Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İçimizdeki Kaplan


Zayıf
Toplam oy: 100
Uzun ve heyecanlı bir çağdaş masal türü olarak tanımlayabileceğimiz Kaplan ve Cambaz, doğunun sınırlarında, karlı ormanlarla tayga arasında bir inde doğan küçük bir kaplanın adımları eşliğinde ruha dokunan kişisel bir gelişim yolculuğunu anlatıyor.

Belli bir yaşa gelmiş, ergenliğe adım atmış her çocukta beliren bir istektir özgür olma, kendini kanıtlama ve kendi hayallerinin peşinden gitme arzusu. Bu dindirilemeyen merak ve sınırları aşma arzusu zaman zaman ebeveynler ile çocuk arasındaki çatışmanın odak noktası haline gelir. Artık büyüdüğünü düşünen çocuğun tecrübesizliği ile ebeveynlerin dış dünyaya karşı kazanılmış tecrübelerinin kavgasıdır bu.

 

Peki, nasıl davranmak gerekiyor? İşte bunun net bir cevabı yok. Bir kaplan olsaydınız bunun cevabı gerçekten basit olurdu. Çünkü artık bebeklikten çıkan bir kaplanın ilk asiliği, onun ailesinden uzaklaşacağının ve kendi hayat yolunu belirleyeceğinin sinyalidir. Tıpkı Kaplan ve Cambaz kitabında olduğu gibi.

 

Kitabın yazarı Susanna Tamaro’yu ülkemizde çok okunan Yüreğinin Götürdüğü Yere Git kitabından hatırlayacaksınız muhtemelen. Susanna Tamaro bir süredir çocuklar için hikâyeler kaleme alıyor.

Yetişkinlerin de seveceği bir kitap
Yazarın çocuklar için yazdığı kitaplardan biri de Kaplan ve Cambaz. Kaplan ve Cambaz genç okurlar için çok şey söylüyor. Her ne kadar kitap ilk gençlik dönemi okurlar için yazılmış izlenimi verse de edebi dili ve felsefik göndermeleriyle yetişkin okurların da seveceği bir eser.
Uzun ve heyecanlı bir çağdaş masal türü diyebiliriz Kaplan ve Cambaz için. Doğunun sınırlarında, karlı ormanlarla tayga arasında küçük bir inde doğan küçük bir kaplanın adımları eşliğinde kişisel bir gelişim yolculuğu bu. Ama öyle bildiğimiz türden kişisel gelişim zırvalıklarından oluşmuyor elbette; daha içsel, ruha dokunan ve kendini keşfettiren türden bir içtenliğe sahip kitap.
Zamanı geldiğinde annesinden ve diğer kardeşinden ayrılan küçük kaplan, annesinin defalarca uyardığı insandan uzak durması fikrinin tam tersine insana yaklaşma yolunu seçerek, bir anlamda kaplan olma fikrinden uzaklaşıyor.
Dizginlenemeyen merak duygusu
Bu, diğer kaplanlarda olmayan ve dizginleyemediği merak onu kendine benzettiği insana yaklaştırıyor. Ve o an annesinin söylediği “İnsanoğlu olmasaydı, dünya mükemmel bir yer olurdu” sözü, merak çemberinin içinde duyulmaz bir tınıya dönüşüyor.
Ve yolu insana çıkıyor. Anne kaplanın dediği “İnsan sadece öldürmüş olmak için öldürür. İnsanoğlunun bir kaplanı öldürmesinin arkasında yatan sebepse kıskançlıktan başka bir şey değildir. O, kaplanın gücünü, onun asaletini kıskanır” nasihatinin vücut bulacağı bir macera da böylece başlıyor.
Kulübedeki adamla iyi bir dostluk kuran kaplanın bu dostluğuna şahit olan insanların kürkün peşine düşmesiyle hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Yolu bir sirke düşen kaplanın bu güzel masalı, oradan kaçması ve kendini bulmasıyla sonlanıyor.
Kitabı okuyanın zihninde berrak düşünceler beliriyor ve kitabın akıcı dili ile hoş bir tat kalıyor yüreğinizde. Sorgulayan, sorgulatan, kaplanın gözünden insanı, insanın gözünden kaplanı anlatan bu çağdaş masalı genç okurlar ve her yaştan yetişkin kendince bir pay çıkararak okuyabilir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.