Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Her Şey Olup Bitmeden Bir Gün Önce...


Gayet iyi
Toplam oy: 156
Devrimden Önceki Gün, Ursula K. Le Guin’in bir bilimkurgu klasiği haline gelen Mülksüzler romanındaki Devrim’e önderlik eden kadın lider Odo’nun bir gününü anlatır. Mülksüzler’den ayrı olarak ama onunla aynı sene, 1974 yılında yayımlanan, Türkçeye ise geçtiğimiz ay kazandırılan kitap, devrimci liderin bir günü üzerinden Odo felsefesini ve devrim öncesi toplumsal atmosferi, yaklaşmakta olan değişimin ipuçları bakımından anlatıyor.

Ursula K. Le Guin’in 1974 tarihli romanı Mülksüzler’in ütopik bilimkurgu romanları içinde kendine has bir yeri var. Roman, toplumsal ve siyasi açıdan iki farklı dünya tasavvuruna karşılık gelen ikili dünya sisteminde geçiyor. Bunlardan biri Urras, kapitalist ekonomik düzeni temsil ediyor. Eşitlikten uzak, pratik fayda güden, çıkarcı sistemin egemen olduğu Urras, zengin olsa da mutsuz insanların ülkesi. Çatışma ve ayakta kalma hırsı insanları ele geçirmiş. Bunun tam karşıtı Anarres ise kurak, verimsiz topraklara sahip olmasına rağmen üretimde dayanışmanın egemen olduğu, eşitliğe dayanan bir sisteme sahip. Anarres’te yaşayanlar doğanın parçası olduklarını biliyor ve ona uygun hareket ediyor. Cinsiyetler arası ilişkilerden aile düzenine hiyerarşinin ortadan kalktığı anarşist bir düzen Anarres’in düzeni.

 

Mülksüzler’de anlatılan anarşizm Le Guin’in sözleriyle “cebinde bombayla gezmek, yani terörizm anlamında bir anarşizm değil, zira kendini hangi isimle yüceltmeye çalışırsa çalışsın bunun adı terörizmdir. Aşırı sağın sosyal-Darwinci ekonomik “liberteryanizmi” (özgürlükçülük) anlamında bir anarşizm de değil. İlk ifadesini erken Taocu düşüncede bulan Shelley, Kropotkin, Goldman ve Goodman tarafından yorumlanan anarşizm”. Le Guin’in Mülksüzler’de resmettiği ve Odoculuk adını verdiği bu anarşizmin yöneldiği tek hedef otoritenin kendisidir. Temel ilkesi ise dayanışma ve işbirliğidir. Bu nedenle siyasetten öte doğal bir yaşam biçimi olarak öne sürülür.


Gelenekten kopmamış bir devrimci
Mülksüzler’in, romanda geçen olaylardan çok önce yaşamış ancak Anarres’in üzerindeki tesiri her daim hissedilen devrimci lideri Odo, Odoculuk denilen toplumsal düzenin kurucusudur. Odo erkek egemen dünya karşısında kadın lider olarak ayrıca değerlidir. Mülksüzler’den ayrı olarak orijinal dilinde yine 1974 yılında yayımlanan, Türkçeye ise geçtiğimiz ay kazandırılan Devrimden Önceki Gün, Anarres’in anarşist önderi Odo üzerine bir metin. Kitap devrimci liderin bir günü üzerinden Odo felsefesini ve devrim öncesi toplumsal atmosferi yaklaşmakta olan değişimin ipuçları bakımından anlatıyor. Kitap, resimli olması bakımından da dikkat çekici. Bu edisyonda kullanılan resimler, ilk olarak Nordica Libros’un hazırladığı İspanyolca baskıda yer almış. Sosyalist ve anarşist filozoflardan Ursula Le Guin’in kendisi kadar ünlü figürler, kitaptan vurucu cümlelere de yer verilerek, resmedilmiş.
Kitap, asıl adı Laia olan Odo’nun Yönetim Meydanı’nda çıkan arbedede öldürülen eşine dair hatıralarıyla başlıyor. Geçmiş ile şimdi arasında gidip gelen cümlelerle Odo yaşamının bir tür muhasebesine girişiyor. “Altı yaşında, on altı yaşında, gözü kara, huysuz, hayalleriyle büyüyen, dokunulmamış, dokunulmaz küçük kızdı. Kendisiydi. Ve yorulmak bilmez işçi ve düşünür, sevgili, yaşamın dalgalarında kulaç atan âşık”. Hücrede geçirilen yıllar, yazdığı bildiriler ve kitaplar tesadüf değildir. Toplumsal koşullar Odo’yu çocukluğundan itibaren başka bir dünyanın imkânına inandırır. “Daha dünyadan bile haberi yokken hissetmişti bunu, ilk bildirisini yazmadan önce, altı yaşındaki diğer çocuklarla birlikte, kabuk bağlamış dizlerinin üzerine çöküp kaldırımlarında misket yuvarladığı River Street’in ötesine geçmeden önce, daha o zamandan biliyordu. O ve diğer çocuklar ve onların aileleri ve sarhoşlar ve fahişeler ve bütün River Street bir şeyin zeminiydi; temeliydi, gerçekliğiydi, kaynağıydı”.
Odo her ne kadar devrimin öncüsü olsa da gelenekten tam anlamıyla kopmuş değildir. Ona göre devrim her şeyden önce bir zihniyet devrimidir ve bu yeni zihin gençlerde kendisinden daha fazla görünürdür. Bunun en iyi örneği olan Odocu evler, değişimin manzarasını resmeder. Odo’nun lider olduğu için Ev’in en geniş odasında tek başına kalması, bizzat kendisinde rahatsızlık yaratır. Ona göre, seçkincilik ve lidere verilen aşırı ayrıcalıklar hemen ortadan kalkamaz. Büyük dönüşümler zamana ihtiyaç duyar.
Hayal etmeye ve yazmaya devam
Odocu dönüşümün en önemli ilkesi mülksüzlüktür. Ona göre, sahip olma güdüsü ve sahip olunanlar üzerinde kurulan iktidar kırılmalıdır. Çünkü mülkiyet iktidarı getirir, iktidar tahakküm ve eşitsizliği. Bedenden cinsiyete, eşyadan toprağa her türlü mülkiyet ortadan kaldırılmalıdır. Odo’ya göre otoritenin yokluğu sanılanın aksine düzensizlik getirmeyecektir. Özgürlük, disiplin ile birlikte var olabilir. Ancak düzenin adamları böyle düşünmez. “Fal taşı gibi açılmış gözlerle sorarlar ‘Medeniyeti çamura gömmek mi senin niyetin?’” Odo izah için senelerini verir, ancak yine de anlaşılmaz. Oysaki çürüme her yeri sarmıştır. “Sahip olduğunuz tek şeyin çamur olduğunu düşünün, eğer Tanrı’ysanız bu çamurdan insan yaratırsınız, eğer insansanız, içinde insanların yaşayabileceği evler yaratırsınız”.
Le Guin’in Mülksüzler’de yazdığı Anarres’in anarşist düzeninin felsefi temellerini - işbirliği, kolektif çalışma, bireysel iradeye verilen değer, sevgi üzerine kurulan toplumsal ilişkiler vb. - Devrimden Önceki Gün’de buluyoruz. Kitap, Mülksüzler’e giden sürecin ipuçlarını vermesi bakımından değerli. Le Guin, yazdığı ütopik eserlerde bireyin içine hapsolduğu kalıpları hayal gücünün yardımıyla kırıyor ve yeniden inşa ediyor. Ona göre somut verilere dayanmayan ütopya gerçeğe yönelen bir eleştiri ve bu nedenle daha samimi. Gerçekleşmesi mümkün olmasa da hayal etmeye ve yazmaya devam etmek, olası dünyaları umutla düşlemek hususunda Le Guin ışığını göndermeye devam ediyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.