Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Çevrilemez" olduğunuz kadar...


Zayıf
Toplam oy: 675
James Joyce // Çev. Umur Çelikyay
Aylak Adam
2016'nın edebiyat "olaylarının" bir tanesiyle şimdiden karşı karşıyayız.

James Joyce’un efsanevi Finnegans Wake kitabı, yakın bir zaman önce Finneganın Vahı ismiyle Aylak Adam Yayınları tarafından Türkçede yayımlandı; Umur Çelikyay’ın çevirisiyle. Ama bir tercümeyle değil, “terscüme”yle karşı karşıyayız. 

 

Benim için, yakın çevremden zaman içinde hakkında birçok şey duyup öğrendiğim ama bir türlü yüz yüze tanışma fırsatı bulamadığım uzak bir akraba gibiydi Finnegans Wake. Yeni yıla sayılı günler kala, hiç beklenmedik bir anda kapı çalındı ve işte, karşımdaydı... Ne “konuşacaktık” şimdi?

 

Peki, zaman içinde bu uzak akrabayla ilgili öğrendiklerim arasından neler kalmıştı aklımda: Mesela 4 Mayıs 1939 doğumlu olduğunu biliyordum. 15 yıldan uzun bir sürede yazılmıştı, James Joyce’un son kitabıydı, “tutarlı” bir anlatıya sahip değildi, her ne kadar İngilizceye dayansa da birçok dilden türetilmiş (uydurulmuş) kelimeler barındırıyordu, bu kadar ünlü olmasına rağmen –böylesi ünlü başka kitaplarla karşılaştırıldığında– çok az dile çevrilebilmişti...

 

 

Peki neden okumalıydım bu kitabı? Mesela William Faulkner’ın Ses ve Öfke’sinde yeterince kaybolmamış mıydık zaten; ya da Georges Perec’in Oulipocu metinleri hafif mi kalmıştı sanki! Bu soruya, yani “neden okumalıyım”a cevap bulabilmek için yine kitaplara sığınmaya karar verdim. Türkçe çevirisinde yer almıyor ama Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap’ın genişletilmiş yeni orijinal baskısında Finnegans Wake’e de kısa bir bölüm ayrıldığını görüyorum. Özellikle “uydurulmuş” kelimelerin çözümü için, mümkünse kalabalık bir grupla birlikte yüksek sesle okunması tavsiye edilmiş. Neden olmasın! Ancak okumak bir yana, benim bu kitap hakkında bir şeyler yazmam da gerekiyor. Bu konuda da yine yeni yayımlanan bir başka kitaba başvuruyorum; Fransız edebiyatı profesörü Pierre Bayard’ın Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz? isimli çalışması var elimde.

 

Ulysses üzerinden de olsa James Joyce ile ilgili bir bölüm buluyorum Pierre Bayard’ın çalışmasında: “Ben, Joyce’un Ulysses’ini hiç okumadım ve görünen o ki, hiçbir zaman da okumayacağım. Yani kitabın ‘içeriği’ bana geniş ölçüde yabancı. İçeriği yabancı ama durumu değil. Oysa bir kitabın içeriği geniş ölçüde onun durumudur. Demek istediğim, bir konuşmada Ulysses’ten bahsederken, kendimi hiç de donanımsız bulmam, çünkü onu başka kitaplarla bağlantılı olarak görece bir netlikle konumlandırma kapasitesine sahibim. Bu kitabın Odysseia’nın yeniden yazımı olduğunu, bilinç akışı akımına bağlı olduğunu ve olayların tek bir günde Dublin’de geçtiğini vs bilirim. Bu yüzden de derslerim sırasında gözümü kırpmadan sık sık Joyce’a gönderme yaptığım olur.” İşlemeyecek bir taktik değil gibi görünüyor! Mesela Finneganın Vahı’nın Giambattista Vico’nun Yeni Bilim kitabından “etkilendiğini” biliyorum. Buradan yola çıkarak ilerleyebilirim; üstelik Türkçesi de olacaktı o Yeni Bilim’in bende... Ama bütün bunlar bir yana, neyse ki Finneganın Vahı henüz çok taze bir kitap olduğu için, bu kitabın şimdilik yalnızca yeni yayımlandığı haberini vermek üzere bir yazı yazdığımı söyleyerek kurtulabilirim! 

 

“Yayıncının önsözü” de beni destekliyor: “Bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş, kayda değer bir uzunlukta ve son derece donanımlı bir yazarın ömrünün on yedi yılını verdiği bir kitap hakkında betimleyici, Türkçe okuyan okuru tatmin edecek ölçüde bir yazı kaleme almak ne derecede mümkündür? Belki de yapılabilecek tek şey yapıtın değerinin altını çizip okurun ona önyargısız, yok edilememiş ama azalmış bir kafa karışıklığıyla yaklaşmasını sağlamaktır. Bununla birlikte sözkonusu yapıt James Joyce’un magnum opus’u olunca bahsedilen kafa karışıklığından azade olmak mümkün değil gibi görünmektedir.”

 

Üstelik, ilerleyen zamanlarda, bu sayfalarda yayımlanacak ikinci bir yazının merkezinde de yine Finnegans Wake’in çözümlemesi değil, metnin iki Türkçe çevirisinin karşılaştırılması olabilir. Çünkü tam da Aylak Adam Yayınları’nın Finneganın Vahı’nı yayımlayacağı bilgisi daha net duyulur olmaya başladığında, Sel Yayıncılık da –kesin bir tarih vermemekle birlikte– 2016 yılı içerisinde bu kitabı Türkçede yayımlayacağını duyurdu. (Finnegans Wake dört kitaptan oluşuyor. Aylak Adam şimdilik ilk kitabı çıkarmış oldu; toplamda da –orijinaldeki son iki kitabı birleştirerek– üç cilt halinde yayımlamayı planlıyor. Sel Yayıncılık ise, Finnegans Wake’in bir kerede yayımlanacağını açıkladı.) Diğer bir deyişle, 2016’nın edebiyat “olaylarının” bir tanesiyle şimdiden karşı karşıyayız.kütüphanelerimizde yer alması sevindirici.

 

 


 

 

* Görsel: Aslı Yazan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.