Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

'Her şey hâlâ ölümcül...'


Vasat
Toplam oy: 1065
Klaus Mann
Turkuvaz Kitap

“Bütün bunlar ancak yavaş yavaş oluşan kanunlara bağlı şeyler. Bugün, mesela, kıskançlık ne durumda? Ve insanların kurduğu bağlar gerçekten eskiden olduğundan daha mı gevşek, yoksa o sahiplenme hissinin zorlaması ortadan kalkmaya başladığı için mi öyle görünüyor? Bence bu bağlar sadece daha gevşekmiş gibi görünüyor. İş ciddiye binerse her şey hâlâ ölümcül.”

Geride bıraktığımız yüzyılın ilk yirmi yılında biçimlenen karmaşaya odaklanmış Sonsuzda Buluşma. 1917 Ekim Devrimi’nin insanlığa umut veren varlığının ardından, Hitler faşizmi de tüm dünyayı tehdit ederek hızla yaklaşmaktadır. Bütün bunlar Avrupa’ya nasıl yansımıştır? Klaus Mann, Sonsuzda Buluşma’da, yarattığı bohem karakterlerle, dünyanın içinde bulunduğu  karmaşa arasında ilişki kurmuş. Zira dünyanın alt üst olduğu, değerlerin yer değiştirdiği zeminde biçimlenenler, yazarın özellikle altını çizdiği toplumsal gerçekliğe denk düşmüş. Söz konusu karmaşayı, yaşamın ağırlığını alabildiğine hafif zararlarla atlatma konusunda başarılı olan üst sınıflar ve temsil ettikleri toplumdan uzaklaşmış sanat çevresiyle boşuna ilintilendirmemiş Mann. Gelecek imajının iyice bulandığı karmaşada savrulan insanların dünyasına projektör tutan yazar, aynı bulanıklığın başka bir anlatımı olan iflas etmiş yaşam örneklerini yarattığı karakterler üzerinden sergilemiş.

Dansçı Gregor, oyuncu Sonja, Doktor Massis, Do, Sabastian ve diğer figürlerin yanısıra para tüccarı “ihtiyar” Geheimrat Bayer (W. B)’la tanıştığımız kitapta, başlangıçta ayrı ayrı gelişen olaylar giderek birbirine bağlanacaktır. Söz konusu olaylar, ayrı zaman ve mekanlarda gelişse de, anlatılan hayatları birbirine bağlayan neden-sonuç ilişkileri vardır.Yaşamların bir çıkmaza girdiği, aşkların acıyla sonlandığı, umutsuzluğun kol gezdiği bir dönemdir anlatılan. Tanık olduğumuz olaylar da bunu fazlasıyla anlatırlar.

Hakim sınıfın yüzü...

Kariyer ve ün peşinde koşan biri olarak tanıştığımız Gregor, genç, güzel, ünlü kadın avcısı W.B, insanların yaşadıkları dramları kullanan Doktor Massis birbirlerine yakın karakterler olarak çıkarlar karşımıza. Zira koşulların realitesi ve seyri açısından da bir hayli etkili tiplerdir. Stefan, onun eski sevgilisi Do ve oyuncu Sonja ise yaşamın öbür yüzünü temsil ederler. Öncekilerin aksine acı çeker, insan olmanın önündeki engellere karşı güçlü mücadele veremeseler de sorgularlar.. Tam bir karşıtlık halinde olmayan, topluluğun ilişkisine tanık oluruz. Düşenleri Doktor Massis’in avucunda görürüz. Bunlardan biri de Do’dur. Bir tür günümüz politikacılarını, sosyal demokratlarını çağrıştıran bir tipi çağrıştırsa da, daha çok kinik, ama kinizmin de ötesine geçmiş çıkarlarını gözeten biridir Massis; “ Çoğu zaman alaycı bir gülümsemeyle, görüşü tutarlı bir Marksizmden farklı olan herkesi sindirirdi. ‘Karl Marks diye birinin adını duydunuz mu hiç? Tarihsel Materyalizm size yabancı mı? Cık cık. Ama bakın bunlar kolayca öğrenilebilir şeylerdir’... Doktor alalade bir şey söylermiş gibi Lenin’den alıntı yapardı: ‘Fakat çok rica ederim,-özgürlükmüş, bunlar kapitalistçe peşin hükümlerdir, ben sizi bilhassa uyarmıştım idealizmin bunu gibi saçmalıklıklarına karşı. Ama bireyin değeri de ne demek oluyor? Bakın beni tedirgin etmeye başlıyorsunuz. Adam adamdır diyor yaşayan tek büyük şair- demek ki, en geç on beş yıl sonra, Rusya on beş yıllık planın uygulamasını bitirip de yeni dünya savaşına girdiğimiz, ardından da komünizm geldiği zaman...’ İnsan onu bağlayacağı bir konu bulduğunu sanırdı: Marksizm, orası kesindi. Fakat, bir de bakardınız, çok geçmeden gizemli bir göz kırpma eşliğinde, o kadar kolay yakalanayacağını gösterirdi. Politik görüşün arkasında, teolojik dediği görüş açılırdı.”
Sonja’yla , W.B, birbirleriyle mücadele halindedirler. W.B’nin, “küçük, gri, haince neşelenen yüzü”nün ardında “hakim sınıfın” yüzü vardır. Altlardan gelen çalkantının yüzeyde yansıması gibidir izlediğimiz yaşamlar. Diğer bir yandan da, tek tek her bir karekterin iç dünyası, kişilik yapısı gerçekliğin başka bir örüntüsüdür.

Bir yerlerde biri olmalı...

Daha çok karakterlerin mevcut gerçekliği sorgulaması üzerine kurulan, iç diyaloglar ve ilişkilerin niteliği ölçüsünde takip ettiğimiz kitap, her bir olayı, ilişkiyı ve yaşantıyı ayrı ayrı zamanlarda çıkaracaktır karşımıza. Bir sözcük, bir davranış, kişilerin yaşamlarının yönünü değiştirmesine yeter. Tabi, söz konusu değişikliğin uzun bir sürecin ürünü olduğunu söylemeye gerek yok. Zaten bunu da kısa geriye gidişlerle takip ederiz. Gençlik, geleceğin çıkmazı çevresinde dönerken, umutsuzluk, kişilerin geldikleri son nokta olarak belirginleşir.

Yani, dünyada bir çılgınlık yaşanmaktadır. Büyük yitimlerin yaşandığı trajediler söz konusudur: “Ah, aklıma sadece geçenlerde bir gazetede okuduğum tüyler ürpertici bir haber geldi de... ‘Amerika’da üç delikanlıyı, yaşlı bir adamı öldürdükleri için elektrikli sandalyede idam etmişler -adam eczacı mıydı, manav mıydı, her neyse- bütün duruşma boyunca ağlamış üç genç, biliyor musunuz: durmadan ağlamışlar -öyle ki, millet onlara ağlayan bebek haydutlar adını takmış eğlencesine. Evet, böyle eğlenceler de... bu üç ağlayan genç katil üzerine konuşabileceği herhangi bir insana –herhangi birine- özlem duydu. Bu çocuksu sanıkların feryadını paylaşma yoğunluğu, gözüne bir insanın bizzat ona yakınlığının ya da uzaklığının ölçüsüymüş gibi göründü. Bir yerlerde biri olmalı.”

Thomas Mann’ın oğlu olan yazar Klaus Mann’ın hayatından izler taşıdığı da söylenen Sonsuzda Buluşma, başat karakterlerden biri olan dansçı Gregor Grogori’nin, yazarın Mefisto adlı eserindeki roman kahramanı Handrik Höfgen’in oluşumunda da önemli bir rol oynadığı saptanmış. Her ne kadar, Gregor romanda yer aldığı haliyle konformist, kariyerist emellerine ulaşsa da, yaşanan ruhsal ve yaşamsal sefaletten önemli ölçüde payını alacaktır. Hitlerin yükselmesine temel teşkil eden ekonomik bunalım, işsizlik, önemli ölçüde belirlediği yaşamları hızla, her türden yok oluşa doğru sürüklemesi bir yana, cinsel tercihleri farklı olanların yanısıra, daha bir çok “normal” olmayan eğilimleri dışlamış, aşağılamıştır.

Felaketin sadece bir yüzü olan söz konusu durumun, toplum üzerindeki etkisini karakterler üzerinden daha net görürüz. Kaçış yollarından biri olarak karşımıza çıkan uyuşturucu kullanma eğilimi de aynı koşulların bir yansımasıdır sadece: “Vücudu yok olmuştu. Ben’i artık onun değildi. Bilincini kesinlikle kaybetmiş olmayan, daha ziyade, acı verecek kadar kuru bir berraklık halinde bulunan Ben, rüzgarlarla bir yerlerde çırpınıp duruyordu. Sarhoşluk değildi bu, sarhoşluklar zararsızdır, morfinin bize verdiği o tatlı huzurla da hiç ilgisi yoktu. O kadar dehşet verici bir şeydi ki, dünyevi hiçbir şeyle karşılaştırılabilir değildi. Varlığımızın temeli olan bağlar ortadan kalkmıştı. Ben ile Beden arasındaki ilişkiye olanlar olmuştu. Birey –bir yanılsama. Ezeli bölünme, kaosun içine sıçrayış. Kaosun içine düşüş, nihai yıkım. Cehennemi andıran bir şizofrenliği olan bi girdabın orta yerinde geriye kalan sadece ölüm korkusuydu.”

Tüm anlatılanlardan yola çıkarsak, yirminci yüzyıl insanından bugünün insanına doğru yönelebilir, “Ben ile Beden arasındaki bölünmüşlüğü”ü anlayabiliz. Zira dün olduğu gibi bugün de buna çok ihtiyaç var.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.