Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çünkü artık yazmanın tadını almıştır


Şahane
Toplam oy: 206
Grazia Deledda // Çev. Leyla Tonguç Basmacı
Kolektif Kitap
İmkanların kısıtlı olduğu, doğanınsa kendisini sınırsızca sunduğu bir coğrafyada geçirilen çocukluğun hayal gücünde ve dilde yarattığı tüm etkiler...

“O gün Cosima edebiyat öğretmeninin on dersinde öğrendiğinden çok daha fazla şey öğrendi. Meşenin dişli yaprağını pırnalın mızraksı yaprağından, sığırkuyruğunun kokulu çiçeğini tarla sarmaşığının çiçeğinden ayırt etmeyi öğrendi.” Hayatı böyle öğrenir Cosima; birinin ona bir çiçeği tarif ederek öğretmesindense, o çiçeğe dokunarak öğrenmeyi tercih eder. Henüz küçük bir çocukken anlar izlemenin, dokunmanın, temas etmenin hayatın ta kendisi olduğunu. Meraklı gözlerle etrafı seyrederken, dünyayla beraber dönen her şeyi anlamlandırmaya çalışır. Doğayı izler Cosima, sanki biri kulağına fısıldamış, hayatı boyunca ona eşlik edecek en geçerli bilgilerin doğanın kalbinde gizli olduğunu söylemiştir. Yüreğini ve aklını dolduran ve duygularını coşturan bu gerçekleri ona kim öğretebilirdi ki? Elbette hiç kimse! Biri ona bunları anlatabilirdi, ama hissettiklerini ona kim yaşatabilirdi?


Zengin ve soylu bir aileden gelen meraklı ve duygusal bir kızdır Cosima. Tutucu bir toplumda büyümeye çalışır, akranlarının aksine okuma ve yazmaya da çok meraklıdır. Çocukluk dönemini bağnaz uyarılar ve hiçbir mantıklı nedeni olmayan ailevi tepkilerle geçirir. Naif ve sakin tavrıyla herkes tarafından sevilen Cosima, meraklı yanını hiçbir zaman gizlemez ve her zaman o merakın peşinden gider. Hayata olan merakı, duygusal yanına coşku sağlar... Ve bir gün içindeki duyguları daha fazla tutamayıp yazmaya başlar. Yüreğindeki geniş coşkuyu, yetersiz kelime dağarcığıyla kağıda döker. Yazdıkça rahatlar ve rahatladıkça yazar. Hayata gelme amacı buymuş gibi yazar, hayatın tek anlamı buymuş gibi...  Kısa bir öyküsü o dönemin bir moda dergisinde yayımlanır. Yazdıkları cüretkar şeylerdir. Öyküsünün dergide yayımlandığını duyan ve okuma yazma bilmeyen iki kadın akrabası, günahkar ve lanetlenmiş olduğunu düşündükleri kadınların resimlerinin bulunduğu derginin sayfalarını yakarak etrafa dehşet saçarlar. Bu aynı zamanda Cosima’ya da bir gözdağıdır.


Bir süre sonra yazdığı bir kitap yayımlanır, işte o zaman daha büyük bir tepkiyle karşılaşır Cosima. Üzerine iftiralar, rezil varsayımlar, ahlaksız kehanetler yağar. Ama tüm bunlara rağmen pes etmez ve yazmaya devam eder o. İçindekileri yazma konusunda hiçbir şey onu durdurmaz, çünkü artık yazmanın tadını almıştır, kelimelerin ve cümlelerin sahip olduğu anlamların içine karışmıştır. Yazdıkça başka dünyalara girdiğini, yaşadığı bu rezil dünyadan uzaklaştığını görür. Tüm bunlara rağmen, yazmayı bırakması mümkün müdür?


Cosima’nın yazarlık macerası, Grazia Deledda’nın yazarlık macerasıyla paralellik taşıyor. Yılmadan usanmadan bildiğini yapmaya ve yazmaya devam eder. İnsanların onun yaptıkları ya da yazdıkları hakkında ne düşündüğüyle çok fazla ilgilenmez Cosima. Çünkü içinden yazmak gelir, bunun karşısında kim durabilirdi ki? Hayat ona meraklı ve yetenekli bir zihin vermiştir ve o da kendisine bahşedilen bu yeteneği sonuna kadar kullanarak yazmayı seçer. İmkanların kısıtlı olduğu, doğanınsa kendisini sınırsızca sunduğu bir coğrafyada geçirilen çocukluğun hayal gücünde ve dilde yarattığı tüm etkiler, Grazia Deledda’nın bu otobiyografik romanında masal diliyle okurların karşısına çıkıyor.

 

 

 


 

 

Görsel: Türksen Kızıl

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.