Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

KİTAPLARIN KİTABI


Zayıf
Toplam oy: 1486
Yavuz Ekinci
Doğan Kitapçılık

Sanata, doğuşundan bugüne kadar yön vermiş kadim konular, sanıldığı kadar çok değildir. Birkaç başlık altında toplanabilecek bu temalar, her sanatçının elinde başka bir surete bürünüp, farklı eserlere kaynaklık etmiş olsa da,  en büyük yapıtlar yine bu kadim konuların etrafında dönen yazarların kaleminden çıkmıştır. (edebiyat açısından) Ölüm ve ölümsüzlük, şüphesiz bu vazgeçilmez konuların başında gelir; tıpkı ölümsüz aşk, suç ve ceza, temaları gibi. İnsanın kaçamayacağı en keskin gerçek ölüm olunca, ölümsüzlük uğruna harcanan çabadan geriye bize,  trajik metinler, unutulmaz dramlar, devasa yapılar, büyük eserler, nihayetinde hayat denilen kaosun ta kendisi kalmıştır. Birinin yıkarak, diğerinin yaparak, ötekinin yazarak baş etmeye çalıştığı bu bereketli tema; Gılgamış’tan başlayıp kutsal metinlere uzanıp, En Uzak Sahil’den Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’a varıp, sonrasında Yavuz Ekinci’nin ilk romanı Tene Yazılan Ayetler’de soluklanıyor. Ölümsüzlük arayışı içinde olanlarla  (Asvas, Berzah) ölme arzusu içinde kıvrananın (Utanapişti) arasında dünya kütüphanesini gezen bir ilk roman.

Asvas, birçok yazarı kıskandıracak güzellikte büyük eserler yazmış, birçok hayran edinmiş ve romanın diğer önemli kahramanı Utanapişti ile tanışmış, sonrasında faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş bir yazar. Utanapişti’nin uzun seyahatini bizzat kendisinden dinleyip kaleme alan Asvas’a hayran Berzah adlı pek de başarılı olmayan bir başka  yazar ise Asvas’ın hayatını ve karanlık cinayeti sorgulamak için bir iş adamı tarafından görevlendirilir. Romanın bu bölümü polisiye kıvamında, doksanlı yılların başında Güneydoğu’da geçer. Öte yandan tanrılar tarafından ölümsüzlük cezasına çarpıtılan Utanapişti ise;  bir ecelin peşinde, yaşamın ağırlığını sırtında taşımaktan yorgun düşmüş, tufandan bugüne kadar binlerce kimlik içinde hayatını sürdürüp günümüze kadar gelmiştir.

Roman kahramanı Utanapişti insanlığın tarih boyunca yaptığı yolculuğu tam bir yazara yakışır bir şekilde Borgesvari bir saikle kitaplar, yazılı metinler arasında yapmış, yaşamış birisidir. Kimi zaman Bin Bir Gece Masalları’na konuk olmuş, kimi zaman sarayda zalim Dehhak’ın aşçısı olarak terfi etmiş, yakın zamana uzanıp Calvino siluetinde yer altı şehirlerine dadanıp, Saramago olup körlerin dünyasına vakıf olduktan sonra başında geçen her şeyi Asvas’a anlatıp, ortadan kaybolmuştur.

Romanın metinler arası bu bariz ve yer yer dolaylı göndermeleri sayesinde yazarın bir nevi öncülü ve hatta -Asvas’ın şahsında-  varlık nedeni olarak gördüğü tüm sanatçıların resmi geçidine şahit oluyoruz.  Böylece Yavuz Ekinci’nin harflerden dokunan,  kitaplardan müteşekkil dünyasına daha yakından bakma fırsatı yakalıyoruz.

Utanapişti,  harflerin meydana getirdiği kitaplar,  seslerin hayat verdiği efsanelerden ibaret bir kahraman. Aynı zamanda sanatçının ürettikleriyle ölümsüzlüğe ulaşma çabasının fantezi dünyamızda karşılığına denk düşer. Eserleri başında canı çıkıp,  iyi şeyler yazmak uğruna ölümü dahi göze alan birçok yazarın arzuladığı ölümsüzlüğün olumsuz bir tezahürü olarak da yorumlanabilir Utanapişti’nin yaşadıkları. 

Hem romanın iki ayrı bölümü arasında hem de kahramanların arzu dünyalarında ölüm ve ölümsüzlük paradoksu sürekli sorgulanır. Bu paradoks bazı yerlerde bir adım daha öteye giderek yaşama ve sanat çelişkisine bürünüverir. Sınırların iyice kaybolup neyin gerçek neyin kurgu olduğunun flulaştığı yerlerde ise kitabın düalistlik yapısı iyice ortaya çıkar. Bu düalistlik düşüncenin Utanapişti’nin bilgeliği ve arzuları kisvesinde iyiye, Berzah ve Asvas’ın yaşadıkları ile kötülüğe denk geldiği bile söylenebilir.

Çok katmanlı ve birçok okumaya açık bir metinle karşı karşıyayız. Utanapişti sadece dünya kütüphanesinde değil Ekinci’nin önceki öyküleri arasında da dolaşıp soluklanmaktadır. “Sırtımdaki Ölüler” kitabının bitmemiş öyküsünün kahramanı Abdulsettar’ın yarım kalmışlığı bu romanda nihayet bulur. Ekinci, aynı zamanda Asvas’ı önceki öykü kitaplarının yazarı yaparak bir nevi kendi alter egosunu yaratmaktadır. Bu mevzu kanımca farklı bir yazının konusu olacak kadar ilginç ve eğlenceli bir konu.

Tene Yazılan Ayetler,  bir “kitapların kitabı” olarak da algılanabilir. Sinema dünyasında Tarantino’nun Soysuzlar Çetesi’ne bu paralelde bir benzerlik arz etmektedir. (bkz. Fırat Yücel, Altyazı dergisi sayı, 86) Tam da bu noktada Godard’ın söyleyip Jim Jarsmusch’un kendine rehber edindiği meşhur aforizmasını hatırlamakta fayda var: Bir şeyi nerden aldığınız değil,  onu nereye götürdüğünüz önemli. Ekinci, tüm kaynaklarını olduğu gibi sıralarken, tam da bu aforizmanın izinde gidiyor gibidir. Yeni olan bir şeyin olmadığı, yapılanın, eskilerin bir üst kurmaca ile birbirine zincirlemesi olduğunu gösteriyor. Böylece postmodern romanın kapısını aralıyor.

Yazarın edebiyata bir saygı duruşu ve iflah olmaz bir kitap tutkununun tezahürü niteliğinde olan bu roman, Ekinci’nin nasıl da metinlerarasında kurgusal bir dünya inşa ettiğinin ve sanatın gerçekten geri kalır bir tarafının olmadığının da açık bir göstergesi.

Bu romanda yazarın zihninin ve bedeninin âdeta metinler tarafından kuşatıldığına şahit oluyoruz. Kutsal kitaplar, söylenceler, günümüz meşhur yazarları... Tabi kaderinden memnun olma hali. Bu yargımızı daha da ileri bir noktaya taşırsak,  burada yazıya hakim olan yazarın değil; yazara hakim olan yazının ta kendisini olduğunu görüyoruz.

Evet; sanata, edebiyata ram olmuş bir yazar ve bir solukta okunabilecek bir ilk roman.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.