Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Buyurun yazın sofrasına


Vasat
Toplam oy: 1537
Mark Crick
Can Yayınları

Edebiyatı veya edebiyat tarihinde yer etmiş ürünleri yemekle; yazarlarını da aşçılıkla eşleştirmek, nereden bakarsanız bakın ilginç bir yaklaşım. Mark Crick'in Kafka'nın Çorbası adlı çalışması, yemek tarifleri üzerinden (yemeği yer yer metafor olarak kullanarak) farklı bir yola sapıyor.

Edebiyatı yemekle yan yana getirmenin bazılarına çekici gelen bir yanı bulunabilir. Kimileri de hemen “tüketim kültürü”ne dayandırabilir işi. Ama olaya şöyle bakalım: İlginç tarif, uygun pişirme ve doğru yazar (ya da aşçı mı desek) buluştuğunda ortaya tadından yenmez şeyler çıkmaz mı? Kafka'nın Çorbası, konuya işte buradan yaklaşıyor.

Dünya edebiyatının kalbur üstü isimlerini mutfağa sokma fikri pek denenmiş bir şey değil gerçekten. Mark Crick ayrıksı bir yola girmeyi aklına koymuş ve bunu başarmış da. Ünlü yazarların biçemlerini ve bazen de sözleri ile yöntemlerini aslına yakın biçimde gözümüze sokuyor Crick. Mutfaktan gelen kokular her ne kadar kopya olsa da, gerçekte bu yazarlar ocağın başına geçse ne pişireceğini zihninde canlandırarak (onlara en uygun tarifleri bularak) kâğıda dökmüş. Bazen tatlı, bazen acı ve kimi zaman da buruk bir tat duyumsuyoruz.

Kafka “Miso Çorbası”nı pişirirken, Irwine Welsh “Çikolatalı Keki” fırına veriyor. Kek pişerken, Crick, Welsh'i konuşturuyor: “Evrenin merkezinde olduğumuzu sanıyoruz ama değiliz. Hem zaten evren dediğin nedir ki? Yalnızca bitip tükenmeden dolanıp durduğumuz sonsuz bir kavşak ve yapabileceğimiz hiçbir şey de yok. Ölmek için yaşıyoruz. İşte bu kadar.”

Satırlar arasında yol aldıkça mide krampları yaşamak olası. Çünkü her başlangıç yepyeni ve birbirinden hayli farklı tatları barındırıyor. Crick'in işi de kolay değil. Ne de olsa pek çok yazarın zihni ve kimliğine girip çıkıyor. Dolayısıyla yemekler de marşandiz gibi açık büfede sıralanıyor.

Tabii bunlar içinde belki de en manidar olanı Sade'ın pişirdiği “İçi Doldurulmuş Kemiksiz Piliç.” Virginia Woolf'un vişnelerle uğraşması da, en az Sade'ın piliçleri ateşe vermesi kadar manidar.

Yazı masasından mutfağa, oradan da yemek masasına yollanan edebiyatçıların aşçılıkları yazarlıkları kadar başarılı mıydı orası bilinmez ama Crick'in kurgusuna göre mutfakta da bir hayli iyi görünüyor bu isimler.

Jorge Luis Borges'in “Dieppe Dilbalığı”, Graham Greene'in “Vietnam Tavuğu” tarifi ve bunlara eklenen hikâyeler, hem Crick'in kurgusunun hem de bu kurgu içinde yazarların aşçılığının başarısını gösteriyor.

Kim ne tarif ederse etsin, ardından ne pişirirse pişirsin, bu sonsuz sofrada yine en özgün ve en lezzetli yemekler kalacak. Crick'in seçimleri de bunun kanıtı gibi.

Mark Crick, Kafka'nın Çorbası'nda kendisi için önem taşıyan edebiyatçıları seçmiş, bu belli. Sonunda okur da aynısını yapabilir ve kendine şunu sorabilir: Benim yazarların kim ve acaba onlar mutfağa girse ne pişirir?

Nasılsa edebiyat da mutfağı da geniş; düşün düşün, pişir pişir bitmez...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.