Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Karşı kıyının sürgünü


Zayıf
Toplam oy: 683
Sergey Dovlatov // Çev. Ayşe Hacıhasanoğlu
Jaguar Kitap
Dogmalar, ezbere kalıplar yoluyla Puşkin’i ulusal bir kültür simgesi olarak kabullenmekle yetinen bir güruhun karşısında Puşkin’e maymun diyebilen bir insan Boris.

Sergey Dovlatov, Sovyetlerin çöküşünden sonra nihayet Rusçada da rahatça okunmaya başlanabilen bir sürgün yazar. Yaşadığı süre boyunca Rusya’da yalnızca tek bir kitabı basılabilmiş: Nevidimaia Kniga. Yayımlanmasından kısa bir süre sonra da kitabın tüm kopyaları KGB tarafından toplatılıp mahvedilmiş. Kitabın İngilizcedeki ilk baskısının (1979) başlığının Invisible Book (Görünmez Kitap) olması bu vahşi eylemin doğruca yüzüne fırlatılmış buruk bir gülümseme gibi duruyor.

Memleketinde sansürlenmiş, ancak yurt dışında, o da kitaplarının kopya kağıdı, el yazısı ya da daktilo ile çoğaltılarak arkadaşlar arasında dağıtılmasıyla (yani “samizdat” yoluyla) okunabilen, memleketinde ancak ölümünden sonra takdir edilebilen bir yazar Sergey Dovlatov (evet, bu karşı kıyıda da sıkça oluyor).

1978’de Sovyetler Birliği’ni terk edip New York’a yerleşen Dovlatov, Nabokov’dan sonra New Yorker’da öyküsü basılmış ilk Rus yazar. Yine de uzun bir zamandan bu yana İngilizce konuşulan dünyada ismi de, yazdıkları da öyle pek konuşulmuyor yazarın, yazılıp çizilmiyor. Olsun, iyi haberler de var. Dovlatov, 2004’te yayımlanan Bavul’dan sonra, yakınlarda ikinci kez Türkçeye kazandırıldı. Puşkin Tepeleri’ne İngilizceye çevrilmesinden kısa bir süre sonra Türkçede, hem de Rusça özgün metnin çevirisiyle ulaşabiliyoruz artık.

 

 

 

 

 

Liderler ve yazarlar kültü



Kitap Sovyet Gazeteciler Birliği üyesi, muhalif ve pek tabii sansür kurbanı yazar Boris Alihanov’un Puşkin Tepeleri Turizm Tesisleri’nde tur rehberi olarak geçirdiği birkaç ayı önümüze getiriyor. Boris’in “Tepeler”de kalırken yanından ayırmadığı yakın geçmişi, bize birkaç dakikalığını kaçırdığımız bir filmin ilgili bölümünü geri sarabilme gibi bir olanak veriyor. Böylece Boris’in, Puşkin’in vaktizamanında yaşadığı, şimdi de devletin turizme açtığı bölgeye gidişine yön veren günlerinden karısıyla tanışmasına, maruz kaldığı örgütlü sansür politikalarından umursamaz görünen, söz dinlemez karakterinin filizlendiği çevreye bir göz atabiliyoruz.

Kitabı inkar edilebilecek gibi olmayan otobiyografik taraflarıyla da değerlendirmek mümkün. Dovlatov, Birlik üyesi bir gazeteci olarak çalıştığı sırada ek gelir elde etmek için, tıpkı Boris gibi, Pskov Oblastı’ndaki Puşkin Tepeleri’nde bir yaz boyunca tur rehberliği yapmış. Ermeni bir anne ve Yahudi bir babaya sahip olan da sadece Boris değil üstelik. Hem Boris’te hem de Dovlatov’da toplumcu edebiyata, “köy edebiyatı”na karşı mesafeli bir tavır göze çarpıyor. İkisinin de yazdıklarını “basmıyorlar, yayımlamıyorlar. Almıyorlar aralarına. Kendi eşkiya çetelerine.” Lider kültünden nefret eden yalnızca Boris değil, yaşadıklarına bakılırsa Dovlatov da Stalin’den nefret ediyor olmalı, hatta bu neredeyse zorunlu gözüküyor bana. İkisinin de “dışı kızıl, içi anayasal demokrat.”

Dovlatov, Sovyetler’de yaygın olanın yalnızca ideal toplum kültüyle bezenmiş bir lider kültü olmadığını da söyletiyor Boris’e. Nasıl ki “üst-kültler” siyasetin, genel anlamda da toplumun başına büyük belalar açıyorsa, yazar/lar kültü de edebiyata ciddi zarar veren bir hezeyan aslında: “Viktoriya Albertovna benimle konuşurken kuşkuyla gülümsüyordu. Buna artık alışmaya başlamıştım. Puşkin kültünün bütün müritleri şaşırtıcı derecede kıskançtı. Puşkin, onların ortak malı, tapınırcasına sevdikleri, şefkatle üzerlerine titredikleri evlatlarıydı. Bu özel ve kutsal varlığa yönelik her türlü kasıtlı söz onları sinirlendiriyordu.” Dogmalar, ezbere kalıplar yoluyla Puşkin’i ulusal bir kültür simgesi olarak kabullenmekle yetinen bir güruhun karşısında Puşkin’e maymun diyebilen bir insan Boris. Ama kendi sahici sözcükleri, fikirleri de var, Puşkin’i ısrarla mütevazi bir biçimde anlamaya çalışan Boris’in: “Onun edebiyatı, ahlakın üstündedir. Ahlakı yener ve hatta onun yerini alır. Onun edebiyatı duayla, doğayla hısımdır… Bununla birlikte ben bir edebiyat uzmanı değilim.”

“Yenilikten uzak, ideolojik bakımdan değerli, yine de bir alıntı kadar inandırıcı ses veren” sözümona toplumcu yazarların yazdıklarındaki “en parlak, an açık şeylerin ifade bozuklukları ve dizgi hataları” olduğunu söyleyen cesur birer karakter Boris ve –büyük ölçüde– Dovlatov. İşin en dikkate değer taraflarından biriyse, Boris’in bütün bu olan bitene karşın yine de Rusya’dan ayrılmaya hemen razı olmaması. Dil yüzünden. “Dil. Başkasının dilinde kişiliğimizin yüzde seksenini yitiriyoruz. Şaka yapma, dalga geçme yeteneğimizi kaybediyoruz. Bir tek bu dehşete düşürüyor beni.” Memleketin belki de en çok dil olduğunu söyleyen bir metin Puşkin Tepeleri. Sesi bazen ne kadar kasvetli çıkarsa çıksın, içinde barınanı gülümsetecek şeyleri illa ki bulup buluşturan. Bitirmeden, hem bu sesi Türkçeye kazandıran hem de kitap boyunca sıklıkla karşımıza çıkan ayrıntılı dipnotlarıyla kitap içindeki atıfları berraklaştıran Ayşe Hacıhasanoğlu’na sahici bir teşekkür etmek gerekiyor.

 

 


 

 


Görsel: Tolga Tarhan

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.