Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Homeros cover ft. Odysseus


Gayet iyi
Toplam oy: 1608
Homeros'un bilinmeyenlerle dolu yolculuk güzergahı, Zachary Mason için kontrollü bir kaosu anlatmada kullandığı bir mikroevrene dönüşmüş. Mason, metaforik bir insansız hava aracı gönderiyor Odysseus'un peşinden.

Her oluşun ve olayın arkasındaki matematiği görebilen beyinlerine tutkun olduğum, –bazen yüzlerine, bazen içimden- “ah keşke biraz da edebiyatın tahmin edilemez olasılıklarına fırsat verseler,” dediğim insanlar vardır. Zachary Mason işte bu ikisi bir arada insanlardan. Mesleği, yapay zeka programlama olan Mason’ın ilk romanı Odysseia’nın Kayıp Bölümleri, algoritmik bir kurgu ile hikaye anlatıcılığını birleştirirken, bir üst-zeka kavramının olabilirliğini sorguluyor. Ortaya, mitolojideki metis kavramına selam çakan, yazarın başkahramanına yoldaş olduğu bir kitap çıkmış. Homeros’u, hatta Azra Erhat’ın Mavi Anadolu’sunu okumamış, efsanevi Ercüment Atabay’dan “Mitoloji 101” dersi almamış olsanız dahi, Odysseia’nın Kayıp Bölümleri’nin arasında kaybolmaktan çok keyif alacağınıza eminim. Kitaptaki Borges ve Calvino etkisi, farklı seviyeleri olan bir bilgisayar oyunu etkisine paralel. Ve bu dâhiyane bir karışım. Yazarın iradesi ve başkahramanın edebi geçmişi arasındaki çekişme ise yaratıcı yazı için stratejik taktiklerle dolu.

 

Meğerse Homeros’un anlattıklarından bildiğimiz Odysseia, efsanenin tek metni değilmiş. Fresklerde, mezar çömleklerinde, papirüslerde 44 kısa varyasyon daha keşfedilmiş. Odysseus, kendisi hakkında hikayeler uydurmuş ve bunları gittiği yerlerde anlatmış ve yalanlarından biri Homeros’un Odysseia’sı olarak tanınmış. İlyada, stratejik savaş hamleleri ve taktiksel yorumlar içeren bir satranç oyununun el kitabıymış. Odysseia ise, oyun bittikten sonra taşların kendi başlarına kuralsız ve dağınık kaldıklarında ne olacağını anlatan bir satranç kitabı parodisiymiş. Zachary Mason, bu açıklamasıyla okura tuzak kuruyor olabilir. Hikaye uydurma, ikna etme ve kandırıkçılığıyla namlı Odysseus gibi bir karakterin kontrolünü ele geçirmiş, “Bir bilmecem var okurlar!” diye meydan okuyor koca Homeros’a.

 

 

Odysseia’nın Kayıp Bölümleri, tıpkı kapak görselindeki Penrose basamakları arasında çıkışsız kalmış figür gibi bir döngüye hapsediyor Odysseus’u. Her bir bölüm, Odysseus’un Troya kıyılarından İthake’ye ve karısı Penelope’ye geri dönüş yolculuğunun yeniden anlatımı. Her eve varış farklı bir Penelope demek. Her farklı Penelope, farklı bir Odysseus demek. Yolculukları esnasında anlattığı hikayelerle hem kendini hem kaderini değiştiriyor Odysseus. Önce bir bilmece gibi başlayan bu başa sarmalar, okudukça, son derece hüzünlü bir kayboluş destanına dönüşüyor.

 

Tekrar, yazının başında söz ettiğim matematiği hikaye anlatıcılığıyla birleştirmeye yarayan bir teknik ve bir akış silsilesi. Tekrar kavramı, aynı zamanda güçlü imgelerle de destekliyor hikayeyi: Penelope’nin dokuduğu kumaşta, Agamemnon’un Troya’nın izdüşümü bir yeraltı şehri inşa etmesinde, Akhilleus’un topraktan bir taklidinin yapılıp ona can verilmesinde, yıllar sonra Akhilleus’un kalkanının düzinelerce taklidinin turistik tezgahlarda satılmasında özellikle etkisi hissediliyor. Mit, varlığını zaman içindeki ebedi tekrarına borçlu. Olaylardan ziyade, olayların yeniden anlatımı ve yeniden anlatımların yeniden anlatımı hatırda kalıyor. Bu nedenle, hakikatten uzaklaştıkça, şimdiki zamanı yaşayabilmenin aslında sahip olunabilecek en büyük üstünlük olduğunu kanıtlıyor.

 

Mitolojik karakterler, defalarca ölüp defalarca yaşarlar. Ancak kendilerine bahşedilen karakterleri kaderleri olur. Hikayesi üzerine ne kadar varyasyon yazılırsa yazılsın Odysseus kendi mitolojisinde tutsaktır. Misal, bir satranç taşı olsa, tek işlevi kendi karesine geri dönmeye çalışmak olacaktır. Mason, ne kadar çok ikiz-benlik ortaya çıkarırsa çıkarsın, Odysseus’u kurtaracak bir yabancılaşma etkisi yaratamaz. Odysseus’un postmodernizme karşı bağışıklığı vardır, etkilenmez.

 

Kim orijinal? Kim cover?

 

Zachary Mason’ın tekrara dayalı metnini, müzik terminolojisiyle bir Homeros “cover”ı olarak değerlendirebiliriz. Burada Homeros’un orijinal metninden sapmaları tespit için kafa yormak beyhude olacaktır. Hem emin olabilir miyiz orijinalliğinden? “Yabancı” adlı bölümde Odysseus’un Troya sahilindeki kampta kurulu çadırına bir yabancı girer. Hayat hikayesini, kimsenin bilemeyeceği detaylara kadar anlatır ve Odysseus’a sorar: Kimim ben? Odysseus, yabancının aslında kendisi olduğunu anlar. Hayatı işgal edilmiştir. Yıllar sonra yabancıyla tekrar karşılaştığında adam İthaka Kralı ve Penelope’nin kocasıdır. Odysseus’a der ki: “Bence ikimizden biri daha mutluysa, o da zaruretlerinden kurtulmuş olan sensin”. “Helen’in Görüntüsü” adlı bölümde, Helen’in göz kamaştırıcı güzelliği yüzünden kimsenin onu tasvir edemediğini fark eden Odysseus, Penelope ile yer değiştirmesine yardım eder. Böylece Paris’in kaçırdığı kadın aslında Penelope’dir ve kaçarken aklında “aşktan ziyade başka bir hayat ihtimali” vardır.

 

Hayat, bir başkasının anlatığı bir hikayenin kahramanı olarak sürer. Anlatıcınızın kim olduğunu bilmediğiniz sürece, uzakta bir ses ve soyut bir varlık olarak kaldığı müddetçe, hayatınızın efendisi sizsiniz. Ama anlatıcınız belliyse, yanılsamalardan ibaret olan sonsuz olasılıklar ortadan kalkar ve hayatınız tek bir aklın kısır yaratısı olarak kalır. Ya anlatıcı, belli bir noktada tatmin olur ve susarsa? O zaman, ölmemek için, kendi hikayenizi anlatmaya başlamalısınız, gerekirse başka hikayelerde baştan doğmayı göze alarak.

 

Coğrafya, geometrik mükemmellik

 

Homeros’un on yıl süren, bilinmeyenlerle dolu yolculuk güzergahı, Zachary Mason için kontrollü bir kaosu anlatmada kullandığı bir mikroevrene dönüşmüş. Mason, adalar coğrafyasına bugünün bilgisiyle yaklaşıyor, neredeyse metaforik bir insansız hava aracı gönderiyor Odysseus’un peşinden. “Bir Oyun Tutanağı” adlı bölümde ise, coğrafyaya hâkim olmayı tanrısal bir öngörü kabul ediyor. Tanrı yaratısı geometrik mükemmellik, insanların günahları ve çağların yozluğuyla bozulmuştur.

 

En basit haliyle, Troya Savaşı, “Vay bizim Helen Yengemizi ne hakla kaçırırsınız” bahanesiyle Agamemnon’un ganimet toplama fırsatı yaratmasıdır. Yine en basit haliyle, Troya’nın düşüşü, Anadolu’nun Avrupa Birliği yolculuğunun ta o zamandan lanetlenmesidir. Tabii bunu Kasandra bile göremedi. Görseydi ve bizi uyarsaydı, Anadolu’nun hikayesi farklı olur muydu?

 

 


 


* Görsel: Burak Dak

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.