Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çılgın Kalabalığın Uzağında Bir Ada


Gayet iyi
Toplam oy: 115
Maalouf kurgusal olarak bir felakete değiniyor. Konu distopik bir gelecekte geçiyor; Empedokles, insanların kurtuluşuna sebep olacak toplum, geçmişten gelerek geleceği kurtaracak. Antik Yunan ile günümüz dünyası arasında bir bağ kuruyor kitap. Ölümsüzlük arzusu ve varoluş çabası uygarlık krizine dönüşüyor.

Babasını yıllar önce aldığı bir arazide yaşayacağını söylüyor Alec. Arkadaşları ve herkes gülüyor bu “inanılmaz” fikir karşısında. Ona en fazla altı hafta biçiyorlar. Altı hafta dayanamazsın. Hay Bin Yakzan geliyor akla. Bu ilk felsefi roman ve ilk “robinsonad” örneğinin, Tanpınar’ın deyişiyle “Müslüman aleminin tek romanı,” sonrasında Hay’ın, çeşitli Avrupa dillerine çevrilmesiyle, Daniel Defoe’dan Robinson Crusoe ve benzer eserlerin yazılmasına yol açtığı söyleniyor. Ada coğrafi olarak bir sınırı işaret eder. Akıl kelimesini Arapça manasıyla düşününce, insan zihninin hakikati parçalara bölerek sınırlandırıp anlamlandırması geliyor akla. Bir kara parçası seçiliyor ve zihni buraya yerleştiriyor roman. Düşünmek sınırlı ve makul bir alanda debeleniyor.


Modern insanın zihnindeki çengel
Altı hafta diyorlar ama Alec çantasını alıp çıkıyor evden. Gitmek fikri, pandemiden sonra hepimizin aklına geliyor artık. Öncesinde bu kadar çağırmıyordu kimse gitmeyi. Bugün akışın dışında kalarak kendi anında ve gündeminde kalamamak modern insanın zihninde bir çengel olarak var. Doğal tatiller, kırsala bir arazi dayayıp uzakları ileriki bir tarihte yaşanır kılmak bir ütopyaydı hepimiz için. Fakat son olayların tarihten günümüze taşıdığı; savaş, afet, kıtlık, göç gibi kalıtsal katmanlarla birlikte yoğrularak biriktirdiği hava; toksiklik oluşturdu hepimizde. Gitmek hiç bu kadar yakınlaşmamıştı. Amin Maalouf, son kitabı Doğu’dan Uzakta’dan tam sekiz yıl sonra Empedokles’in Dostları isimli eseriyle okuyucunun karşısına çıktı. Maalouf kurgusal olarak bir felakete değiniyor.
Konu distopik bir gelecekte geçiyor; Empedokles, insanların kurtuluşuna sebep olacak toplum, geçmişten gelerek geleceği kurtaracak. Antik Yunan ile günümüz dünyası arasında bir bağ kuruyor kitap. Ölümsüzlük arzusu ve varoluş çabası uygarlık krizine dönüşüyor. Yazar için insanlığı kurtarmak, geçmişi geleceğe taşıyarak çözülebilecek başka açıdan. İşin ilginç tarafı Maalouf bu kitabı iki yıl önce tamamlamış. Yani henüz pandemi, maske, karantina gibi daha önceden çoğumuzun aklına gelmeyecek durumlar ortaya çıkmamışken.
Uygarlıkların Batışı’nda: “Aklı başında, samimi ve güvenilir kalmak herkesin borcu...” diyen Maalouf bugünden bakınca sanki bir imkânsızı çağırıyor hepimiz için. Bu kitabı, son elli yılın bir eleştirisiydi. Umutsuzluk ve çıkışsızlık aslında yazarın altını çizdiği kelimeydi kitap boyunca. Dünyanın gelişi ve insanın bunu karşılayışı yazarı ilgilendiriyordu. Son kitap Empedokles’in Dostları benzer bir duyguyu barındırıyor: Dünyanın gidişatında bir yanlışlık var.
Bildiğimiz dünyanın sonu
Issız bir ada satın alıp yalnız yaşama fikrini babasından kapıyor Alec. Babasının bir türlü hayata geçiremediği bu isteğe bağlı göçü, Alec gerçekleştiriyor. Adaya yerleşerek Atlas Okyanusu kıyısında Antioche adasında yalnız yaşayacak, çizimlerini dergilere gönderip geçimini sağlayacak ve ara sıra kasabadaki balıkçı kahvesine gidecektir. Sessiz ve kendine göre bir hayat. Fakat fısıltılar başlar ve adanın diğer bölümünde tek başına yaşayan bir kadına rastlar. Mitolojik bir kitabı olan, ilk romanıyla başarılı bir çıkış yapan ve sonrasında her şeyi ardında bırakan esrarengiz Eve. Farklıdırlar ama aynı yalnızlığı yaşıyorlardır adada. “Kendimi yatıştırmak için biz aynı yalnızlığı yaşamıyoruz, diyorum, içimden. O, insanlardan kaçıyor, onlardan nefret ettiği çok belli; bense dünyayı daha duru bir bakışla gözlemleyebilmek, belki de daha iyi tanıyabilmek, daha iyi kucaklayabilmek için ondan uzak duruyorum.” Birbirlerinin uzağında olmadan hem yakın ama aynı zamanda uzak bir yalnızlık yaşayan bu iki kişi bir gün elektriğin, telefonların, televizyon yayınlarının, internetin, kısacası her türlü iletişim aracının etkisiz hale gelmesiyle daha fazla zaman geçirmeye başlar.
Ne olduğu bir türlü anlaşılamaz ve haberler yayılır. Dedikodu mahremiyetin çözüldüğü dönemlerde bir imtiyaz sağlar ve çoğalır. Amerika küresel ölçekte bir terör saldırısına maruz kalmıştır, öncesinde insanlığın hayatını kolaylaştıran teknoloji şimdi insanlığın sonunu getirmiştir, komplo teorileri bir bir yayılır. Korkulan olur. Tüm birikmiş tarihsel tortu patlamıştır artık. Tüm bu olanlar, söylentiler, belirsiz gerginlikler içerisinde kendilerine Empedokles’in Dostları diyen, felsefenin ve sanatın, şiirin özlemini duyan, son derece gelişmiş bir teknolojiye ve tıp bilgisine sahip bir grup gizemli insan bu kargaşayı durdurmak için çıkagelir. Dünya haritasında gözükmeyen bir ülkedir Empedokles. Alec, bu insanların kim olduğunu anlamaya çalışırken Eva onları beklemiş olmanın rahatlığındadır. Onların insanlığın kibrini yenmek için umut doğurduğunu düşünüyordur. Empodokles’in Dostları Eva’yı bilirler, onu kollarlar ve Eva haklı çıkmıştır. İnsanlar hak ettiklerini yaşayacaklardır. Bir zafer sarhoşluğuna bürünür eski yazar. Alec olacak olanın şaşkınlığıyla Eva ile derinleşen bir ilişki yaşamaya başlar. İki ana karakterden Alec’in günlüğüne aldığı notlarda, yok oluş ve Antik Yunan’dan günümüze varoluş sıkıntısı işlenir. Alec Antik Yunan felsefesinin kıyısında düşünür: “Demek iki insanlık var... Dünya eşzamanlı iki parçanın sahnesi, biri görünür, diğeri yer altında; birinin ayırt edici özelliği şuursuzluk, bu bizim tarihimiz; diğeri bilgelik ve esenlik taşıyor ama bunun yanı sıra hem cinslerimin gözden düşmesine sebep oluyor...”
Başkalarının cennet olmadığı kesin
Bu başka bir yaşamın olasılıklarına dâhil olma fikri öncesinde Norveçli yazar Erlend Loe’nun modern zaman seyyahı Doppler’den ve ardından yayımlanan Bildiğimiz Dünyanın Sonu eserinde de ormanın içerisinde kurulan bir yaşam pratiğinin “dış” dünyaya açılanların öteki kaldığı, yalnızlaştırıldığı bir dünyada özgür kalmak mümkün mü sorusunu kuşanıyordu. Başka bir eserde Henry David Thoreau’nun başyapıtı Doğal Yaşam ve Başkaldırı, Amerikan edebiyatının klasiklerindendir. Yirmi sekiz yaşında şair-entelektüel bir Amerikalı, şehirdeki yaşantısını geride bırakıp doğup büyüdüğü kent olan Walden Gölü kenarında bir kulübe yapar ve orada yaşamaya başlar. Doğanın içinde bütün yaşamsal ihtiyaçlarını kendi çalışarak karşıladığı iki yıl geçirir. Empedokles’in Dostları’nda Alec “İnsan neye ihtiyaç duyar” diye sorar. “Sağlığı ve internet bağlantısı iyiyse gerisi o kadar önemli değil… başkalarının cennet olmadığı kesin” Tüm bu eserler, yaşam pratikleri olacak olan ve olmuştan memnuniyetsizliğini gösterir insanoğlunun.
“Eskiden manşetlere çıkan olayların artık gündemden düştüğünü hiç söylemiş miydim?” Yaşandığı söylenen bu felaket söylentileri arkasını siyasi, diplomatik, kültürel krizlere bırakarak çözümsüzlükte debeleniyor. Gerçeğin spekülasyona dönüştüğü bu son zamanlarda Empodokles’in dostları da kimisi için kurtarıcı olurken başkası için bozguncu olarak görülebiliyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.