Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hüzün ve öfkenin Şakıyan Sessizliği: Siyah Amerikalıların Şiiri


Şahane
Toplam oy: 120
Afro-Amerikan Şiiri, hem Batı hem de Doğu şiirlerindeki sembolik temsillerle dolu, oldukça düzenli bir metin geleneğinin aksine, zaman içinde sürekli olarak gelişen zengin bir sözlü gelenekten köken bulmuştur. Sözlü gelenekle ilişkili deyim ve esneklik bu tür şiirleri gerçekten eşsiz kılar. Sözlü gelenekler ve hikaye anlatımı Afrika’dan gelen köleler için birincil öneme sahipti. Başlangıçta, sözlü öyküler Afrika anavatanından gelen kültürel gelenekleri korumak için kullanıldı ve zorla yer değiştirme sorunları arasında süreklilik sağlandı. Paylaşılan müzik besteleri, kölelerin herkesin anlayabileceği tanıdık dilsel yapılar, jestler ve tematik içerik oluşturmasına izin vererek iletişim ve kültürel konsolidasyonu kolaylaştırdı.

Ah Özgürlük, ah Özgürlük,

Ah Özgürlük, üzerimde benim!

Köle olmadan önce ben

Mezarıma gömüleceğim,

Ve eve Rabbim’e dönüp özgür olacağım!

 

Martinikli usta şair Aimé Césaire Sömürgecilik Üzerine Söylev’inde “kendi yarattığı problemleri çözmekten aciz olduğunu ispat etmiş bir medeniyet, çökmüş bir medeniyettir” der ve ekler: “En hayati sorunlarına göz yummayı seçmiş bir medeniyet hasta bir medeniyettir.” ABD’de yaşanan son olayların ışığında gerçek şu ki; Batı Medeniyeti denilen şey ve özelde sömürgecilik arketipleri hortlamış Beyaz Amerikalılar ahlaken ve ruhen daha da savunmasızdır.

 

Gerçekten, kimsenin düzeltmeye gücünün yetmeyeceği ve çekilecek hiçbir cezanın bedelini ödeyemeyeceği günahlar vardır. Öz suları kurutulup tüketilmiş, kültürleri ayaklar altında çiğnenmiş, kurumları yerle bir edilmiş, toprakları zapt edilmiş, dinleri darmadağın edilmiş, muhteşem sanat eserleri yok edilmiş, olağanüstü kaynakları yağmalanmış Afrikalı siyahların trajik öyküsünden söz ediyorum. Charleston’daki plantasyonlarda, içlerine korkunun aşılandığı, kendilerine aşağılık kompleksine sahip olmanın, korkuyla titremenin, diz çökmenin, umutsuzluğa kapılmanın ve dalkavukça davranmanın öğretildiği milyonlarca siyah köleden bahsediyorum. Darmadağın edilmiş doğal ekonomilerden söz ediyorum, öncesinde yerli nüfusa adapte olmuş ve uygulanabilir olan ekonomilerden, tahrip edilen tarımsal mahsulden, sürekli olarak karşılaşılan kötü beslenmeden, ürünlerin, hammaddelerin yağmalanmasından söz ediyorum.

Afro-Amerikan şiiri Wheatley ile başlar
Bu tarihsel arkaplanda gelişen Afro-Amerikan şiir geleneğinin Phillis Wheatley ile başladığı yaygın olarak kabul edilmektedir. Batı Afrika, Gambiya’daki doğduğu köyden kaçırılan altı yaşında küçük bir çocuk köle olarak alınan Wheatley’in, Londra’da yayınlanan Dini ve Ahlaki Konulardaki Şiirleri, bir Afro-Amerikalı tarafından yayınlanan ilk şiir koleksiyonu olarak kabul edilmektedir. Üzücü kısa hayatı boyunca Wheatley, ulusal ve uluslararası düzeyde olağanüstü dilsel bilinci ve edebi yeteneği ile ün kazanmıştı. Phillis Wheatley eğitimli bir köle olarak rahat ve ayrıcalıklı durumuna yansıyan şiirler yazdı. Şiirleri kölelik ve evrensel eşitlik ahlaki meselelerini ele almaktan çok, dini özveri, vatanseverlik ve kurtuluş meselelerine odaklanmıştı. Wheatley, siyah bir kölenin de bu tür rafine şiirler yazabildiğini kanıtlaması için şiirlerini yayınladıktan kısa süre sonra mahkemeye çıkarılmıştı.
Afro-Amerikan şiirini neyin benzersiz kıldığını kesin olarak tanımlamak zor olsa da, farklı kültürel bağlamlardan eserlerle karşılaştırılması önemli bir içgörü sağlar. Batı geleneklerindeki şiirsel eserler, sembolizm sağlayan entelektüel ve mecazi dil, tutarlı bir kafiye ve metre parametreleri açısından Afro-Amerikan şiirinden önemli ölçüde farklılık gösterir. Batı geleneklerindeki şiirler sistemli, organize, bilgece, özlü ve semboliktir. Yüzyıllar boyunca gelişen Batı ve Doğu yazı stillerinin aksine, Afro-Amerikan şiirinin gelişimi çok daha yeni bir fenomendi. Bu durum, kölelerin okuma ve yazma yeteneğini engelleyen kısıtlamalardan kaynaklanmaktaydı. Güney Carolina için yazılmış olan 1739 Köle Kodu bu kısıtlamaları şu şekilde açıklıyordu:
“Bir köleye okumayı ya da yazmayı öğreten herkes için yüz dolar ve altı ay hapis cezası verilir. İsyan çıkarıcı literatürün dolaşımı için ise ölüm cezası verilir.”

Kimliklerini şiir ve şarkıyla korudular
Başlangıçta edebi kısıtlamaların isyancı fikirlerin yayılmasını engelleyeceği düşünülüyordu. Her ne kadar yasal sınırlamalar yazılı ifadenin 18. ve 19. yüzyıl köleleri arasında kullanımını ortadan kaldırsa da, şiirsel ifade hiçbir şekilde bastırılmadı. Okuma ve yazma konusundaki yaptırımlar aslında köleleri Batı ve Doğu şairlerini sınırlandıran yapısal kısıtlamalardan kurtararak Afro-Amerikan şiirinin ayırt edici özelliğini geliştirdi.
Afro-Amerikan Şiiri, hem Batı hem de Doğu şiirlerindeki sembolik temsillerle dolu, oldukça düzenli bir metin geleneğinin aksine, zaman içinde sürekli olarak gelişen zengin bir sözlü gelenekten köken bulmuştur. Sözlü gelenekle ilişkili deyim ve esneklik bu tür şiirleri gerçekten eşsiz kılar. Sözlü gelenekler ve hikaye anlatımı Afrika’dan gelen köleler için birincil öneme sahipti. Başlangıçta, sözlü öyküler Afrika anavatanından gelen kültürel gelenekleri korumak için kullanıldı ve zorla yer değiştirme sorunları arasında süreklilik sağlandı. Paylaşılan müzik besteleri, kölelerin herkesin anlayabileceği tanıdık dilsel yapılar, jestler ve tematik içerik oluşturmasına izin vererek iletişim ve kültürel konsolidasyonu kolaylaştırdı. Geleneksel kültürleri içinde, griot olarak adlandırılan hikaye anlatıcısı, köyün en saygın üyesi idi. Griotlar, kültürel mirasın tarihçileri ve koruyucuları olarak hizmet ettiler ve kabile efsanelerinin yayılmasıyla toplumsal kimliği katılaştırdılar. Geçmişteki kabile anlatıları gibi, Afro-Amerikan şiirindeki anlatılar da ortak bir ırksal ve toplumsal kimlik oluşturdu.
Afrika’dan yeni kıtaya taşınırken, kültürel etmenler ABD’de ortak bir deneyimle harmanlandı. Bu deneyim 18. yüzyılda 6-7 milyon kölenin yolculuğuyla başladı. Kaçırılan Afrikalılar birbirine bağlandı, genellikle çırılçıplak soyuldular ve yolculuk denemelerine giderken ya da bir sonraki köle gemisini beklerken, aylarca kalacakları taşınma noktalarına dek yürümeye zorlandılar. Zulüm, öfke, acı ve sağlık tehlikeleri düşünülemezdi ve yolculuk boyunca ölüm oranları olağanüstü idi. Kaçırılan Afrikalıların yakalama anından Amerika kıyılarına ulaşması bir yıl kadar sürebiliyordu. Hayatta kalanlar için fiziksel ve psikolojik hasar o kadar çoktu ki birçoğu hiçbir zaman tam olarak iyileşemedi. Depresyon, şok ve terörden kaynaklanan intiharlar yaygındı. Virginialı bir köle tücccarı satın aldığı 400 kölenin ertesi gün topluca intihar ettiklerini bildirmişti. Travmatik yolculuk sonunda hayatta kalanlar ise köle sahipleri için hızla bir statü ve eğlence kaynağı haline geldiler. Şarkı söyleyerek ve dans ederek efendilerini eğlendirmeye zorlandılar. Beyaz toplum tarafından zorlama ve tahakkümü temsil eden ifadeler, Afrikalı Amerikalılar için direnişi, isyanı ve kimliğin korunmasını eşit olarak temsil etti. Geçici ya da kalıcı olmama, genellikle beyaz sahipler tarafından göçe zorlanan kölelerin sürekli bir gerçeğiydi. Dinamik coğrafi kaymalar ve ölüm köleler arasında ırksal, toplumsal ve ailevi kimliğin somut gelişimini tehdit etti. Ailesel ya da toplumsal ilişkilerin değişmesi nedeniyle, köle şarkıları ve şiirler sosyal bağları korumaya çalışmış, böylece bir topluluk ve kimlik duygusunun korunmasını sağlamıştır. Emirleri uygulama zorunluluğunun neden olduğu hayal kırıklığı ve çaresizlik, beyaz egemen bir rejim altında kimlik kaybının bir tezahürüydü.
“Bazen annesiz bir çocuk gibi hissediyorum/Evden çok uzaklarda”
Afrikalı Amerikalılar sayısız kabile ve dilbilimsel geçmişten bir araya geldikçe, üstesinden gelinmesi gereken kültürel, dini ve dilsel zorluklarla karşı karşıya kaldılar. Çeşitliliğin getirdiği kültürel, dilsel ve sosyal engelleri aşmak için, şarkı ve dans yoluyla ortak bir iletişim aracı geliştirilmişti. Köle şarkılarının Afro-Amerikan kültüründeki önemi nedeniyle, çoğu Afro-Amerikan şiirinin oluştuğu temel haline gelmiştir. Jestler, dil çeşitliliği, tematik içerik ve bu şarkıların sosyal ilişkileri, Afro-Amerikan şiirinin de yaygın bileşenleridir. Sözler, örneğin, birbirinin yerine kullanılabilir ve sık sık tekrarlar görünür. Bu, kölelerin müzik besteleri içindeki dili daha iyi kullanmalarına ve anlamalarına izin vermiş olabilir. Sözlük basitleştirilirken, var olan kültürel bilgi fonları üzerinde bir kapitalizasyonu yansıtan ritmik kalıplar ve yaygın yerel diller daha fazla kullanıldı. Köleleştirilmiş Afrikalılar, benlik saygısını korumak, kimliklerini güçlendirmek, sahiplerinin inanç sistemlerini reddetmek, ataların geleneklerini korumak ve empoze edilen nesnelleştirme ve ötekileştirilmeyi reddetmek ve direnişi başlatmak için köle şarkılarını kullandılar. Köle şarkılarının ayırt edici teolojisi, sözleri, performans stili ve müzikal özellikleri, hayatta kalmalarının otantik gücü, ruhun olağanüstü şaşırtıcı esnekliği ve dayanıklılığı örnekleriydi. Köle şarkılarının temasını ve ahlaki doğasını yansıtan bir köle şarkısına örnek olarak, “Bazen Annesiz Bir Çocuk Gibi Hissediyorum” da gösterilebilir:
Bazen annesiz bir çocuk gibi hissediyorum,
Bazen annesiz bir çocuk gibi hissediyorum,
Bazen annesiz bir çocuk gibi hissediyorum,
Evden çok uzaklarda.
Bazen neredeyse ölmüş gibi hissediyorum,
Bazen neredeyse ölmüş gibi hissediyorum,
Bazen neredeyse ölmüş gibi hissediyorum,
Evden çok uzaklarda.
Gerçekten inançlı, gerçekten inançlı,
Evden çok uzaklarda.
“Mesih Alabama’da…”
19. yüzyıl boyunca, sanat formunun karmaşıklığını örnekleyen sayısız lirik kompozisyon geliştirildi. “Go Down Moses”, “Oh, Freedom” ve “Come by Heah, Lawd” gibi eserleri içeren altı binden fazla köle şarkısı kataloglandı. Köle şarkılarının tematik içeriği benzersizdi. Her ne kadar Batı bağlamlarında yaygın olan dini temaları kullansa da, İncil anlatıları genişletildi. Dini temalar en yaygın olmakla birlikte, genellikle bir konudan diğerine sıçrayan ayrık anlatılar kullanılarak atalar, kahramanlar ve ruh rehberleri tanımlanmıştı. Hıristiyanlık, bir kontrol mekanizması olarak hegemonik kullanımına rağmen köleler için bir sığınak haline geldi. Köleler bunu özgürlük ve eşitliğin gerçekleşebileceği bir “zihin durumu” olarak kullandılar. Hıristiyan temalarının şiir içinde kullanılması ve diğer sanatsal ifade biçimleri, bir başa çıkma mekanizması ve protesto aracı olarak hizmet etti. Afro-Amerikan şairler, geleneksel Avrupa Hıristiyanlık anlayışlarını karşı bir söylemle renklendirdiler, böylece köleleştirmenin sosyal ve fiziksel yıkıcı bağlarını aşabilirlerdi. Tanrı için ırksal bir kimlik söz konusu değildi. Meryem oğlu İsa’nın geleneksel Avrupa tasvirlerine meydan okunarak hikayenin kahramanlarının haysiyetini korumalarına izin verildi. Harlem Rönesansının en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilen Langston Hughes siyahların Amerikan toprakları tarihindeki trajik, acılı ve yorgun geçmişine iz düşüren pek çok şiir yazmıştır. Hughes’ün şiirlerinin tümü derin bir hüzün ve keder yüklüdür. Langston Hughes “Mesih Alabama’da” şiirinde şunları söylüyor:
Mesih karaderilidir
Sopayla dövülen ve kara:
Ah, aç sırtını kamçılara.
Annesi Meryem:
Güneyde dadıdır.
Tokadı yer susmazsa.
İsa’nın babası Tanrıdır:
Beyaz efendi yukarda
Haydi göster sevgini ona.
En kutsal gayrımeşru çocuk,
Kan kusuyor ağzından.
Karaderili Mesih
Çarmıha gerilidir
Eyaletlerinde Güneyin.


İnsanlığı keşfetmek için doğa ve din temalarını kullandılar
Afro-Amerikan şiirler kafiye ve metreye sahip Batı ya da Doğu şiirlerinin aksine, kafiyeli olmayan dizeler kullanır. Ayrıca, dizeler hece uzunluğunda önemli ölçüde değişiklik gösterir. Bu değişkenlik, doğal konuşma içindeki söylemsel esnekliğin açık bir tezahürüdür. Uzun zamandır devam eden yazılı geleneklerden beslenen şiirler okuyucuya göre entelektüel üstünlük pozisyonunu örneklerken, Afro-Amerikan şiiri sosyal eşitlik perspektifinden yazılmaktadır. İfadeler ayrıca ortak bir ırksal gelenek ve topluluk duygusu ortaya koymaktadır. Sanatsal ifadenin son derece alışılmadık ve eşitlikçi özelliklerine ek olarak, Afro-Amerikan şiiri, insanlığı keşfetmek için doğa ve din temalarını kullanır. Örneğin, Sterling Brown’ın “Ma Rainey” şiirinde, şair insanlığı doğaya aşağıdaki satırlarla ilişkilendirir: Gök gürledi şimşek çaktı ve fırtına yuvarlanmaya başladı Binlerce kişinin gidecek bir yeri yok. Sonra ben yüksek kimsesiz bir tepenin üzerinde durdum, Bir zamanlar yaşadığım yere baktım durdum.
Burada Afro-Amerikan halkının sıkıntılarını temsil etmek için fırtına gibi doğa unsurlarını kullanıyor. Amerika kıtasında tuzağa düşmenin neden olduğu hareketsizlik, “gidecek yeri olmayan binlerce köle” olarak tasvir ediliyor. Tepe, bir vaat yerini temsil ediyor gibi görünüyor ve dolaylı olarak Musa’nın halkını kurtardığı zaman tırmandığı dağı çağrıştırıyor. Langston Hughes da Afrikalı kültürel mirasını “Nehirlerden Sözeden Karaderili” şiirinde anlatıyor. Şiirde, “Nehirler bilirim: yeryüzü kadar eski ve insan damarlarındaki kan akışından daha yaşlı nehirler” diyerek uzun süredir devam eden bir geleneği simgeliyor. Kongo, Nil ve Mississippi gibi nehirlerden söz ediyor, bunların her biri farklı bir Afro-Amerikan kültürel mirasının yüzünü kapsıyor.
Yine, hem köle şarkıları hem de şiir içindeki tematik süreksizliklerin ya da şiirsel sıçramaların aşkın bir etki yarattığı da iddia edilebilir. Bu perspektif Emir Bereket'in (Amiri Baraka) şiirleriyle örneklenmiştir. “Tarih ve Kültürün Üç Modu” şiirinde, Amerika Birleşik Devletleri’ne bütünsel ya da farklı bir dünya görüşü sağlamak için ayrık stanzalar kullanıyor:
Kadınlar telefonları arayarak süzülüyorlar. Haritalar
gözyaşı döküyor
ve anneler ve kızları müzik öğretmenlerini dinliyor.
Ağır başlangıçlardan. Plantasyon,
öğreniyorlar
Amerikayı, konuşma ve ortak bir boşluk olarak.

Geleneksel Beyaz hâkimiyetine karşı Harlem Rönesansı
Stanzalar içinde Bekeret, ilişkilerin yukarıdan aşağıya yorumlanmasını sağlamak için telefonlar, müzik öğretmenleri ve plantasyonlarla ilgili parçalanmış sahneleri birleştirir.
Aslında, doğaüstü bir etki yaratan bu ayrık yapıdır. Doğal varyasyon, okuyucuya uzay ve zaman kısıtlamalarının ötesinde olduğu izlenimini verir. Uzamsal ve zamansal geçirgenlik, sırayla, okuyucuyu sayısız unsur arasındaki ilişkileri tanımlamaya zorlar ve kaçınılmaz olarak yeni bir bütünsel anlayışa yol açar. Özünde, ayrık stil, normal kronolojik ve sosyal kısıtlamaları aşan yeni perspektifler sağlar ve onu gerçekten eşsiz bir sanatsal ifade biçimi haline getirir. Sözlü geleneklerin bir uzantısı olarak Afro-Amerikan şiiri, hızla değişen bir dinamiğe sahip gruplar arasında sosyal bağları korumaya ve kimlik duygusu geliştirmeye hizmet etti. Bu sosyolojik etkiler dikkate değer olsa da, şiirin Amerikan toplumu üzerindeki genel etkisi gerçekten dikkat çekicidir. Geçmiş kültürel geleneklerin benimsenmesi Afro- Amerikan şiirini farklı kılarken, bu şiirler Amerikan toplumunda da sinerjik etki yarattı ve beyazların egemenliğindeki ayrımcılık kurumlarından da önemli tepkiler aldı. Yazdıkları dizelerle şairler, Anglosentrik Amerikan kurumlarının ayrımcı uygulamalarıyla yüzleşebildi ve reformlar yapabildi. Şiirin toplumsal bir değişim aracı olarak kullanılması, şairlerin geleneksel beyaz hakimiyete meydan okumaya başladığı Harlem Rönesansı sırasında başladı. Bu şiirlerden birincisi Claude McKay’ın “Öleceksek” şiiridir ve zalimlerinin zulmünü “çılgın ve aç köpekler” olduğunu söyleyerek anlatır. Daha sonraki dizelerde isyanı teşvik etmeye devam ediyor: Erkekler gibi, katil, korkakça bir güruhla yüzleşeceğiz, Duvara bastırılacak, ölüyor olacağız ama savaşarak!
“Kim istila etti Grenada’yı/ırk ayrımcılığından parayı kıran kim”
Kimliğin çatışan yönlerini tanımlamanın yanı sıra, bazı Afro- Amerikan şairler günümüz Amerikan toplumunda beyaz ve siyah sosyal sistemler arasındaki çatışmayı tanımlamaktadır. “Yarıbeyaz Üniversite Öğrencileri için Şiir”de Emir Bereket, kim olduklarını tanımlamak için mücadele eden karma ırklı çocuklar arasındaki çatışmayı ortaya koyuyor. Bu bireylere “siyah kalbinizde kim olduğunuzu ve bu görüntünün siyah mı beyaz mı olduğunu sorunuz” çağrısında bulunuyor. McKay’ın aksine, Bereket açıkça beyaz hükümet yetkililerinin tepkilerini provoke edecek şekilde adaletsizliğe başkaldırdı. Başkaldırısına, silahsız bir Afrikalı Amerikalının vurulmasını protesto eden “Amadou Diallo İçin 41 Ses, 41 Görüntü” adlı şiiriyle başladı. Ardından, Belediye Başkanı Giuliani’nin suçluluğunu açıkça vurgulamak için “Hassas Gelenler” ve “Giuliani’nin Kırk Bir Dizeye Aykırı Olarak Görevinden Alınması için Mütevazı Bir Öneri” yazdı. Sonunda, 11 Eylül bombalamalarına yanıt olarak “Birisi Havaya Uçurmuş Amerika’yı” başlıklı manifestosunu kaleme aldı:
Kim istila etti Grenada’yı
ırk ayrımcılığından parayı kıran kim
İrlanda’yı sömürge olarak tutan kim
Şili’yi, sonra Nikaragua’yı deviren kim
David Sibeko’yu öldüren kim, Chris Hani’yi,
aynı kişiler Biko’yu, Kabral’ı, Neruda’yı,
Allende’yi, Che Guevara’yı, Sandino’yu öldürenler
Kabila’yı öldüren kim, Lumumba’yı, Mondlane’i, Betty
Shabazz’ı, Prenses Margaret’i, Ralph Featherstone’u, Küçük
Bobby’yi harcayanlar kim
Mandela’yı hapse atan kim, Dhoruba’yı, Geronimo’yu,
Assata’yı, Mumia’yı, Garvey’i, Dashiell Hammett’i, Alphaeus
Hutton’ı
Kim öldürdü Huey Newton’ı, Fred Hampton’ı,
Medgar Evers’i, Mikey Smith’i, Walter Rodney’i,
Fidel’i zehirlemeye kalkanlar mıydı onlar
Vietnamlı’yı Bastırmayı deneyenler

Emir Bereket'in haykırışı: “Birisi havaya uçurmuş Amerika’yı”
Emir Bereket'in şiirleri temelde Afro-Amerikan şiirinin sinerjik gücünü yansıtan beyazların hegemonyasına bir tepkiyi kışkırtma yeteneğinin dışa vurumuydu. Batı bağlamlarındaki geleneksel parçalardan farklı olarak Baraka, caz ve ortak yerel ifadeler gibi siyah şiirin ayırt edici özelliklerini önemli bir tepkiyi çoğaltmak için kullandı. “Birisi Havaya Uçurmuş Amerika’yı” Emir Bereket'in sömürgeciliğin tarihini betimlediği bir görkemli haykırıştı. Baraka’nın anlatımı, okurların olayı hissetmelerine ve hayal etmelerine izin verir ve siyahların tarihindeki vahşet ve keder hakkında açık bir içgörü sağlar.
Her dönem kendi şiirini yaratır, tarihsel şartlar, her çağda, ancak şiirle ifade edilebilen ve aktarılabilen hamleler, meşaleyi alıp götürebilecek bir ulus, bir ırk ya da bir sınıf seçebilir. Siyah şairler tarafından yazılmış şiirler için ırksaldır eleştirisi getirilebilir. Afro-Amerikalı şairler ırksal protesto, ayrımcılığı protesto eden şiirler ya da diğer ırkçılık türleri hakkında yazmışlardır. Phillis Wheatley örneğinde olduğu gibi siyah şairler tamamen ırksal olmayan bir perspektiften şiirler de yazmışlardır. Sömürülmüş bir ırkta toplumsal olduğu kadar kültürel sarsıntılar da söz konusudur. Afro- Amerikan şiiri elbette işaret fişekleriyle doludur, öfkeyle doludur, isyanla doludur. Kapitalizmin yamyam doğasını ve şiirsel bilginin gücünü aydınlatmak için sömürgeciliğin sonuçlarına ilişkin yeni kavrayışlar ve sömürgecilik sonrası düştüğümüz çıkmazdan bir çıkış yolu hayal etmek için yeni umutlar sunar. Çağa temel eğilimini veren şiirsel hamle, devrimci hamleyle bazen aynı çizgiyi izler, bazen de ondan ayrı bir yol tutturur. Bugün ABD’deki, Antiller’deki, Afrika’daki, Avrupa’daki, geçmişteki ve şimdiki siyahlara, kölelere ve kahramanlara, dünyayı temellerinden sarsacak güçlü bir sesle haykırma imkanını verdiği için son tarihi gelişmeleri, başkaldırıyı yürekten selamlıyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.