Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Derin devlet, güç, hırs, kadın, aşk, obsesyon...


Vasat
Toplam oy: 1334
Nazlı Eray
Doğan Kitapçılık

Nazlı Eray’ın Doğan Kitap tarafından yayınlanan Marilyn – Venüs’ün Son Gecesi adlı romanı, yıllardır magazin basınınca farklı neden ve içeriklerle gündemde tutulan Marilyn Monroe ve Kennedy kardeşler’in trajedilerini konu alıyor.

 

Nazlı Eray, Marilyn Monroe’nun ‘intihar’ının bilinenden öte bir anlam taşıdığına inanarak Brentwood’daki, Beşinci Helena Çıkmazı 12305 adresinde oturmuş Marilyn Monroe ile yardımcısı Bayan Murray’ı, yazı marifetiyle, benzerler olarak, Ankara’daki İvedik Caddesi, 7 numaraya, Huriye Hanım ve Meryem olarak yerleştiriyor.

 

ABD’de geçen olayları bulunduğumuz coğrafyada yeniden kurgulayarak, okurda hem kendi gerçekliğimize hem de bizzat anlatılan olayın kendisine karşı yabancılaştırma etkisi yaratıyor. En iyi şekilde korunacaklarını varsaydığımız kişilerin hayatlarına dahi rahatlıkla müdahale edilebildiğini zaten biliyoruz. Kitap, bilgimizi pekiştirmekle kalmıyor, karanlık ellerin coğrafyalar üstü niteliği üzerine de düşündürüyor.

 

Profesör Raif İzbırak, Muzaffer, Rüyalarını Satan Adam, Murat, Lemi Bey... gibi yan karakterlerin soruları ve edindikleri bilgilerin paylaşımlarıyla derinleşen, merak duygusunu tazeleyen bir tarihi yorum denemesine dönüşüyor, roman. 

 

Derin devlet, güç, hırs, kadın, aşk, obsesyon...

 

Kurgunun bel kemiğini anlatıcının (hikâyeyi nakledenin) parçaları bir araya getirmedeki analitik tutumu oluşturuyor.

 

Hikaye öyle gizemli ki... Hatırlayalım:

 

Sinema dünyasındaki konumu duygusal bir yüke dönüşen Marilyn Monroe, altmışlı yılların başında, ‘borderline’ kişilik bozukluğu tanısıyla tedavi görmekteydi. Kaygılar ve korkularla boğuşuyor, uyuyabilmek için alkole, yatıştırıcılara gereksiniyordu. Bu yüzden psikiyatristi Dr. Ralph Greenson’la aralarında bağımlı bir ilişki gelişmişti. Hatta ona yakın olmak için Kaliforniya, Brentwood’daki bir eve taşındı.

 

Sosyal çevresi, onu, sayelerinde FBI ve Mafyanın hedefi haline geleceği Kennedy’lerle buluşturdu. Hollywood dedikodu çevresi Marilyn’in ismini 1962 yılı boyunca dilinden düşürmedi. Yıldız çeşitli özel partilere davet edildi. Başkan John Kennedy, Robert Kennedy ve yüksek düzeyde hükümet yetkilileriyle sohbetler etti. Yanlışlıkla aşırı dozda aldığı uyku haplarının yaşamını sona erdirmesine kadar hareketli zamanlar geçirdi. Her iki Kennedy ile de ilişkisi olduğu söylenir. Ama esas oğlan, John F. Kennedy idi.

 

Marilyn, Greenson’ın önerisiyle Eunice Murray adlı bir yardımcı edinmişti. Murray, üstlendiği tüm diğer işlerinin yanı sıra Marilyn’in günlük ruh halini Greenson’a rapor etmekle de görevlendirilmişti.

 

Marilyn John F. Kennedy'e karşı tutkulu bir bağlılık hissediyor, onun Jackie Kennedy’den ayrılarak kendisiyle evleneceğini sanıyordu. Başkanın doğum gününde söylediği "Happy Birthday" şarkısı istenmeyen bir açıklama gibiydi ve dedikoducuları coşturdu. 1962 yazında, Marilyn artık Kennedy kardeşler için bir güvenlik riskine dönüşmüştü.

 

Kennedyler’in Monroe ile ilişkilerini kesme girişimleri yıldızın ruhunda derin yaralar açtı. İntikam amacıyla gelip geçici ilişkiler kurdu. Depresyonla mücadele etti. Bununla birlikte, ölümünden hemen önceki dönemde kariyeri hiç fena durumda değildi: Yeni film projeleri, diziler, davetler... Derken Marilyn Brentwood’daki evinde ölü olarak bulundu. Olay pek çok gizem barındırıyordu.

 

5 Ağustos’ta sabaha karşı ancak gelen Batı Los Angeles Polis Departmanı’ndan Çavuş Jack Clemmons orada Marilyn’in özel doktoru Dr Hyman Engelberg, Eunice Murray ve psikiyatrisi Dr Ralph Greenson’u buldu. Öldüğü gün Marilyn yatağında yüzüstü yatıyordu. Bacakları düz bir şekilde uzatılmış idi. O an evde olanların iddiası, yüksek dozda ilaç alarak intihar etmiş olduğu yönündeydi.  Beklendiği gibi acı yüzünden çarpılmış olmaması kuşku uyandırıcıydı. Ön otopsiyi yapan Dr Thomas Noguchi, çeşitli test sonuçlarını incelendi ve aşırı dozda ilaç alarak öldüğünü kesinleştirdi.

 

Bu arada Domuzlar Körfezi, Küba Füze Krizi, İş ve Özgürlük Yürüyüşü, Ödemeler Dengesi Açığı derken… 63 yılında bir sonbahar günü, ABD Devlet Başkanı J.F.Kennedy eşiyle birlikte açık bir araba içinde ilerlediği konvoyun ortasında ensesinden ve başından iki kurşunla vurularak öldü.

 

Eski Adalet Bakanı Robert Kennedy ise 1964 yılında New York Senatörü seçildi. Robert Liberal Demokrattı ve o sırada ABD Başkanı olan Johnson’ın Vietnam politikasını eleştirdi. 68’de başkan adaylığını açıklamıştı ki Ambassador Oteli'nde yaptığı konuşmanın bitiminde suikasta kurban gitti.

 

Üçlünün hepsinin sonu kötü gelince Marilyn’in ölümü üzerine çeşitlenen spekülasyonlar Kennedy eliyle veya Kennedyler yüzünden denebilecek gerekçeler çoğaltılarak tartışıldı. Olay bu gizem örtüsüyle kırk yedi yıl sonra bile ilgi çekici gelmeye devam etti. Hem yalnız Amerikan halkına değil, anlaşılan bizlere de, Amerikan derin devlet senaryolarına çeşitli nedenlerle kafa yordurtarak.

 

Soruşturmalar,  imha edilmiş olduğu ya da kaybolduğu iddia edilen kanıtlar, tahrif edilmiş otopsi dosyaları... Birçok kaynaktan edinilen çelişkili ifadeler... Kırk küsur yıl boyunca yukarıda adı geçen kimseler hiç konuşmadılar, ya da konuştukları inandırıcı bir sonuca hizmet etmedi. Ta ki Nazlı Eray onları Türk Medyası’nın ‘Reality Show’larına konuk edene kadar.

 

Şimdi elinizde gizem marifeti kendisinden böyle bir konu fikri varsa ve siz de gerçeğe karşı tavrınızı ‘büyülü gerçekçilik’le koymaktan yanaysanız, Marilyn – Venüs’ün Son Gecesi’nin doğması şaşırtıcı olur mu? Nazlı Eray edebiyatına uygun düşen bir konu bu ve okurlarını büyük olasılıkla çok memnun edecek. Eray’ın, ‘büyülü gerçekçiliğin’ kodlarıyla yoğrulmuş bir yazar olduğunu kanıtlar nitelikte.

 

Geçmişteki bir zamanı şimdiki zamana aktaran Eray; mekânı çağdaş bilimsel teorilerin olasılıklarına açarak çoğaltmış. Gerçek hikâyenin gizemli uçlarını onu günümüze uzatmanın aracı olarak kullanmış.

 

Yerel unsurları ‘Reality Show’ merakı gibi sahicilik duygusunu ve merakı pekiştiren zemin olarak kullanmış, farklı kültürel alt yapıdaki kişileri bir araya getirerek (taksi şoförü, profesör, pavyon şarkıcısı, temizlikçi kadın, yaşlı entelektüel...) olayı tarih bilgisi vermekten çıkaran kurgusallık içinde anlatma yolunu bulmuş.

 

Yaşam ve ölüm, gerçek ve kurgu arasındaki duvarları yıkmış.

 

Yazar, yukarıdakilerin hepsini kendi edebiyatına özgü o ironik dille desteklemiş. Akıcı, sürükleyici...

 

Anlatının Ankara ayağında romana dâhil olan günümüz roman kişilerinin bazılarının neden tam olarak işlevsel kılınmadığını sormak ihtiyacı duyabiliriz. Buna rağmen romanın Türkiyeli kurgusu Amerikan tarihinin ülkemiz gerçekliğine ışık tutması bakımından etkileyici olmuş.

 

Kaçırmayalım...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.