi sınıfı hareketleri, vicdan muhasebeleri, nefes kesen soğuk, insanlık hallerine dair can sıkacak kadar gerçek gözlemler 19. yüzyıl Rus edebiyatının romantizmden realizme geçişinin her biri birer klasik olan roman ve öykülerle önünüze serilmiştir. Nikolay Leskov müstesna.

 

Dostoyevski ve Tolstoy’un çağdaşı olan Nikolay Leskov, herkesin bir partiye mensup olduğu ve edebiyat camiasının bu mensubiyetler üzerinden yürüdüğü dönemde bağımsız kalıyor ve “büyük çıkış”ını bir türlü gerçekleştiremiyordu. Eserleri ekseriyetle dergiler tarafından geri çevriliyor ve hakkında bir iki güzel söz söyleyecek bir eleştirmen bulamıyordu. Şimdi zamanı biraz ileri saralım ve eleştirmenlerin onun ardından neler söylediğine bakalım. Örneğin, şu güzel Alberto Manguelimiz onu yere göğe konduramıyor: “Leskov olmadan Bulgakov da olmazdı. Çehov da, dahası Marquez de, Cortazar da olmazdı. Leskov kelimenin tam anlamıyla bir hikaye anlatıcısı: O dünyayı resmetmiyor yaratıyor - tüm ihtişamı, dehşeti ve büyüsüyle…” Bu iddialı girişin ardından, Alice Munro’nun, Margaret Atwood’un ve Walter Benjamin’in de Leskov’dan övgüyle bahsettiğine şaşırmamalısınız.

 

Rusya'nın son büyük hikaye anlatıcısı


Peki, ne oldu da Leskov yıllarca bizim o ihtişamlı Rus edebiyatı raflarımızdan uzak kaldı? O, bu ölümüne ciddi ve gülünemeyecek denli “dark humor”la dolu Rus edebiyatı geleneğinin çok uzağında, bambaşka bir gökte parıldadı. St. Petersburg köprülerinde vicdan muhasebesi yapan karakterlerin değil, halkın hikayesini, halk hikayelerini anlatmayı tercih etti. Perilerin, cinlerin ve azizlerin ruhlarının gündelik hayatın rutin bir parçası olduğu zamanların hikayelerini, modernist bir öykücü olarak değil, tam da oralı bir hikaye anlatıcısı olarak dile getirdi.

 

Leskov’u Türkçede ilk olarak Mtsensk İlçesi'nin Lady Macbeth'i ile okuduk. Everest Yayınları ise geçtiğimiz günlerde Büyülü Gezgin’i dilimize kazandırdı. Kitapta Leskov’un beş hikayesi ile Walter Benjamin’in Leskov üzerine yazdığı bir makale mevcut. “Büyülü Gezgin” ile kitaptaki diğer hikayelerin ortak mayası, eski ve büyülü zamanların, Çingenelerin, göçebe Tatarların, köylülerin, manastırların, at arabalarının dünya üzerindeki günlerini tüketmediği zamanlara çalınmış. Leskov meta-anlatılar ile iç içe geçen hikayeleri bilinçli bir kurgu taktiği olarak değil, hikaye öyle istediği, hikaye anlatmanın böyle bir şey olduğunu düşündüğü için kullanıyor. Hepimiz birer Şehriyar olup Şehrazat’ı dinliyoruz. Hatta hikayeleri hiç bitmesin istiyoruz.

 

“Hikaye anlatma sanatı sonuna yaklaşıyor, çünkü gerçeğin epik yönü olan bilgeliğin soyu tükenmekte.” Benjamin’in bunları söylemesinin üzerinden hayli zaman geçti. Biraz da bu yüzden acele etmek ve soyu tükenen bilgeliğin, hikaye anlatıcılığının son büyük örneklerinden biriyle tanışmayı ertelememek gerek.

 


 

* Görsel: Ahmet İltaş

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.