Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İçinde Mevlana Yer Alan Testi


Gayet iyi
Toplam oy: 144
Testiler şarkı söylemezler, emeklilikte yaşa takılmazlar, ayakkabılarını giymek için baş parmaklarını topuk ile topuk arasına sıkıştırmazlar. Hele bir de gece olduğu vakit geceye bir değer atfetmezler, gece testiler için gecedir, bahar da bahar.

“Testi içindekini sızdırır”

Mevlana

 

Çocuklar öldüğünde dünyadaki rüyalar da azalıyor olabilir. Dünya üzerindeki rüyalar azalınca da benim uyku sürem düşüyor. Testiyle bakışmamızın üzerinden tam 7 saat geçti. Tekli koltuğun karşısında kütüphanemin yanında, masamda üzeri başka çağlardan gelmiş gibi desenlerle bezeli bir testi bulunuyor.

 

Bu testi masanın hep aynı noktasında durmaktadır. Öyleyse o testiye güneş hep aynı taraftan doğar. Odaya biri girdiğinde o testi açısından değerlendirildiği takdirde hep aynı yönden insan yaklaşmaktadır.

 

Testi dudaklara doğru eğim kazanma niteliğini yitirdi. O halde bu masanın hep aynı köşesinde yer alan testiyi motive eden temel unsur nedir? Elbette bir gün kırılacak olma ihtimalidir. Tıpkı testinin bulunduğu odaya devamlı surette aynı açıdan giren insanlar gibi. Onlar da bir kırılma yaşamak için depar atar dururlar. Kendilerini mesailere, ideolojilere, aşklara bölerler ve ruhlarında caferi yaralar almak üzere çileye talip olurlar. İşte odaya ansızın aynı açıdan dalan insanlarla ortak özelliği budur testinin. Testiler şarkı söylemezler, emeklilikte yaşa takılmazlar, ayakkabılarını giymek için baş parmaklarını topuk ile topuk arasına sıkıştırmazlar. Hele bir de gece olduğu vakit geceye bir değer atfetmezler, gece testiler için gecedir, bahar da bahar. Testilere Kuran’dan ayetler indirilmemiştir. O bakımdan dudağa doğru bir eğim kazandıklarında ve sonrasında ayakkabılar onlardan uzaklaştığında uzun süre bekletilmiş canavarlara dönüşme riski barındırmazlar.

Testinin karanlığı
Bir testinin önce incelip sonra da genişleyen iç kısmı her hâlükârda karanlıktır. İçine su da koysan karanlıktır, şarap da. Belki testinin göğsündeki sıvıyı sökmek ve karanlığı sona erdirmek mümkündür. Belki tarlalarda ağaç diplerine bırakılan testi, karıncaların tapınağı olmuştur. Belki sonra tarlalar bölüşülmüş testi kız kardeşte kalmıştır. Belki o kız kardeş babaanne olmuştur. Babaanneye torunlar uğramıştır. Karıncaların topraktan kaldırılan tapınağı, babaanne ölünce bir torun tarafından fark edilip usulca alınmıştır. O torun sırlarını dudaklarını yaklaştırarak o testinin içine anlatmıştır.
Allah her yerdedir. Testinin içinde de Allah vardır. Kız dudaklarını testiye yaklaştırdığında her yerde olan Allah, orada da bulunmaktadır. Bir dua oluyordur belki testiye yaklaşan dudakların bıraktığı sırlar.
Testiye dönüyoruz. Uzun uzun bakıyoruz. Testiye uzun uzun bakmanın mertebesine erişiyoruz. İçimizde sıvıların, yarım kalmış duyguların, kaçınılmaz karanlığın olduğunu hesap ederek. Ölçü ve tartı aletlerinin uzantısı olarak. Kendim ile testi arasında uzayıp kısalarak. Çok özleyeceğim şeylerin ölüsünü dilenerek. Televizyonun merhametine, Edison’un insafına muhtaç. Korku dolu, Allah dolu. Bir testinin karşısında ezilip büzülüyoruz. Utanç duyuyoruz testiye bakarken. O tamamen bir testi, ben ise testi karşısında terleyen, her mevzudan gazi olarak ayrılmış.
Bütün bu olanlardan hazza meyleden bir acı duyuyorum. Çünkü testide biraz da benden var. Beni çevreleyen her şeyin içinde birazcık benden var. O yüzden bazen mutfakta bir tezgâhın üzerinde çürüyorum bazen salonda bir bacağım kırılmış oluyor bazen de bir çöpe özensiz bir şekilde yerleştiriliyorum. Testide biraz da benden var. Testide birazcık benden çok var. Testide benden epey var.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.