Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Menüde Edebiyat Var


Zayıf
Toplam oy: 125
Annelerimizin yaptığı yemeklerin, zihnimizin biricik yemek kitapları olduğunu düşünüyorum mesela. Bayram ziyaretinde annemi razı edip ona çocukluğunun, gençliğinin yemeklerini anlattırdım. Ses kaydı da aldım, “Yemek hakkında bilmen gereken ilk şey” dedi annem, “Kısık ateşte pişirmen gerektiğidir. İnsan gibi, sabırla pişmesi gerekir.”

Televizyonlarda yemek programları revaçta. Sadece yemesini değil, izlemesini de seviyoruz vesselam. Sadece televizyonlar mı? Sosyal medya üzerinde yemek yapanların ciddi takipçi kitleleri var. İnternet kocaman bir yemek tarifleri kitabına dönüşmüş durumda. Peki bu kadar çok kaynak varken neden hala yemek kitapları yazılır? Şikayetçi olduğumu sanmayım. Yazılan her yemek kitabının insanlığın ortak hikayesinin enfes bir kesiti olduğunu düşünüyorum. Bu merak, kendimi kaptırdıktan sonra bir iptilaya dönüştü. Bir konu açıldığında hemen yemek kitabı var mı diye soruyorum. İskenderiye’den gelen arkadaşıma Mısır yemek kitaplarını, Lübnan’a gidene yemek kitapları siparişi ve internet üzerindeki sohbetler. Evet, bilmediğim dillerin içine sürüklüyor beni bu tutku. Nereye gideceğini bilmediğim ama heyecan veren bir serüven. Yemeğin veya yemek kültürünün hikayesi değil, yemek kitapları sadece. Diğerlerinin içine girersem boyumu aşar ve boğulurum diye korkuyorum.

 

Annelerimizin yaptığı yemeklerin bizlerin, zihnimizin biricik yemek kitapları olduğunu düşünüyorum mesela. Bayram ziyaretinde annemi razı edip ona çocukluğunun, gençliğinin yemeklerini anlattırdım. Ses kaydı da aldım, “Yemek hakkında bilmen gereken ilk şey” dedi annem, “Kısık ateşte pişirmen gerektiğidir. İnsan gibi, sabırla pişmesi gerekir.” Doğrusu iyi bir dersti. Sonra yemeklerden konuştuk. Çocukluğunun yemekleri, sofraları. Her biri gözünde canlandı ve anlatmayı sürdürdü. Bayram bitti ve ben evime döndüm.
Yolda elbette yemekler hakkında konuşmayı sürdürdük. İlginç yemek kitabı maceralarını anlatırken aklıma Rusya’dan Eldeniz’in gönderdiği yemek kitabı geldi. Pandemi sürecinde uluslararası postada geciken bir kitap. Eldeniz’den bahsetmeliyim, evet. Onunla yemek kitapları vesilesiyle sohbeti koyulaştırdık. Yolu Türkiye’den geçmiş bir Azerbaycanlı, şimdi Rusya’nın tarihi şehirlerinden birinde yaşıyor. Kendisiyle Çarlık dönemindeki bir Rus yemek kitabı üzerine konuşmuştuk. Bunu Sabit Fikir’in Temmuz sayısında anlatmıştım zaten. Ama başka bir kitap gönderdi Eldeniz. Göndermeden önce bu yemek kitabı hakkında konuşmuştuk. Bildiğin gibi değil dedi. Bu kitap menülerden oluşuyordu. Daha doğrusu önemli kısmı menülerden müteşekkildi. Rusya’nın tarihi derinliği içinde verilen ziyafetlerden kocaman bir yemek kitabı vücuda gelmişti. Ne güzel. Hem tarih hem coğrafya hem de edebiyat aynı kapağın arasına toplanmış.
Menüleri gezerken Rus aklının kıvrımlarına yolculuk yapıyorsunuz. Mesela? Çeşme ve Sinop gemilerinin gövdelerinin tamamlanması şerefine verilen bir yemek davetinin menüsü. Yer de Odessa. Yani Karadeniz’in kıyısı. Gemilerin isimlerinin simgelediği anlam açık: Sinop ve Çeşme’de Osmanlı donanmasına verdikleri ağır hasarı milli bir gurura dönüştürmüşler. Bu büyük gemilerin inşası aynı zamanda görkemli Rus çarlığının mesajlarını ileteceği bir medya. İştahım kaçıyor ve başka sayfalara geçiyorum ve Gogol’u görüyorum. Güzel bir tablosu var. Sonra Tolstoy ve diğer edebiyatçılar. Onların kitaplarında geçen yemek tasvirleri de yemek kitabının içine dahil oluyor. Daha önce elime geçirdiğim Finlandiya yemek kitabından çok daha fazlası var içinde.
Menüler yemek kitabı da olur
Fince yemek kitabında ancak mutfak araçları ve avlanan tavşanlar vardı farklılık olarak. Oysa Ruslar, yemeklerin tabloları dahil olmak üzere tüm kültürlerini açıyorlar. Kitaplarda lezzetin izini bulmak mümkün ama edebiyatçılara bir yemek kitabının içinde rastlamak heyecan uyandırıcı. Refik Halid Karay’ın Mutfak Zevkinin Son Günleri kitabı aklıma geliyor. Evet bir yemek kitabı değil ama ondan yola çıkılarak çok güzel bir yemek kitabı neşredilebilir. Neden olmasın? Menülerin aslında bir yemek kitabı olabileceği düşüncesi geliyor aklıma. Ömür Akkor’un yazdığı Zennup 1844 işte tam da buna bir örnek. Hikayelerin içine serpiştirilmiş yemek tarifleri aslında bir menü. Zennup, Akkor’un büyükannesinin ismi; 1844 de ilk yemek kitabımız olan Aşçıların Sığınağı’nın (Melcetüt Tabbahin) neşir yılını temsil ediyor.
Artık ziyaret ettiğimiz lokantaların menülerinden bir adet rica etmeye de başlarım derken Taksim’deki İş Bankası Kitabevi’ne yolum düşüyor. Bir kitap: Osmanlı ve Avrupa Sofralarından Menüler yazarı da Sumru Toydemir. Aile yadigarı menüleri bir araya getirerek kitaplaştırmış. Heybeden çıkan menüler neyse onlarla yetinilmiş. Ama az da değil menüler. Enver Paşa’nın 1912 yılında verdiği davetin menüsü de var, 1913 yılına ait Hilal-i Ahmer Darülfünun Hastanesi’ndeki bir davetin menüsü de.
Eskiden birlikte yenilen yemeklerde menüler imzalanırmış veya meraklı birisi herkese imza attırırmış. Bu sayede yemekte kimlerin olduğunu görebiliyoruz bazı menülerde. Sultan Reşat ve Sultan Vahdettin’in menüleri olduğuna göre Osmanlı’nın son döneminin yakın tanığı olmalı menü koleksiyoncusu. Yediği içtiği onların olsun da biz tariflerini alalım dersek şansımıza küseceğiz, çünkü tarifler yok. Ama yemek isimleri ortada. Menüleri gezerken bir isim çıkıyor karşımıza: Abdülhak Hamid adına sevenlerinin verdiği bir davet. Bir edebiyatçı için dostlarının verdiği ziyafete ait menü. Örneği bugün var mıdır bilmiyorum ama bir yazar için unutulmaz bir hatıra olsa gerek.
Sofradaki edebiyat
Menüde farklı yemekler olabilir ama hepsinden öte, sofrada edebiyat var. Rus yemek kitabında da, Ömür Akkor’un Zennup 1844’ünde de Osmanlı ve Avrupa Sofrasından Menüler’de de geçmişi bir sofrada toplamanın gayreti var. Her yemek kitabı kısık ateşte pişmiş bir geçmiş diye mırıldanıyorum kendi kendime.
Yemek kitaplarının büyülü dünyasına adım attığımda bu kadar lezzetli anekdotlarla karşılacağımı ummuyordum. Ama şimdi? Evet, yemek kitapları unuttuğumuz pekçok şeyi hatırlamamıza yardımcı olabilir. Eğer hayallerinizdeki yemek kitabını bulmadıysanız onu yazmayı deneyebilirsiniz. Menüler size yardımcı olacaktır ya da benim teşebbüs ettiğim gibi aile büyüğünüzün burnuna ses kayıt cihazınızı dayayabilirsiniz. Yemek kitabınız yayınlanmasa bile paha biçilmez hatıralar toplamış olacaksınız. Bundan emin olabilirsiniz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.