Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gitanjali: Yakarışlar


Zayıf
Toplam oy: 1410
Rabindranath Tagore
Kırmızı Yayınları

Neydi acaba onu bu engin gizeme gece yarısı ormandaki bir tomurcuk gibi açtıran kuvvet?

Coşku, tutku, sevgi, bilgi... Yaşamak için seçtiği kelimeleri. Öykücü, romancı, oyun yazarı, üç bin dolaylarında şarkı sözü yazarı ve beste sahibi bir müzisyen. Ömrünün son demlerinde yapmaya başladığı resimleriyle ülkesinde ve New York, Paris, Moskova, Berlin, Münih, Birmingham gibi kentlerde sergiler açmış bir ressam. Bengal dilinin değerli taşı, Hindistan’ın ulusal hazinesi. Çağdaş dünya edebiyatının önemli ismi Rabindranath Tagore. 6 Mayıs 1861’de Kalküta’da doğar. Varlıklı bir Brahman’ın 14. çocuğu olarak.  Hem geleneksel hem de yenilikçi bir ailenin ferdi olması onun edebiyat, resim, müzik, mistisizm, din, felsefe gibi alanlarda çok yönlü yetişmesine fırsat verir. Özellikle edebiyatla çocuk yaşlarda ilgilenmeye başlar ve ilk şiirini yedi yaşında yazar. 1878’de hukuk öğrenimi için İngiltere’ye gider, vazgeçer, geri döner. Sadece yazmak, yaratmak, üretmek, düşünmek, hissetmek, kendine gelmek, öğrenmek, kendini bilmek ve Tanrı’yı aramak için. Tanrı, doğa ve insana inanmak için... İlk romanını on dokuz yaşında yazar, oyunları hâlâ oynanmakta ve şarkıları Bengal dilinin konuşulduğu tüm ülkelerde Batı Hindistan’dan Burma’ya ağızdan ağıza dolaşmakta, şarkıları da şiirleri kadar güçlüdür.

“Bendeki şairin kibiri senin görünüşün karşısında solar gider. Ey en yüce şair, ayağının dibine oturmuşum. Yalnızca izin ver, sade ve düzgün kılayım yaşamımı, senin müziğinle dolduracağın bir kaval gibi.”

Bengal dili konuşanlarca yaşamı anlatan tek ermişleri olarak kabul edilen olan Tagore, insanı anlar ve bağışlar. Ondaki kötülüğün varlığını kabul eder. Ona göre kötülüğe meydan okunabilir ve hatta kötülük sevilebilir, başka bir güce dönüştürülebilir. Tüm bunları, olaylar, eşya ve dünya karşısında nasıl bir algı seçeceğimiz, yeryüzünde nasıl bir duruş benimseyeceğimiz belirler. Coşku, tutku, sevgi, bilgi...

Kırmızı Şiir Seri’sinden Aytek Sever çevirisiyle çıkan Gitanjali - Yakarışlar’ın ilk baskısı 1910’da Bengalce yapılmış, 1912’de Tagore tarafından İngilizceye çevrilmiş. Bu baskıda Bengalce aslından alınmış 55 şiire ek olarak sekiz farklı kitaptan alınan şiirler de var. Kitabın önsözündeki William Butler Yeats’e kulak vermekte fayda var. Hem okur hem de Batı’nın savaşmak üzerine kurulu düzeniyle yaşamaya çalışan kişiler olarak. Üç bölümden oluşan “Tagore İçin” adındaki önsözün çevirisi ise Ülkü Tamer’e ait. Hoş bir sürpriz.

Şöyle diyor Yeats ve halimizi ne de güzel özetliyor.

“Şiirlerinin çokluğu yalınlığı geldi aklıma. ‘Bizim işlerimiz o kadar çok ki,’ dedim, ‘özellikle benim ülkemde, sonunda yoruluyoruz, ne kadar çabalasak artık yaratamaz oluyoruz. Yaşamımız sürekli bir savaş olmasaydı, iyiyi kötüyü anlamazdık, bilmezdik; dinleyiciler, okurlar bulamazdık. Çalışma gücümüzün beşte dördünü ya kendimizin ya da başkalarının düşük beğeni düzeyiyle çarpışarak harcıyoruz.’”

Yeats’i, Tagore’un pek çok sözü gibi şu dizeleri de destekliyor.

“Şimdi sessizce, seninle yüz yüze, oturma vaktidir –yaşama adanmışlığın şarkısını söyleyerek, burada, bu öylesine suskun ve kendinden taşan aylaklığın ortasında.”

İnsana ait olanı, tüm zaaf, zayıflık, çirkinlikleriyle birlikte yanıtlar Tagore. İnsani soru ve sorunlar onun eserlerinde çözülüdür, çözülür. Ayrıca yurt sevgisiyle doludur. Gandhi ile yakın arkadaş olan Tagore özgür bir yurt olması için Hindistan’ın İngiliz emperyalizmi boyunduruğundan kurtulması için ılımlı bir tavırla uğraş verir. Onun için özgürlük, zihnin korkusuz, başın dik, bilginin özgür, sözcüklerin hakiki, aklın berrak olduğu, dünyanın kısım kısım ayrılmadığı, çabanın yetkinliğe dönüştüğü ve zihnin senin tarafından sürekli genişleyen düşünce ve eyleme doğru yönlendirildiği yerdir. Ülkesinin böyle bir yer olması için yakarır Gitanjali’de.

“İşte o özgürlük cennetine, Tanrım, sen benim ülkemi uyandır”.

Yeats, Tagore’u Hint uygarlığına benzetiyor.

“Tagore. Hint uygarlığına benzer bir bakıma: o ruhu bulmakla yetinip kendini içtenliğe bırakırken, biz, savaştığımız, para kazandığımız, kafalarımızı politikayla doldurduğumuz gibi, oturur, uzun, tatsız kitaplar yazarız, tek sayfası bile insana yazma isteği vermeyen kitaplar... Tagore, bizim gibi yaşayan çoğunluğun yaşamıyla karşılaştırıyor kendi yaşamını; ama aradaki değişikliğe de saygı gösteriyor. Kendisi için en iyi yolun bu olduğunu söylüyor sade.”

Her gün Tagore okuyan bir gün gelir ateş üstünde ya da su yüzeyinde yürüyebilir. Mümkün.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.