Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Cevaplarına ulaşamayan soruların öyküsü


Şahane
Toplam oy: 698
Saadat Hasan Manto // Çev. Arzu Çiftsüren
Zoom Kitap
“Siz bu öykülere tahammül edemiyorsanız demek ki içinde bulunduğumuz bu zaman tahammül edilemezdir."

Urdu edebiyatının en önemli öykü yazarlarından Saadat Hasan Manto’nun öyküleri aracılığıyla, Hindistan’da yaşanan bölünmenin oluşturduğu kimlik sorunlarına uzaktan da olsa tanıklık ediyoruz. Kitaba ismini veren Toba Tek Singh isimli öykü, Hindistan’ın bölünme sürecinde akıl hastanesi sakinlerinin benliklerindeki bölünme ile toplum bölünmesi arasındaki ince çizgiye işaret ederek ilerliyor. 

 

Toba Tek Singh, Urdu Edebiyatının en önemli öykü kitaplarından biri. Geçtiğimiz ay, Zoom Kitap’ın öykü dizisinin ilk kitabı olarak yayımlanan bu kitaptaki öykülerde gerçeklik ve kurgunun sınırını ayırt etmek mümkün değil. Dilin akıcılığı, anlatılanların hararetiyle birleşiyor ve Manto, okumaya ara vermekte zorlanılan bu öyküleri doğuruyor. Dünyada birçok dile çevrilen bu kitabı, Urduca aslından Arzu Çiftsüren’in özenli çevirisiyle okuma şansı yakalıyoruz.


Saadat Hasan Manto gerek anlattıkları gerekse onları anlatma şekliyle sıradan olmayan, farklı bir öykücü. Kitabı okurken, öyküler arasındaki bağın varlığını reddetmek mümkün değil. Öykülerde herkesin hikayesinin sesi duyuluyor; yaşatılan acıların ortaklığı anlatımda kendini belli ediyor. Manto, doğduğu ve hayatına devam ettiği Müslüman toplumun içerisinde, deyim yerindeyse bir ayrık otu gibi: Uyumsuz ve göze batıyor. Öykülerinden müstehcenlik nedeniyle hem Hindistan’da hem Pakistan’da yargılanan Manto, kendisine yöneltilen eleştirilere cesur bir şekilde yanıt veriyor: “Siz bu öykülere tahammül edemiyorsanız demek ki içinde bulunduğumuz bu zaman tahammül edilemezdir. Öykülerimdeki tüm çirkinlikler yaşadığımız bu zamana aittir. Halihazırda zaten çıplakken toplumun, kültürün ve medeniyetin çamaşırını ben neden çıkarayım? İnsanlar bana kara kalem diyorlar. Ben kara tahtaya siyah tebeşirle değil, beyaz tebeşirle yazıyorum ki tahtanın karanlığı iyice belirgin olsun.”

 

Urdu edebiyatının usta kalemi Saadat Hasan Manto, bu öykülerde yaşananlar karşısındaki tanıklığını ve aklına yerleşen soruları okura aktarıyor. Yazarın 1954 yılında kaleme aldığı bu öyküler, Hindistan’nın bölünmesi ve Pakistan’ın kurulması sürecinde yaşananları insan, devlet, kültür ve vicdan gibi birçok önemli kavram çerçevesinde ele alıyor. Yıllarca beraber yaşayan insanların dengeler değiştiğinde neye dönüşebileceğini çarpıcı şekilde aktaran kitabı okurken benzerliklere şaşırmamak elde değil. 

 

Toba Tek Singh bir soru, bir arayış ve bir bilinmezin toplamı olarak öyküde yerini oluyor. Neden yaşandığı bilinmeyen, birilerinin aldığı kararlar sonrası toplumun sürüklendiği bölünmenin akıl-dışılığının simgesidir. Bu köy, hastanedeki akıl hastalarından birinin köyüdür ve ne hastane yönetimi ne de başka biri onun sorusuna yanıt veremez: Toba Tek Singh hangi ülkenin sınırları içerisindedir? Toba Tek Singh, Manto’dur bir bakıma. "Bütün çabama rağmen Hindistan’ı Pakistan’dan ayrı düşünemiyordum. Sürekli aynı soruyla boğuşuyordum: Pakistan edebiyatı ayrı bir edebiyat mı olacak? Öyleyse neye benzeyecek? Bölünmemiş Hindistan’da şimdiye dek yazılanların yeni sahibi kim olacak? Onlar da mı bölünecek?”

 

Toba Singh Manto, cevaplarına ulaşamayan öykülerden oluşuyor. Kitabın çevirmeni Arzu Çiftsüren’in önsözü ve Ali Çakmak’ın sonsözü, okur için bir karşılama ve uğurlama niteliğinde. Özellikle Çakmak’ın sonsözünü okurken, kitabı yeniden okur gibi hissetmek mümkün. Okuru bol olsun!

 

 

 


 

 

 

Görsel: Erhan Cihangiroğlu

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.