Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Klasik Bir Mesele


Gayet iyi
Toplam oy: 117
Her kültürün “temel” metinleri vardır. Eğer bu temel metinleri “klasik” dediğimiz metinleri oluşturan değerler manzumesine indirgersek yüzyılların eskitemediği metinlerle aramıza “klasiklerden” oluşan bir set çekmiş oluruz. Sadece bizim değil ne Hind’in ne Çin’in ne de Avrupa merkezli olmayan başka bir kültürün temel metinleri “klasikler” dediğimiz kavrama indirgenemez.

Klasik kelimesinin ne anlama geldiğinden ziyade bizde klasiğin olup-olmaması mevzuunu tartışmışız anladığım kadarıyla. Melih Cevdet Anday, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da katıldığı bir toplantıda Bulgar Yazarlar Birliği Başkanı Dimiter Dimov’un sorduğu “Sizin klasikleriniz kimlerdir?” sorusuna “Bizde klasik yok” cevabını vererek alttan alta Tanzimat Edebiyat’ından beri devam eden bir tartışmaya benzin dökmüş. Sonra bir adım daha ileri giderek “Bizim klasiğimiz Homeros’tur, Mevlana değil” deyivermiş. Bu görüşlerine Attila İlhan, Tomris Uyar, Selim İleri karşı çıkmış. Bunları mışlı geçmiş zamanda anlatıyorum ama mesele çözülmüş değil sadece gündeme gelmeyi bekliyor o kadar. 2004’te yapılan kanon tartışmalarıyla hatta zaman zaman alevlenen kültürel iktidar mevzuuyla ilintili bir soru: “bizde klasik var mı?” Fiyakalı bir tarafı var bu sorunun, bir yanıyla da konforlu bir soru. Bir sloganla koca bir meseleye çözüm getirebiliyoruz ne de olsa. Tıpkı polisiye, bilim kurgu gibi klasikler konusunda da bir varlık-yokluk meselesi çerçevesinin dışına çıkmadığımız için esasen hiçbir şeyi tartışamıyor sadece tartışmış gibi yapıyoruz. Toz-toprak kalkıyor, göz gözü görmez oluyor. Bir şeyler tartışmış gibi yaptığımız için de entelektüel havamıza zeval gelmiyor.


Klasik, geçmişte yayınlanmış eser değildir
“Klasik” modern bir kavram olarak sadece geçmişte yayınlanmış eserler manzumesi olarak görülemez. Biz “klasik” derken, ister istemez batıdan öğrenilen/tercüme edilen bagaj taşıyan bir kavramın içinden konuşuyoruz. Grek ve Latin paganizminin vaftiz edilmiş hali olan Hristiyanlığın gölgesi -Batı ne kadar profanlaşırsa profanlaşsın- klasik kavramına düşmüş durumda.
Her kültürün “temel” metinleri vardır. Eğer bu temel metinleri “klasik” dediğimiz metinleri oluşturan değerler manzumesine indirgersek yüzyılların eskitemediği metinlerle aramıza “klasiklerden” oluşan bir set çekmiş oluruz. Sadece bizim değil ne Hind’in ne Çin’in ne de Avrupa merkezli olmayan başka bir kültürün temel metinleri “klasikler” dediğimiz kavrama indirgenemez.
Bizde klasik olup olmaması asli bir mesele değil benim anladığım kadarıyla. Asıl mesele kavramların taşıdığı kültürel bagajların başka kültürlere geçişleri esnasında nasıl değişimler ve dönüşümler yaşadıkları ve nelerin sabit kaldığının tartışılması. Ne Fuzuli için ne Baki için yazdıkları “Divan Şiiri” değildi. “Divan Şiiri”ni bir isim olarak o şiirler bütününe yakıştırıldığında takvimler 20'inci yüzyılı gösteriyordu. Bizim “klasiklerimiz” de “Divan Şiirinin” isimlendirmesine çok benziyor.
KLASİKLERİN İL K 11’İ

Italo Calvino/Klasikleri Niçin Okumalı?
Harold Bloom/Batı Kanonu
Necip Tosun/Doğu’nun Hikâye Kuramı
Terry Eagleton/Edebiyat Nasıl Okunur?
Müesser Yeniay/Şiir Belleği; Poetika Kanon ve Kadın
Üzerine Yazılar
Yalçın Armağan/İmgenin İcadı
Elif Baki/Ulusun inşası ve resmi edebiyat kanonu
David Damrosch/Dünya Edebiyatı Nasıl Okunmalı?
Gregory Jusdanis/Gecikmiş Modernlik ve Estetik
Kültür & Milli Edebiyatın İcat Edilişi
Tuncay Birkan/Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri
1930-1960
Kitaplık Ocak 2004 68. sayı Batı Kanonu

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.