Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Deliliğin Kükreyen Devi: Cehennem Evi


Zayıf
Toplam oy: 127
Lanetli evlerin Everest Dağı, geçmişi kederlerle dolu kötülük yuvası Belasco’nun evi… Sherlock ve Mycroft arasındaki akıl oyunlarıyla dolu çatışmayı, Richard Matheson’ın kült eserinde lanetli ev konseptinde okuyoruz.

Bazı insanlar hayaletlerin varlığına inanır. Sadece geçmişte değil, bilimin ve teknolojinin epey yol katettiği günümüzde de hayaletlere inanan insan sayısı oldukça çok. Bu varlıkları gördüklerini yahut duyumsadıklarını iddia ederler. Bazısı daha ileri giderek parapsikolojiyle ilgilenir, ne kadar sahte bilim olarak görülse de hayaletleri bilimsel çerçeve içinde kanıtlama çabasına girer. Deneye, hâliyle kanıta dayalı olmasa bile sistematik bir yapı sunmaya çalışırlar. Bunun için farklı kavramlar öne sürülür. Örneğin trans hâlindeki medyumların vücutlarından çıktığı öne sürülen maddelere verilen ad ektoplazma yahut canlı veya cansız nesnelerin paranormal olarak algılanabildiği durugörü gibi. Terminolojisinin içerdiği örnek sayısı çoğaltılabilir. Dini inançlarda da insanlara musallat olan görünmeyen varlıklar ve bunları kaçırma teknikleri mevcut. Örneğin Hristiyanlıkta tuz, kutsanmış su, kutsal ot ve dua aracılığıyla hasta kabul edilen kimsenin vücudundan kötücül ruh çıkartılmaya (egzorsizm) çalışılırdı. Türk, Yakut, Kırgız ve Altay Şamanizminde de Kovuçu olarak adlandırılan kişiler insanlardaki kötü ruhları kovarlardı. Farklı kültürlerde bambaşka teknikler kullanılsa da insan ve kötü ruh bağlamındaki inancın benzeştiğini görürüz.

 

Şahsen şüpheci yaklaşanların, yani kanıtlanmadığını ve sahte olduğunu düşünen bilimin yanındayım. Fakat ister sanrı olarak görün, isterseniz varlığına inanın; bir gerçek var ki bilhassa korku ve fantezi olmak üzere hayaletlerin kurgusal dünyadaki yeri büyüleyici ve tabii ki oldukça ürpertici!

Ben Efsaneyim en bilinen eseri
Genellikle bilimkurgu, korku ve fantazya gibi türlerde yazan Amerikalı kalem Richard Burton Matheson, spekülatif kurgunun önemli ve gelecek kuşakları etkileyen isimlerinden birisi. Bilhassa birden çok kez sinemaya uyarlanan, son olarak 2007’de Will Smith’in başrolünde yer aldığı filmle ününe ün katan Ben Efsaneyim (I Am Legend) en bilinen eseri. Başka kitapları da yer yer beyazperdede boy gösterdi ve kendisi aynı zamanda Roger Corman’ın Edgar Allan Poe uyarlamaları ve Twilight Zone (Alacakaranlık Kuşağı) gibi eserlerde senaryo yazarlığı yaptı. Kısacası edebiyatın yanında sinemaya hiç uzak bir kalem değil. Bunun en büyük göstergesiyse edebiyata adım atmasındaki en önemli etkinin çocukken izlediği 1931 tarihli Dracula filmi olması.
Korku ve fanteziyle bu kadar iç içe olan Matheson, edebiyat tarihine lanetli ev konseptinin ve korku dolu anlar yaşamamıza neden olan hayalet hikâyelerinin hatırı sayılır örneklerinden bir tanesini bıraktı: Cehennem Evi (Hell House). Lanetli/perili ev söz konusu olduğunda genellikle terk edilmiş, eski ancak ürperticiliğiyle birlikte estetik güzelliğiyle dikkat çeken, geçmişte zenginlik barındıran malikâne ve şato gibi yapılarla karşılaşırız. Bunun edebiyattaki en güzel örneklerinden birisi derinlikli, gerçekçi karakterleri ve karakterlerinin aralarındaki ilişkileri ince işleyişiyle öne çıkan Shirley Jackson’ın korku romanı Tepedeki Ev (The Haunting of Hill House). Cehennem Evi’ndeyse “lanetli evlerin Everest Dağı”na konuk oluyoruz.
Şimdiye kadar bu tekinsiz yerde araştırma yapan iki grubun sonu facia olmuş. Evde konakladıktan kısa süre sonra ya ölmüş ya da delirmişler. Yani evin düşüncesi hayaletlere inanmayan birisini bile şüpheye düşürecek cinsten. Bu karanlık evin korkunç tarihinin arkasındaki isimse Emeric Belasco, nam-ı diğer Kükreyen Dev. Üçüncü ziyaretin konuklarıysa bu sefer kendisinden emin bir ekip. Dr. Barrett ve eşi Edith ile iki alanında ün salmış medyum, yeni kurbanlarını bekleyen Cehennem Evi’nde bir hafta geçirecekler. Özellikle bu medyumlardan birisi, şimdiye kadar evde yaşayıp hem zihinsel hem de psikolojik olarak sağlıklı kurtulan tek kişi. Kâbusların mekânı evin sırrını çözmek pek kolay olmayacak. Zira gizemin arkasında kötülüğün efendisi Belasco var.
Mantık, ahlak, din, felsefe gibi birçok konuda iyi eğitim görmüş, tüm hayatının amacını kötülüğün sınırlarını zorlamaya adamış bir deha Belasco. Hayatı boyunca yaptığı onca kötülüğe rağmen suçluluk duymaktan bir haber psikopat. Öyle ki sadece habislik için kadınları kendisine âşık edip sonrasında ayrılarak mahvetmekten, konuklarının yozlaşması için uyuşturucu kullandırmaktan keyif alan birisi. Sınırları zorlarken, “Kirletme Günleri dediği, yirmi dört saat durmaksızın aşırılık, günahkârlık” içeren etkinlikler yapıyor. Canavarlığına öldükten sonra devam etmesi ve evine dadanması hiç şaşırtıcı değil…

Hikâye kendi içinde inandırıcı
Cehennem Evi’nde karakterler arasındaki diyaloglar ve genel olarak karakter işçiliğinin kitap boyunca tutarsızlıkları (lanetli evin etkisinden bağımsız) yahut görece sığ olmalarıyla Jackson’a göre zayıf kalmış. Diğer yandan korkunun simgesi Belasco’nun gerçekten tüyler ürpertmesi ve buradan hareketle konukların evle çatışması oldukça etkileyici. Hikâye kendi içinde inandırıcı. Ki perili ev konseptinde bu çok mühim. Biz o konukların geçmişi kederle dolu evde kalma motivasyonlarına, konakladıkları süre boyunca yaşadıkları tuhaf olaylara inanıyor muyuz? Örneğin yakınlarda çıkan Darcy Coates’in romanı Craven Malikânesi bu konuda sınıfta kalıyordu. Hâl böyle olunca ne ürpermiş ne de hikâyeyi takip etme isteği duymuştum.
Cehennem Evi’yse kitap boyunca âdeta Sherlock ve Mycroft arasındaki akıl oyunlarıyla dolu çatışmayı, lanetli ev konseptinde kötücül ruh ve konukları arasında okuyoruz. Evin son konuğu Barrett’in söylediği gibi, “hastalıklı bir aklı olabilir ama aklı aynı zamanda mükemmeldi de … çalışmak istediği herhangi bir konuda uzmanlaşabilirdi. Bir düzine dili okuyup konuşuyordu. Doğa felsefesi ve metafizik konusunda bilgiliydi … zihni bir bilgi bankası, bir enerji santraliydi.” Bu çatışmanın inceliği de Matheson’ın eserinin türün önde gelenlerinden olmasının yanı sıra farklı dokunuşlarıyla nasıl hâlâ günümüzde etkisinin devam ettiğinin en net göstergesi sanırım.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.