Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çizgi Evreninde Bir Realist: Alan Moore


Zayıf
Toplam oy: 106
V for Vendetta, Watchmen gibi eserlerin üreticisi Alan Moore 1960’ların ortasından itibaren yazarlık maharetini çoğu meslektaşı gibi fanzinler ve benzeri süresiz-düzensiz yayınlar aracılığıyla etrafıyla paylaşır. Zamanla yazarlığını daha da ön plana koyacak olan Moore, ‘70’lerle birlikte çizgi roman dergileri için üretmeye başlar.

Çizgi roman, mecra itibariyle hem yazarlara hem çizerlere hem de mecranın belkemiğini oluşturan iki işi birden yürütebilen çok yönlü üreticilere sahip. Genellikle bağımsız çizgi roman örneklerinde veya grafik romanlarda denk geldiğimiz çok yönlü bu üreticiler yanında, yazar yerine çizerini öne çıkaran veya tam tersini beceren çizgi roman örnekleri de oldukça fazla. Bir fikri görsele aktarırken o fikrin sahibi yazarla uyuşan bir çizer olmadan çizgi romanın varlığından pek bahsedemeyecek olsak da, çizgi roman yazarlığı da günümüzde kendi başına elle tutulur ve önem arz eden bir unvan artık. Bu yazıda da çizgi roman alanında en bilinen isimlerden, belki de bugünün birçok çizgi roman yazarının önünü açan, beraberinde kendi üretimi olmayan dokunduğu herhangi bir çizgi romanı içinde yer aldığı dünyasıyla birlikte değiştirme ve geliştirme maharetine sahip, nev-i şahsına münhasır İngiliz yazar Alan Moore’u; çizgi romanla ilişkisini ve ürettiklerini, çoğunlukla Türkçeye çevrilen eserleri üzerinden inceliyor olacağız.

Fanzinden çizgi romana
Moore, ergenlik yıllarına denk gelen 1960’ların ortasından itibaren yazarlık maharetini çoğu meslektaşı gibi fanzinler ve benzeri süresiz-düzensiz yayınlar aracılığıyla etrafıyla paylaşır. Bu büyüme sürecinde Alan Moore yavaş yavaş çizerliğe de el atar; dönemin Sounds ve NME gibi müzik odaklı yayınlarında, farklı mahlaslar altında ürettiği işleri görücüye çıkar. Zamanla yazarlığını daha da ön plana koyacak olan Moore, ‘70’lerle birlikte 2000AD ve Warrior adlı çizgi roman dergileri için üretmeye başlar, bu dönemde hem çizer hem de yazar olarak dergi içerisindeki antolojilere farklı işleriyle katkıda bulunur. Bu işlerin en öne çıkanıysa Moore’un sesini o güne kadar en yüksek şekilde duyurabildiği Marvelman’dir (Marvelman sonraları Marvel Comics ile telif problemi oluşturacak ve ismi Miracleman’e çevrilecektir). Konvansiyonel bir süper kahraman hikâyesi olan Marvelman, Moore’un dokunuşuyla karanlık ve gerçekçi bir hal alır. Dönüşüme giren Marvelman’e ileride çizgi roman mecrasının diğer önde gelen yazarlarından biri olan, Sandman’in yaratıcısı Neil Gaiman da el atacaktır. Moore’un belki de ilk klasiği olan distopya masalı V for Vendetta’nın (V for Vendetta, 2008, Arka Bahçe Yayıncılık) da ilk bölümleri gene Warrior’da yayınlanır. Bu dönemdeki işleriyle ödüller de kazanmaya başlayan Moore adını gittikçe duyurur ve Amerikalı DC Comics’in teklifiyle 1984’te Swamp Thing çizgi romanını hazırlayan ekibe dâhil olur ve ismini Atlantik’in öteki tarafına duyurur. Swamp Thing Efsanesi (Swamp Thing, İthaki Yayınları: 2020), ilk olarak ‘70’ler başında yayınlanmaya başlayan, dönem dönem yayınına ara vererek istikrarsız ilerleyen bir çizgi roman serisidir. Moore, realist, dramatik ve bazen de duygusal karakter üretimini Swamp Thing vesilesiyle iyice görünür hale getirir; ününü gittikçe yitiren bir çizgi romanı ayağa kaldırır ve çok daha yukarılara taşır. Moore’un tek başına yarattığı bu dönüşüm, Swamp Thing’in bugüne kadar süren ününü yaratan belki de en büyük kilit taşlarından biridir.

Çizgi romandan sinemaya
Swamp Thing vesilesiyle DC Comics’in diğer süreli yayınlarına da konuk yazar fırsatı yakalayan Moore, ‘80’ler boyunca DC evrenindeki hikâyelerine karanlığı, gerçekçiliği ve karamsarlığı yaklaştırır; hikâye yazımında çizgi roman mecrasında standartlaşan formüllerden ziyade tarihi veya edebi referanslara ve alıntılara başvurur. Bu dönemde hazırladığı Batman: Öldüren Şaka (Batman:Killing Joke, JBC Yayıncılık: 2015), alışılagelmiş Batman hikayelerinden ziyade Joker karakterinin arkaplanına odaklanarak Batman’le aralarındaki mücadeleyi bu sefer de Joker gözünden, karakterin geçmişine yapılan referanslarla anlatır. Ancak bu hikâyenin hemen öncesinde süreli şekilde yayınlanmaya başlayan, Dave Gibbons’un çizgileriyle hazırladıkları, Soğuk Savaş dönemini kahramanlar eşliğinde anlattığı efsane çizgi romanı Watchmen (Watchmen, İthaki Yayınları: 2016) Moore’un belki de çizgi romana, edebiyata, kendisine ve dünyaya bakışının manifestosu olacaktır. Watchmen’in kahramanları gerçek sorunlara sahip, yaşlanan ve gittikçe kötüye giden dünya için endişelenen; fakat bir yandan da güçsüzlüklerinin farkında, birbirinden kopuk karakterlerdir. Toplumdaki ‘öteki’yi temsil ederken bir yandan da dev bir komplo beraberinde başlarına geleceklerden korunmak için bir araya gelmeye çalışırlar. Watchmen sonrasında bağımsız çalışmalara savrulan Moore, bu sefer ibresini İngiltere’de geçen tarihi ve okült bir anlatıya çevirir. ’89 ve ’98 arasında toplam on sayıda, çizer Eddie Campbell eşliğinde toparlanan From Hell (From Hell, Flaneur Yayıncılık: 2017), merkezine Karındeşen Jack’i oturtan, ancak ezoterik fantezilerin edebiyattan tanıdığımız kurgu figürler ve gerçek tarihi karakterlerle harmanlandığı sıradışı bir iş olur. Neredeyse 600 sayfaya ulaşan eser; Alan Moore’un kafasının tarihi ve kurgu referanslar arasında nasıl çalıştığını anlamak için harika bir örnektir. Bağımsız başka benzer işler sonrasında Moore iki kıta arasında gidip gelmeye başlar; ‘90’larla birlikte bir yandan Amerikalı büyük çizgi roman yayıncılarının şaşalı kahramanlarına drama katarken bir yandan da kendi sınırlarını kendi belirlediği imza işler üretir. Bunların en önde geleni de, 1999’da yayına başlayan ve geçtiğimiz yıl sona eren Olağanüstü Beyefendiler Cemiyeti’dir (The League of Extraordinary Gentlemen #I-#II, Yapı Kredi Yayınları: 2019). From Hell’deki karakter kolajını birkaç vites arttırarak zihnindeki dipsiz edebiyat dağarcığını baştan sonra bir hikayeye dönüştüren ve bu hikayeyi farklı komplo, detektiflik ve fantastik olayların etrafında biçimlendiren Moore, çizer Kevin O’neill eşliğinde hikayeyi yirmi yıl boyunca esnetir, genişletir, evrenler arası bir boyuta getirir ve 2020 itibariyle de tamamlar.

Sinemadan reddiyeye
İşin belki de en ilginç yanı olarak; yukarıda anılan hemen her Moore hikâyesi bir şekilde beyazperdeye yansır. V for Vendetta, dönemin meşhur yönetmenleri Wachowski Kardeşler tarafından sinemaya uyarlanır, Swamp Thing ise kariyerinin başlarındaki genç Wes Craven eliyle bir televizyon filmine aktarılır. From Hell, tüm karamsarlığı bir kenara atılıp Johnny Depp’li bir gerilim filmi olur, Watchmen’se sonradan DC filmlerinin demirbaş yönetmeni olacak Zack Snyder tarafından kalburüstü bir anlatıya çevrilir. Kapsadığı fikirsel alan ve içerik sebebiyle sinemaya aktarılması en zor örnek olabilecek Olağanüstü Beyefendiler Cemiyeti bile kendini bir aksiyon filmi olarak sinemada bulur. Moore ise bu uyarlamaların hiçbirini onaylamaz, isim hakkını vermez, sinema-tv platformundaki bu üretimlerin hepsini reddeder ve her fırsatta eleştirir. Belki de ‘çocuklarının’ kendisinden izinsiz bir şekilde büyütüldüğünü gören ama duruma müdahale de edemeyen bir ebeveyn gibi hepsinden vazgeçer; birebir engel ol(a)masa da hiçbir zaman kendisinin bu filmlerle birlikte anılmasına izin vermez.
Alan Moore, bugün son çizgi romanını tamamlamış olmanın iddiasıyla, ürettiği işlere benzer şekilde gene okültle çevrelenmiş gizemli hayatına İngiltere’de devam ediyor. Çizgi romanlarla işinin tamamlandığını, ancak yazarlığa televizyon, roman, öykü gibi farklı mecralar aracılığıyla devam edeceğini belirtiyor. Çizgi romana ne yazık ki artık küskün olan, gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman yazarlarından Alan Moore’u tanımayanlara, önce Türkçeye kazandırılan işleriyle başlayıp, fırsat olduğu takdirde tüm külliyatını keşfetmelerini şiddetle tavsiye ederim.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.