Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ferit Edgü'nün kırpıntı metinleri


Gayet iyi
Toplam oy: 235
Her bakımdan "özel" bir kitapla karşı karşıyayız...

Ferit Edgü'nün Kazâ Sözleri ve Öteki Metinler'i, Kırmızı Kedi'nin "888" nüsha serisi içinde yayımlandı. Bu seriden Edgü'nün kitabı dışında bir de Enis Batur'un Endişe Yengeçleri adlı eseri çıktı. Özel bir tasarımla ve 888 adet yayımlanan bu kitapların başka bir baskılarının yapılmayacağına dair bir ibare de kitapların sonuna eklenmiş. Her bakımdan "özel" (hatta Edgü'nün kitabından ilhamla "öz-el" mi demeliyiz) kitaplarla karşı karşıyayız.


Ferit Edgü, "BİRKAÇ SÖZCÜK"te bizi şöyle karşılıyor: "Bu kitabın içindeki tüm 'kırpıntı metinler' bir kazâdan doğdu. Hangi kazâdan, anımsamıyorum. Değişik dönemlerde, değişik yerlerde, değişik defterlere karalanmış bu sözcükler yığınını, 2005'e doğru, Bülent Erkmen'in dostça önerisiyle 'kitaplaştırmaya' başladık. Sanırım, benim sözcüklerimden çok, Bülent'in yaratısıydı söz konusu olan. Çünkü her bir kitap 'bilgisayar çıkışıyla' yalnızca 41 adet yayımlanıyordu. Tümü numaralanmış ve imzalanmış olarak. Bu serüven bir süre devam etti: yedi ya da sekiz kitap. Sonunda, Bülent değil, ben yoruldum; kestik. Bir kazâ sonucu doğan bu kırpıntılardan dördü, onları anımsayan dostum Enis Batur'un sayesinde, elinizdeki bu gerçek kitaba dönüştü. Hepsi bu."

 



Bir kazâ'dan geriye kalan bu kitap:
KAR
KAPKARA adı altında yirmi beş "Hecelemeler" ile başlıyor. Çoğu zaman bölündükleri heceden ayrı, birleşik ve bağımsız anlamlarla kurulan bu hecelemelerde anlamın farklılıklarına göndermeler yapılıyor:
"Göz yaş-
ları şiş
eler
silen de el-
silen de el"

Kimi zaman da heceler, sesin akislerine dönüşüyorlar.

"Hey bu yol-
da yalnız yürü-
yen şey

karşı-
dan dan dan
gelen de
en de en de
sen
giden de"

Bazen de bu hecelere görsellik yerleştiriliyor:
"Bir sol-
uk yaş-
ama"

İkinci bölüm "GÖRÜNTÜLER" adını taşıyor. Bu bölümde çocuklar, yoksullar, işçiler, kadınlar, anlık görüntüler ve hayvanlar kelimelerle belirli bir anda tıpkı fotoğrafları çekiliyormuşçasına, tam o andaki hikayeleriyle anlatılıyorlar:
"Balkonda akşam çayı.
Hasır koltuklar. Hasır masa üzerinde
gülkurusu pembe, işlemeli keten örtü.
Beyaz önlüğüyle, çay tepsisini getiren
evlâtlık. Limoge çay fincanları. Küçük
halkalar. Kurabiyeler. Küçük poğaçalar.
Kaşarlı simitler. Gül, çiçek ve vişne
reçelleri. Tüm bunlara bakan büyük hanım.
Tüm bunlara bakan büyük hanıma bakan
misafir hanım.
Kimsenin bakmadığı evlatlık ve yerde
debelenen üç çocuk (İki erkek bir kız)."


"PUSULALAR" başlık üçüncü bölüm, bir temizlikçi kadının sesinden, pusulalar bıraktığı, evini temizlediği Memet abi'nin hayatının ve aralarındaki ilişkinin bize aktarılmasından oluşuyor:
"Memet abi dolaptaki sütün tarihi geçmiş
içme ölürsün" ile başlayıp:
"Ah Memet abi ah
gene görüşürüz gün ola harman ola" ile biten bir pusulalar tarihi aynı zamanda.


(Devamı var) başlıklı son bölümde “KAZÂ SÖZLERİ” var. Aforizmalardan yazarlara, eserlere sözlere doğru birer kırpıntı halinde bu metinler.


Ferit Edgü'nün kitabı, birçok "magnet"in farklı şekillerde bir araya getirilebilecek hallerini anımsatıyor. Her bir yeniden karşılaşmada farklı bütünleri meydana getirecek "bütün"ler bunlar.

 

 

 


 

 

Görsel: Seda Mit

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.