Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir "kibutz" romanı


Şahane
Toplam oy: 1304
Eli Amir
Apollon Yayıncılık

İbranicede sözcük anlamı topluluk olan “kibutz”, kuramı ve pratik örgütlenmesi ile geçtiğimiz yüzyılın en ilginç alternatif yaşam deneyimlerinden birisi olmuştur.

20. yüzyıl başında Rusya'da yoğunlaşan Yahudilere yönelik örgütlü saldırılardan kaçan bazı Yahudi grupları o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Filistin'e göç ederler. Bireysel olarak çiftçilik yapmanın pratik olarak mümkün olmadığı çorak ve verimsiz topraklarda gruplar halinde örgütlenerek sosyalist ilkeleri, siyonist idealleri ile harmanlayarak bir tür komün, ortak yaşam modeli yaratırlar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ve bölgenin İngiliz idaresi altına girmesi, Yahudilerin toprak edinmesi ve yerleşmesini kolaylaştırır. Bu gelişme adeta ilerde kurulacak olan İsrail devletinin nüvelerini oluşturan kibutzların hızla çoğalmasına yol açar.

Başlangıçları itibari ile kibutzlar bireysel mülkiyetin olmadığı, üyelerinin hepsinin eşit statüde olduğu tarımsal işletmelerdir. Kollektif mülkiyet sadece üretim araçlarını yani toprağı ve toprağın işlenmesinde kullanılan araçları değil giysileri bile kapsayacak denli kapsamlıdır. O kadar ki bir üyesinin kibutz dışından aldığı bir hediyeyi dahi, topluluğun ortak  kullanımına sunması beklenir. Otomobil mi? Kibutzun herkesin kullanabilecegi ortak bir otomobl havuzu bulunur. İlkesel olarak her üye dönüşümlü olarak her türlü işte çalışmak durumundadır. Kibutza ilişkin büyük küçük tüm kararlar tüm üyelerin katılımı ile demokratik yollarla alınır. Kibutz pratiğinin en çok tartışılan konularından birisi de çocukların yetiştirilme biçimidir.   Bu konu pedagojik açıdan çok tartışılmış ve eleştirilmiştir. Ebeveynler günün belirli saatlerinde çocukları ile görüşebilirler. Bunun dışında çocuklar kibutz'un kreşinde veya okulunda, kendileri için ayrılmış özel bir alanda yaşarlar. Geçmişte bazı kibutzlarda geceleri annelerin çocuklarını yanlarına alması dahi yasaklanmıştı. Yani bir anlamda tıpkı üretim araçlarının topluluğun tümüne ait olması gibi, çocuklar da topluluğun tümüne aittir.

 Kibutzlara ilk büyük darbeyi Stalin'in İsrail karşıtı politikaları vurur. Büyük kibutzlardan kitlesel ayrılıklar yaşanır. İkinci büyük darbe ise 1970'ler sonrasında dünyada gelişen liberal ekonomik politikalara paralel olarak kibutzların ekonomik arayışları neticesinde gerçekleşir. Bir çok kibutz tarımsal üretimin yanı sıra sanayi yatırımlarına yönelir. Günümüz İsrail savunma sanayinin temeli de bir kibutzda atılır. Bu gelişmeler sonucu, tüm kibutzda görev ve işe bakmadan eşit ücret uygulanması, çocukların ortak eğitimi gibi temel prensiplerden tavizler verilmeye başlanır. 1980'lerde İsrail ekonomisini etkileyen ekonomik kriz kibutzlardan ayrılmaları en üst noktaya taşır.

 Günümüzde İsrail'de 273 adet kibutz bulunmaktadır. Kibutzlara geçici süre ile çalışmak üzere yurtdışından da gençler işçi olarak kabul edilmektedir. İsrail'in toplam tarımsal üretiminin üçte biri kibutzlar tarafından gerçekleştirilmektedir. 2007 yılında göç tersine dönmeye başlamış ve uzun yıllardan sonra ilk kez katılımlar, ayrılıklardan fazla sayıda gerçekleşmiştir.

 Kendisi de bir Kibutzda yetişen Eli Amir'in “Günah Keçisi” isimli otobiyografik romanı bize İsrail devletinin kuruluşunun hemen ertesinde Kibutzların en şaşaalı dönemini içerden, bir ergenin gözlerinden anlatıyor. Iraklı bir Yahudi ailenin oğlu olan Nuri, Bağdat'taki varsıl günlerinin ardından çadırlardan oluşan bir göçmen kampında, bir ma'abara'da koyu bir sefalet içinde yaşamak zorunda kalan ailesi tarafından kibutza gönderilir. Kibutz'un kapısı Nuri için bambaşka bir evrene açılan bir kapı olacaktır. Ortadoğu'nun dört bir yanından toplanmış kendisi gibi yoksul çocuklarla birlikte sosyalist-siyonist idealin savunucuları eğitmenlerin yönetiminde kibutzda yaşamaya başlar. Ancak kibutzun sunduğu tüm olanaklara karşın ma'abara'dan kopmak mümkün olacak mıdır? “Sapa ve ıssız bir ada, bambaşka bir dünya olan ma'abara, kibutzdan yayan bir saat uzaklıktaydı. Yaşamlarımızın karanlık yüzü. Kaçmaya çalıştığımız karabasanımız. Açlık, pislik ve daha nicesi. Gadna askeri eğitim koşularımız sırasında oraya yaklaştığımızda hemen arkamıza dönüyorduk. Hızla, dosdoğru kibutza. Bütün istediğimiz, onun kokularını duymamak, var olduğunu unutmaktı. Ama ruhumuza işlemişti. Biz yol boyunca koşarken tepeden bizi gözlüyor, hazır yakalamışken öcünü alıyor, nefesini ensemizde hissettiriyor, yakamızı bırakmıyor, o kadar uzakta olmasına karşın gene de gücüyle tekrar tekrar bizi kendisine çekiyordu.” Bir yanda diğer erkek çocuklarla yaşadığı erkek çocuk savaşları, ayakta kalma mücadelesi, öte yandan az sayıdaki kızlarla aralarındaki ilişkiler ve kibutzların teorideki tüm eşitlik iddialarına rağmen ayrıcalıklı bir kast durumunda olan, diğer çocuklardan ayrı bir bölgede yaşayıp çalışan ilk kibutz kurucularının çocukları ile olan ilişkileri...Çocuklar büyüyüp, yetişkinliğe adım atmaya başladıkça, onların çıkarları ve arzuları ile Kibutz yönetiminin ilkeleri çatışmaya başlayacaktır. Kollektifin yöneticisi güzel Sonia ile gençlerin arasında doğal bir lider gibi ortaya çıkan  ve Sonia'ya uzaktan hayranlık besleyen Nuri de bu çatışmadan paylarını alacaklardır. Elbette bir ilk gençlik hikâyesi/romanı ilk aşksız olmaz, Nuri ilk aşk heyecanını Kibutz'da tadacaktır.

 Günah Keçisi, son derece akıcı bir üslupla yazılmış, başarılı çevirisi ile son derece rahat okunan bir roman. İddialı bir roman değil, bir yaşam tanıklığı; yukarıda da belirttiğimiz gibi yüzyılın en ilginç deneyimlerinden birisini merak edenler için Eli Amir, farklı dünyalardan gelen çocukların kibutz ortamındaki ortak dünyasını tüm detayları ile son derece başarılı ve gerçekçi bir biçimde kurmayı başarıyor. Çocukların şakalaşmaları, gruplaşmaları, birbirleri ile mücadeleleri, farklı kültürlerin bir potada eritilmeye çalışılmasının yarattığı çatışmalar... Çocukların geleneksel kültürleri, müzikleri ile kibutzda verilmeye çalışılan batı esinli kültürün yarattığı sorunlar...Her toplumda olduğu gibi yenilikler tepki toplayacaktır. Kibutzların yenilikçi ilkeleri, devrimci çabaları dindar Yahudilerin tepkisini toplayacak, kollektif mülkiyet, eşitlikçilik, ücretsiz çalışma düzeni kibutzların ma'abara halklarıyla bütünleşmesinin önünde bir engel teşkil edecektir.

 Eli Amir'in biyografisinden Mişmar Haemek kibutzunda yetiştiğini öğreniyoruz. Romanda anlatılan kibutz da muhtemelen bu kibutzdur. Mişmar Haemek'in özelliği günümüzde hâlâ sosyalist ilkelere en sıkı şekilde bağlı olan kibutz olmasıdır. Tarımsal üretimin yanısıra dünya pazarında özel bir konumda olan bir plastik fabrikasına sahip olan bu kibutzda her pozisyondaki bütün kibutz üyeleri aynı ücretle çalışmaktadırlar. Ancak kibutz dışından çalışanlar piyasa koşullarına benzer biçimde ama piyasadaki benzer ücretlerden daha yüksek ücretler almaktadırlar.

 Edebiyatın gücü bilimin ve siyasetin belirli kalıplar, paradigmalar içerisinde hareket ederek kaçırdığı boyutları açımlayabilmesi, göremedikleri gösterebilmesinde yatar. İsrailin ulus devlet olma sürecinin başından bugüne kadar geçen sürede bu devletin politikaları içerisinde vicdan sahibi insanların onaylayabileceği herhangi bir şey bulmak mümkün değildir. Filistin halkına yönelik dolaylı ve dolaysız katliamları, hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek işgalci politikaları, bütün dünyaya yayılan gizli servis operasyonları... Ancak son Mavi Marmara macerasında tanık olunduğu gibi bir de başka insanlar, başka Yahudiler var. Sözgelimi bir uç örnek olarak Saadet Partisi mitingine katılan İsrail karşıtı Yahudi din adamları var. Bir devlete karşı olmak bir halka karşı olmaya dönüşmemeli. İsrail tarihi içerisinde ortaya çıkan sui generis, yani nevi şahsına münhasır bir deneyim olarak kibutzlar, belki bu tarih içerisinde olumlu olarak değerlendirebileceğimiz tek uygulama. Siyonizmi entegre etme boyutu bir kenara bırakıldığında hataları ve sevapları ile alternatif bir dünya arayışında olanların mutlaka soğukkanlılıkla değerlendirmeleri gereken bir deneyim. Bir edebiyat eseri olarak Eli Amir'in kitabı da bu deneyim hakkında belki de onlarca akademik çalışmadan öğrenebileceğimizden daha fazlasını sunuyor.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.