Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

''Eteklerine Tırmanmadan Dağın Yüksekliği ölçülemez''


Zayıf
Toplam oy: 120
İbn Tufeyl felsefi görüşleriyle hem Doğu’yu hem de Batı’yı etkiledi. Onun Batı felsefesinin gelişimindeki etkisi bilhassa 1349 senesinde Hay b. Yakzan’ın Moise de Narbonne tarafından İbranice’ye tercüme ve şerh edilmesiyle başladı. Onun fikirleri başta talebesi Bitrûcî olmak üzere takipçileri tarafından sonraki nesillere aktarıldı.

1970-80 kuşağı çocuklarının hemen hepsi Hay’ı bilir. Televizyonda çizgi film oranının nispeten daha sınırlı olduğu dönemlerde, ıssız bir adada geyiklerle hayat süren, anne geyiğin şefkatiyle bir mağarada çocukluğunu geçiren ve daha sonra hayatı sorgulayan Hay hepimizin yakın arkadaşıydı. Muhtemelen bu dönemde yaşayan çocukların hemen hiç birisi izlediğimiz çizgi filmin İslam dünyasının önemli felsefecilerinden birisi olan Endülüslü İbn Tufeyl’in kaleme aldığı felsefi bir eser olduğunu bilmiyordu.

 

İbn Tufeyl, Lütfi Şeyban’ın Endülüs Âlimleri isimli kitabında onlarca örneğini verdiği hem İslâm hem de Batı düşüncesini derinden etkileyen pek çok âlimden sadece birisiydi. O, Ortaçağ İslam dünyasında tıp, felsefe, astronomi alanlarında adından söz ettirmiş, eserleri farklı coğrafyalarda okunmuş, fikirleriyle pek çok âlimi etkilemişti. Bu büyük âlim, geçtiğimiz ay Vakıfbank Kültür Yayınları tarafından neşredilen, Finlandiyalı felsefe profesörü Taneli Kukkonen’in yazdığı İbn Tufeyl: Aklın Yaşamı başlıklı monografi vesilesiyle bir kez daha gündeme geldi. Bu sayede hem Hayy b. Yakzan hem de onu ete kemiğe büründüren büyük filozof günümüz okuyucusuna yüzyıllar öncesinden bir kez daha seslenme imkânı buldu.

Hatırı sayılır itibara sahipti
İbn Tufeyl 1185 senesinde hayata gözlerini yumduğunda cenazesine katılanlar arasında Muvahhid hükümdarı Ebû Yusuf Yakub el-Mansur da bulunuyordu. Bu durum, büyük âlimin sadece devrinin bilim adamları ve talebeleri arasında değil Marakeş Sarayı’nda da hatırı sayılır bir itibara sahip olduğunun ispatıydı. Ortaçağ âlimlerinin genel karakteristiği olan farklı ilim dallarında ihtisas sahibi olmak İbn Tufeyl için de geçerli bir durumdu. O da pek çok alanda eğitim görmüş, tıp, astronomi ve felsefe sahasında önemli bir isim haline gelmişti. O, kendisini derinden etkileyen ve İslam dünyasında “İkinci Aristo” olarak kabul edilen Fârâbî’nin aksine saray ve iktidarla daha yakın ilişkiler kurmuş, harikulâde tıp bilgisi sayesinde saray hekimliğine getirilmiş, Muvahhid halifesi Ebû Yâkub Yusuf’un ve onun oğlu Ebû Yusuf Mansur’un yakın desteğini görmüştü. Burada oldukça aktif bir şekilde halifenin politikalarını desteklediği anlaşılmaktadır. Halifenin vezirliğini yaptığına dair bazı rivayetlerin varlığı İbn Tufeyl’in saraydaki etkisini ortaya koyar. O, Ebû Yâkub Yusuf’un isteğiyle Hıristiyanlara karşı cihad etmenin faziletine dair bir risale de kaleme almıştı. Endülüs coğrafyasında diğer âlimler arasında biraz daha öne çıkması biraz da halife ile olan bu yakınlığı ile ilişkiliydi. Seyahat için Gırnata/Granada’dan ayrıldığı zaman yol arkadaşı Muvahhid hükümdarının oğlu olması, İbn Tufeyl’in iktidar zümreleriyle her zaman içli dışlı olduğunun açık bir göstergesidir.
Talebeliği sırasında eserlerini okuduğu Aristo ve Fârâbî’nin yanı sıra, kendisi gibi Endülüs’lü bir diğer âlim olan İbn Bâce, İbn Sinâ ve Gazzâlî de etkilendiği diğer âlimlerdi. Bununla birlikte ilerleyen zamanda, bazı konularda adı geçen filozofları eleştirmekten de geri kalmayacaktır.
Yaratılışın hakikatini tefekkür etmeye büyük önem verirdi
İbn Tufeyl de Fârâbî gibi inzivaya yani kendini toplumdan soyutlayıp “Yaratılış”ın hakikatini tefekkür etmeye büyük önem verirdi. İbn Tufeyl’in en önemli ve okunan eseri hiç şüphesiz Hay b. Yakzan idi. Hay b. Yakzan tasavvufi ve felsefi bir eser olmanın yanı sıra yazarının dünyaya bakışını ortaya koyuyordu. Eserin ana teması varlık problemi idi. İbn Sina başta olmak üzere pek çok âlimin kafasını meşgul eden bu problem, Hay b. Yakzan üzerinden İbn Tufeyl tarafından da sorgulandı. İlhan Kutluer’in ifadesiyle “Hay, fiziki varlığı ile tabiatın bir parçası olmakla birlikte uygulama ve bilme imkânlarıyla tabiatı müşahede eden, tabii varlık alanındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünen, akıllı bir canlı olarak yeryüzündeki mevcudiyetini anlamlandıran gözlem alanı ötesindeki metafizik varlık fikrine varan ve nihayet manevi tecrübeler sayesinde bir takım metafizik bilgilere ulaşan ideal özneyi temsil ediyordu”. İbn Tufeyl adlı eserin yazarı Taneli Kukkonen’e göre ise; “Hay, bir bebekten kusursuz bir insana evrilişi tasvir ediyordu”.
İbn Tufeyl, insanın varlık ve hakikati gözlem ve tecrübe ile fark edebileceğini düşünüyordu. Bu nedenle Hay b. Yakzan’ı bu çerçevede kurgulamıştı. Bu yaratıcı Tanrı fikrine ulaşmanın zorlu bir yoluydu. Yine Kutluer’e göre: “Tabiatın bağrında hayatını devam ettirebilmek için çeşitli aletler yapma çabasının yanında, varlığı anlamlandıran gayreti içine giyen Hay, mantıki aktarım yoluyla tabiattaki işleyiş, bütünlük, düzen ve gayenin akledilir ve soyut gerçekliğine bütün bu kozmolojik delillerle de yaratıcı Tanrı fikrine ulaşacaktır.” Bu eser aynı zamanda tefekküre dalmanın hakikati keşfetmedeki önemini de vurgulayan güzel bir örnekti. Hakikate ulaşmak ancak onun için gayret etmek, onu tabiatta müşahede etmek ile mümkündü. Tanrı-âlem-insan bağlamı doğru bir şekilde ancak bu şekilde anlamlandırılabilirdi. Kısacası dağın yüksekliğini anlayabilmek ancak onun eteklerine tırmanmakla anlaşılabilirdi.
İbn Tufeyl felsefi görüşleriyle hem Doğu’yu hem de Batı’yı etkiledi. Onun Batı felsefesinin gelişimindeki etkisi bilhassa 1349 senesinde Hay b. Yakzan’ın Moise de Narbonne tarafından İbranice’ye tercüme ve şerh edilmesiyle başladı. Onun fikirleri başta talebesi Bitrûcî olmak üzere takipçileri tarafından sonraki nesillere aktarıldı. Hay b. Yakzan her ne kadar özgün bir esermiş gibi gösterilse de Jack Goody’nin Tarih Hırsızlığı adını taşıyan kitabında da ısrarla vurguladığı Batı merkezli “Tarih Hırsızlığı”nın bir neticesi olsa gerek, Daniel Defoe’nin Robinson Crouse adlı meşhur romanının da ana fikrini meydana getirmişti.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.