Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

BUNNY MUNRO: GÜNÜMÜZ EDEBİYATININ EN YENİ KAHRAMANI


Şahane
Toplam oy: 1300
Nick Cave
Siren Yayınları

Bunca aradan sonra, Ve Eşek Meleği Gördü adlı kitabının yayımlanmasının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmişken Bunny Munro'nun Ölümü ile yeniden karşımızda Nick Cave. "Bunca aradan sonra" derken, elbette yazar Nick Cave'i kastediyorum. Yoksa Cave, sesiyle ve sözüyle bir an bile kendinden mahrum bırakmadı bizi.


Bunny Munro'nun Ölümü'nden, yeraltı edebiyatının başyapıtlarından biri olmaya aday bir kitap, diye söz etmek kolay. Hatta, yazıldığı an, yani Cave kitaba son noktayı koyduğu an başyapıt olmuş, bile diyebiliriz. Deriz demesine de, şu "Yeraltı Edebiyatı" sözünü oldum olası sevemedim. Sanki gerçek edebiyatla, bir iki manyağı konu edinen edebiyat dışı bir yazım türü arasında sıkışıp kalmış bir şeyden söz ediyoruz. Bir anlamda ötekileştiriyoruz ele aldığımız kitabı. Ha, kitabevlerinde "Yeraltı Edebiyatı" diye bir raf oluşturmak da Türkiye'ye özgü bir satış stratejisi olsa gerek. Peki tuttu mu? Bu zekâ (!) ürünü stratejilerin kaç tanesi tuttu ki Allah aşkına?

 

Trainspotting'in yazarı Irvine Welsh (daha kolay hatırlansın diye 'Trainspotting'in yazarı' dedim, oysa Welsh'i tanımak için en azından Ectasy'i ve Porno'yu da okumak, daha da önemlisi, In-yer-face akımına hiza veren oyunlarından da haberdar olmak şart) "Franz Kafka, Benny Hill ve Cormac McCarthy, Brighton sahilinde bir araya gelselerdi Bunny Munro'nun Ölümü'nü yazarlardı herhalde." diyor. Elbette yanılıyor ama onun yanılmış olması, Cave'in romanının değerini düşürmüyor. Bence, Welsh dahil, hiç kimse Bunny Munro'nun Ölümü'nü yazamazdı; yazmak da istemezdi, Nick Cave'den başka!

 

 

 

Bir kozmetik firmasında pazarlamacı olarak çalışan Bunny (Ne komik isim) hem isminden hem de kişisel özelliklerinden çok memnun olmalı ki, oğluna da kendi ismini vermiştir. Karısının trajik ölümüne, dokuz yaşındaki oğlu Bunny Junior ile birlikte tanık olmasının ardından birbirine kenetlenen bir baba-oğul görürüz. Bu, elbette bizim anladığımız ölçülerde, yapış yapış duygusallık içeren bir kenetlenme değildir. Hatta, biraz sonra söz edeceğim bir bağımlılıktan dolayı, oğluna rağmen, bu bir yana, karısının daha yeni ölmüş olmasına rağmen özel hayatının akışında bir değişiklik yapmaz baba Bunny.

 

Sözü, romanın ana eksenini oluşturan bağımlılığa getirmeden önce, romana kuş bakışı bakarak, bu denli sert, acımasız, hatta şiddet dolu bir hikâyeyi, yüzümüze çarpan bir sertlikle değil de, içimize işleyen bir ılıklıkla kaleme alma becerisi gösterdiği için, Nick Cave adlı romancının önünde şapka çıkartılması gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Benzer biçimde, oldukça açık saçık, hatta yer yer pornografinin sınırlarını zorlayan bir dille yazılan metnin, aynı zamanda müthiş estetik bir anlatı olmasını sağlayan Nick Cave adlı romancının önünde, aynı şapkayı, en azından ben, hiç gocunmadan bir daha çıkartırım. Belirtmiş olayım.

 

Gelelim söz konusu bağımlılığa... Psikolojide seks bağımlılığı denilen bir hastalıktan muzdarip Bunny Munro. Aslında olaya yüzeysel bakarsak buna seks bağımlılığı der, geçeriz. Ama her bağımlılığın içeriği ve şiddeti farklıdır. Bunny Munro'nunki klasik anlamda bir seks bağımlılığı değil, doğrudan hedefe yönelmiş yoğun bir vajina tutkusudur bence. Her koşulda, her ortamda doğrudan vajinaya yönelen, vajinayı yüceleştiren, vajinayı neredeyse hayatın tek anlamı olarak gören büyük bir tutku söz konusu. Öyle ki, yaşadığı hiçbir acı, gözlerinin, karşılaştığı her kadının "o" bölgesine odaklanmasını engelleyemez. Hatta, artık tecrübeden midir nedir, neredeyse iç çamaşırların içini tüm çıplaklığıyla gördüğünü, uzaktan bile kokusunu aldığını iddia edebiliriz; biz roman okurları olarak!

 

Sadece uyanıkken bunları yaşamakla kalmaz, rüyalarını bile bu ayrıntılar doldurur Bunny Munro'nun. Mesela, sanki bütün gününü onlarla geçirmemiş gibi, rüyasında bile bir kibrit kutusunun içine doldurulmuş klitorisler görür.

 

Ve Bunny Junior, babasını idolleştirir, yüceleştirir gözünde. Taparcasına bir sevgi duyar...

 

Elbette kısa süre içinde, belki de içinde bulunduğu ortamın etkisiyle, babasından daha olgun düşünmek, davranmak zorunda kalır Bunny Junior. Çünkü Bunny Munro'nun, oğlunu da alet ettiği yaşam biçimi, bir çıkmazda sürüklenmekten başka bir şey değildir. Kendisi de bunu (Oğlundan daha geç de olsa) fark eder. Sanırım ölmeden az önce. Ölmek üzereyken de olabilir. Ya da öldükten hemen sonra… Bilemiyorum.

 

Kitabın müthiş finalinden söz etmeyeceğim. Sizi korumak adına, küçücük bir ipucu bile vermeyeceğim. Söylemek istediğim tek şey, kurgusuyla, pedagojik yaklaşımıyla, bir saplantıyı tanımlamasıyla ve kullandığı dilde bumerang etkisi yaratmasıyla, hepsinden önemlisi, Bunny Munro adlı bir karakteri edebiyat dünyasına armağan etmesiyle, günümüz edebiyatının (ama yeraltı edebiyatının değil)  köşe taşlarından biri olmayı hak ediyor Bunny Munro'nun Ölümü.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.